site logo
  • ANASAYFA
  • FELSEFE
  • POLİTİKA
  • SANAT
  • HAKKINDA
  • KİTAPLAR
  • KONUK
  • ETKİNLİK
Mayıs 17, 2025  |  By Mehmet Akkaya In Felsefe, Politika

Gerici Sınıflar ve Bilimler

111

Politikanın Evrimi, 2. Baskı Çıktı!

GERİCİ SINIFLAR VE BİLİMLER

Toplumsal ve evrensel bir barışın henüz gerçekleşmediği koşullarda Politikanın Evrimi ikinci baskısını yapıyor. Savaşlar, politikanın silahlarla sürdürülmesi ise politika da sermayenin yoğunlaşmış biçimi olarak varlık gösterir. Felsefe, sanat, politika ve bilim arasındaki en operasyonel disiplin belki de politikadır. Politikayı, Türkçede siyaset ile eş anlamlı kullanıyoruz.

Siyaset, yöneten yönetilen, organize olan ve birlikte hareket eden toplumsal birimlerin incelenmesini hedefler. Parti, örgüt, sınıf, sendika, grev ve birey – toplum- devlet ilişkileri türünden olguları merkezine koyarken ulusal ve uluslararası ilişkileri sorgulayan bir bilim olarak daha doğrusu siyaset bilimi olarak bilinir. Bu disiplini Marksist siyaset bilimi ve liberal siyaset bilimi olarak kategorilendirmek de yanlış olmaz.

Felsefe gibi bilim, sanat, siyaset de sınıflarla birlikte ortaya çıktı. Sınıfların son bulmasıyla felsefe de, siyaset de son bulur. Yani bunlar, yapılan değil yaşanan bir etkinliğe dönüşür. Yapılan ve yaşanan etkinliğin niteliğine ilişkin Felsefe Üzerine Genel Tezler’de bir çok açıklama yapılmıştır.

En Gerici Sınıf Burjuvazidir

Kullandığımız hak ve özgürlüklerde ana akım felsefenin, bilimin, siyaset ve sanatın bir katkısı olmamıştır. Bütün hak ve özgürlükler emekçi sınıfların ve ezilenlerin mücadelesiyle kazanılmıştır. Dolayısıyla dünyaya siyaset üzerinden, din veya hukuk üzerinden de değil esasen iktisat üzerinden bakmak gerekir. Siyaset ve siyasi kavramlar, emeğin ve artıdeğerin değişik formlarıdır.

Felsefe gibi siyaset felsefesi de övülüp yüceltilecek bir etkinlik değil sorgulanıp aşılması gereken bir etkinliktir. Kutsal değildir. Ana akım tüm filozoflar kendi çağlarındaki egemen sınıfların sözcülüğünü yapmıştır.

Burjuvazi, gelmiş geçmiş en gerici sınıftır. Ürettiği bilim ve düşün disiplinleri de bundan izole edilerek ele alınamaz. Diğer sömürücü sınıflar gibi burjuvazi de tarihte ilerici değil gerici bir rol oynamıştır. En büyük insanlık katliamları Birinci ve İkinci emperyalist paylaşım savaşlarında olduğu gibi burjuvazinin yönlendirmesiyle gerçekleşmiştir.

Burjuva devrimleri adıyla bilinen devrimler, emekçiler, ezilenler ve bilhassa kadınlar açısından düşünüldüğünde karşı devrimdir. Fransız İhtilali’ne karşı kadınların yürüttüğü mücadele anılmaya değerdir. Türk devrimi denilen hadisenin de emekçilere, azınlıklara ve kadınlara düşman bir devrim olduğu bilinir.

Uygarlığın Sorgulanması Gerekir

Bilim ve teknolojinin insanlığa etik, politik, estetik ve toplumsal bakımdan yarar getirdiği düşüncesi doğru değildir. Bütün değerler sınıf mücadelesi yoluyla kazanılmıştır. Kaldı ki an itibariyle büyük kazanımlardan da söz edemeyiz. Dolayısıyla uygarlığın radikal tarzda eleştirisini yapmak gerekir.

Bilim ve teknoloji eleştirisi yaptığımız doğrudur. Genel olarak uygarlık eleştirisi yapıyoruz. Bunu daha evvel J. J. Rousseau, Romantikler ve Frankfurt Okulu’nun yaptığını da anımsamak gerek. Şimdi bu eleştirinin dozunu artırmak ve bunu Marksist perspektifle yapmak şarttır. Uygarlığın başını çeken burjuvazi ve onunla ortaya çıkan gelişmeler, doğada temiz hava, su, toprak bırakmadı. Üretilen kimyasallar, çıkartılan savaşlar, savaşlarda atılan bombalar, insan kıyımlarına neden olmakla kalmıyor. Doğayı zehirliyor. Yeni nesil insanlar, artık sanayi ve uygarlık öncesindeki doğal ürün ve besin yeme olanağını kaybetti. Misal natürel olmak kaydıyla bal, süt, yağ, yumurta, ekmek, meyve, sebze, et gibi ürünleri düşünelim. Doğa zaten zehirli olduğu için en organik olduğu düşünülen coğrafyalarda bile bunların saf haline ulaşma imkanı yoktur.

Demokrasi ve Sandık – Seçim Efsanesi

Modern anlamda seçimlerin tarihi 1850’li yıllarla başlar. Seçimler yoluyla iktidarların bir sınıftan başka bir sınıfa geçtiği görülmedi. İktidarlar şiddet araçlarıyla yürütülen savaşlarla el değiştirir. Seçimlerle yalnızca reformlar olabilir. Burjuva devrimleri de proleter devrimler de savaş yoluyla gerçekleşmiştir.

Marksizmi din düşmanı bir teori olarak göstermek sorunlu bir yaklaşım olur ve yanlıştır. Marx ve Marksizm, dini sonuç olarak gördüğü için dine temel teşkil eden köleci, feodal ve kapitalist sistemin kendisine karşı mücadele eder. Marx ve Marksizm açısından gerçekliğin üzerini örten ve kitleler için bir sığınak olan din gibi futbol, moda, marka, alkol, sigara, ateizm, milliyetçilik, laiklik, cumhuriyet, demokrasi, adil yargı hakkı gibi anlayış ve alışkanlıklar da afyon işlevi görmektedir. Afyon işlevi gören dinleri kutsal dinler ve modern dinler olarak ikiye ayırmak gerekiyor.

Din ve bilim çatışması gibi laik – dinci çatışması da, felsefe – din çatışması da gerçekleri yansıtmaktan uzaktır. Asıl ve temel bir çatışma vardır: Emek – sermaye çatışması. Dünyayı “dinsel sermaye” değil “seküler sermaye” yönetmektedir. Günümüzde feodalizmin gücü ve etkisi sınırlı ve talidir. Dolayısıyla dünyada yükselen siyasal değer ve yönetim dinsel ve teolojik yönetimler değil, burjuva rejimleridir. Hakim yönetim biçimi ise dini diktatörlükler değil faşist diktatörlüklerdir. Türkiye, Mısır, Hindistan ve Çin’de olduğu gibi Avrupa ülkelerinde de din değil yükselen eğilim faşizmdir. “Burjuva demokrasisi” türünden kavramlar birer aldatmacadan ibarettir. Ezilenler ve emekçiler için demokrasi anlamına gelecek yönetim biçimlerinde burjuvazinin bir katkısı söz konusu olamaz.

Marksizm: Çağımızın Felsefesi

Sartre, Marksizmi çağımızın aşılmamış felsefesi olarak tasvir etmişti. Bu düşünce günümüzde de geçerliliğini koruyor. Burjuva – liberal düşünür, bilim adamı ve filozofları, sürekli Sovyetler çöktü, sosyalizm bitti, ideolojiler miadını doldurdu, Marksizm yanlışlandı diyor. Oysa yalnızca Rusya, Çin, Romanya, Arnavutluk ve benzeri ülkelerdeki uygulama başarılı olamadı. Sömürü, zulüm, savaşlar bugün de devam ediyor. Marksizm niçin yanlış olsun? Tam tersine dünyanın mevcut durumu, Marksizmin en güçlü teori olduğunu gösteren kanıtlarla dolu. Oysa burjuva – liberal teoriler beş yüz yıldır sürekli yanlışlanıyor. Hani Rönesans ve reformlar dünyaya özgürlük getirecekti? Hani pozitif bilimler insanlığı ihya edecekti? Hani bilim ve reformlar yoluyla dinler son bulacaktı? Hani burjuva filozofları dünyayı aydınlatacaktı?”

Soruların dahası da var. Kant, dünyaya “ebedi barış” geleceğini söylemişti. Barış gelmedi! Profesyonel ordular terhis olacak denilmişti. Olmadı! Hegel’e göre hukuk herkesi eşit yapacaktı. Yapmadı! Nietzsche insanlığın, übermens (üstinsan) olacağını söylüyordu. Olmadı! Liberal filozoflar ulus devletin özgürlük ve eşitlik getireceğine inanıyordu. Özgürlük şöyle dursun, emperyalist savaşlarla dünya kan gölüne döndü. Buna göre yanlışlanan Marksizm değil liberalizm olmuştur.

Liberal teorisyen ve filozoflar politik dürüstlük göstermiyor. Çünkü otuz beş yıllık sovyetik rejimlerin çöktüğü söyleniyor ama beşyüz yıllık kapitalist sistemin defalarca çöktüğü gizleniyor. Paylaşım savaşları ve hâla devam eden bölgesel savaşlar eksik olmuyor. İnsan, “bunlar kapitalist emperyalist sistemin çöküşü değil de nedir” diye sormadan edemiyor.

Sol Muhafazakarlığa Son!

Düşünce dünyasına olduğu gibi politik düşünceye de tutuculuk (muhafazakarlık) egemendir. Tutuculuk, çağın önemli bir özelliğidir ve kitleleri olduğu gibi aydınları da kuşatmışa benziyor. Oysa tüm sermaye kurumlarının, örneğin eğitim kurumları yanında felsefenin, sanatın, siyasetin hatta bilimin de sorgulanması gerekir. Politik felsefede tarihsel materyalist tavır, bunu gerektiriyor. Sorgulama bilinci değil inanma, itaat ve kutsallık yükleme anlayışı hakimdir. Kimi kişi ve çevreler Sokrates’e, Nietzsche’ye, kimisi Newton’a, kimisi sanata laf söyletmiyor. Kimisi bilime, demokrasiye, devlete “laf ettirmem” diyor. Yani görünen o ki daha bir kaç yüzyıl arke, idea, monad, töz, Tanrı, teoloji, logos gibi metafizik kavramların etkisi devam edecek.

Eğitim, aile, devlet ve hukuk sistemine karşı mücadele yürütmek de politik mücadelenin önemli bir görevi olmalıdır. Ne var ki, “okullar kapatılsın” biçimindeki tezlere öğretmenler ve akademisyenler karşı çıkıyor. “Adliyeler, hukuk fakülteleri, hapishaneler kapatılsın” tezine avukatlar, hukukçular, adliye çalışanları ve gardiyanlar karşı çıkıyor. “Aile kurumu buharlaşır” denildiğinde anne – babalar, “devlet bitecek” derken bürokrasi ve kamu çalışanları tepki gösteriyor. “Felsefe, sanat, siyaset ve bilim sönümlenecek” denilirken bu alanlarda emek ve eser verenler itiraz ediyor. Kapitalizm sona erecek, sermaye sınıfı ortadan kalkacak sözüne de kapitalistler karşı çıkıyor. Bu tavrı “sol muhafazakarlık” olarak kavramlaştırmak yanlış olmaz.

Ulusal Sorun ile Toplumsal Çürüme

Politikanın Evrimi 2. baskısını yaparken şu sıralar iki konu / sorunsal ülke gündeminde çok konuşuluyor. Bu sorunsallara değinerek Önsöz’ü tamamlamak istiyorum. Birisi ulusal sorun bağlamında gündem olan Kürt meselesi. Diğeri de sınıf sorununun sonucu olarak ortaya çukan “toplumsal çürüme” hadisesi.

Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek için yapılan girişimler gündeme oturmuş durumda. Konuya filozofça bakanlar için söz söylemenin erken olacağını unutmamak gerekir. Hegel olsaydı belki de “Minerva’nın baykuşu akşam karanlığında uçar” ifadesini kullanırdı. Çünkü büyük olaylar üzerine konuşmak, felsefesini yapmak için olayın “yeterince” olgunlaşması gerekiyor. Filozofça bakışın ikinci saptaması ise görünen ile görünenin arkasındaki ilişkinin saptanmasıdır. Şimdi biz, daha çok görünen, bize servis edilenler üzerinden analiz yapıyoruz. Gerçek ortaya çıktığında analizlerimiz de değişir.

Böyle köklü sorunları, bir kişinin veya bir kaç kişinin talimatıyla, mektubuyla çözmenin mümkün olmadığı bilinir. Yüz yılın sorunlarını çözmek için dolaylı ve sürecin dışında olanlarla değil, savaş sürecinin doğrudan içinde ve merkezinde olanlarla görüşmek daha makul ve mantıklı bir yol olarak görülüyor. Hukukun en önemli işlevi ise kararların, süreçlerin ve mahkeme sonuçlarının, geniş kamuoyunu ikna edecek mahiyette olmasıdır. Elbette açık, anlaşılır ve şeffaf olması icap eder. Daha da önemlisi her sosyal, siyasal ve ulusal sorunun asgari talepleri vardır. Çözüm önerisi ve yolları, bu taleplerin karşılanmasını zorunlu kılar. Örneğin sınıf mücadelesi ancak, sınıfların ortadan kalkmasıyla son bulur. İnanç, din, cins, etnisite ve benzer kimliksel sorunlar, ancak eşit yurttaşlık ve tam hak eşitliği gerçekleşirse son bulur.

Emperyalizm koşullarında ulusal sorunlar, ulusal taleplerin karşılanması veya ulus devletlerin inşa edilmesiyle çözüme kavuşabilir. Temel taleplerin hükmünü sürdürdüğü koşullardaki barış, Kant’ın terimiyle, “ebedi barış” olmaz “geçici barış” olur. Sorunlar, bir süreliğine halının altına süpürülmüş olur. Bu durumda, kitleler kısa zaman dilimlerinde barış için moralize olsa da uzun süreçler söz konusu olduğunda moralin yerini, moral bozukluğu alabilir.

Kapitalizm ve Toplumsal Çürüme

Kapitalizm ve toplumsal çürüme derken ahlaka gönderme yapıyoruz. Oysa sanki genelde ahlaki bir toplum var da, ahlaki bir dünyada yaşıyoruz da bazen de ahlaksızlık çıkıyor… Kapitalizm koşullarında ahlaki çürüme kişilere bağlı değil sistemsel bir sorundur. Sanki burjuva kurumları ve çoğunluk ahlaklı imiş de bazı kişiler ahlaksızmış! Tamamen çarpıtma! Tersine kitlesel bir ahlaksızlık, kişisel düzeyde ise ahlaki durum söz konusu.

Sınıflı toplumlar doğaları gereği suç ve suçlu üretirler. Bu yüzden “her şey son zamanlarda bozuldu ve çürüdü” yaklaşımı doğruyu yansıtmaktan uzaktır. Kapitalizmin giderek gericileştiği yalnızca emekçi sınıflara değil toplumun her katmanı için yozlaşma getirdiği doğrudur. Bu da manidardır. Çünkü sınıflı toplum, sömürü ve ahlaksızlık üreten bir sistem olmakla birlikte bunu sürekli daha üst boyutta gerçekleştirmektedir. Bireyselleşme, bencillik ve bunu yayan sosyal medyanın durumunu konunun güncelliği açısından akılda tutmak yanlış olmaz.

Toplumsal çürümenin giderek artması tesadüfi değildir. Sınıf mücadelesinin gerilemiş olması, ezilen halkların ve bilhassa dünya proletaryasının savunma konumunda bulunuyor oluşu, bu çürümede elbette ki etkilidir. Tespit ediyoruz ki, 60-70 yıldır dünya düzeyinde bir devrim olmuyor. En son Marksist nitelikte bir devrim Küba’da olmuş idi. Bu durum kitleleri demoralize ediyor. Umutlarını kaybeden toplumlar ahlaki yozlaşmanın içine düşer. Enternasyonal proletaryanın mutsuzluğunda Sovyetik yönetimlerin çökmesi de etkili olmuştur. Bölgede umut ve moral kaynağı olarak devrimci çabaları ve özellikle de Kürt halkının sürdürdüğü mücadeleyi görmek gerekiyor.

Modern Dinler ve Duraklama

Ülkemiz devrimci örgütleri ise 1980 darbesinden sonra, dönemsel olarak yakaladığı yükselişten uzaklaşarak duraklama ve gerileme dönemine girmiştir. Post devrimcilik dönemi diyebiliriz. Tüm bunlar çürümenin kaynağı olarak görülebilir. Toplumsal umutsuzluk ve peşinden gelen çürüme kitleleri kutsal dinlerin olduğu gibi modern dinlerin pençesine atar. Eskiden devrimci mücadeleye eğilim gösteren kitleler şimdilerde ideolojik bir savrulma içine girmişlerdir. Toplumsal özgürlük taleplerinin ve devrimciliğin yerini reformizm, laiklik, milliyetçilik, sekülerizm, demokrasi, modernizm, ateizm, aydınlanmacılık, deizm, alkolizm, egoizm, romantizm, modaizm, markaizm gibi modern dinlere sarılma almıştır.

Marksist teori ahlaki, dini, felsefi, hukuki vs. kurumları ekonomik ilişkilerle, mülkiyet şekilleriyle, toplum biçimleriyle açıklar. Ahlaki, estetik ve sosyal çürüme kuşkusuz ki ekonomik göstergelerle ilgilidir. Enflasyonun yüksek oluşu, yoksullaşma, işsizlik, yalnızca beslenme standardını düşürmekle kalmaz. Etik değerlerin düzeyini de düşürür. Hırsızlık, yalan, fuhuş, suç artar. Demek ki bir yerde ekonomik kriz varsa etik, estetik ve politik kriz de vardır. Genellikle yalnızca politik kriz kabul edilir. Oysa kriz toplumsal düzeydedir. Kültürel ve ahlaki kriz, neden olarak değil ekonomik krizleri izleyen olgular olarak karşımıza çıkıyor. Bu koşullarda devrimci değerler erozyona uğrar.

Marx’a göre ahlak ancak komümizmde mümkün olur. Bu yüzden de ahlaklı insan komünizm için mücadele eden insandır. Ona göre kitlelere, “şöyle böyle yaşarsanız ahlaklı olursunuz” diyenleri ahlaki vaizler olarak nitelemek gerekir. Marksizm, ahlakçı olmayı değil ahlaklı olmayı önerir. Ahlaklı olmak da, ahlakı yorumlamak değil ona temel teşkil eden dünyayı değiştirmekle mümkündür.

(2. BASKIYA ÖNSÖZ)

Previous StoryFelsefe, Bilim ve Kadın
Next StoryHangi Aydınlanmanın Mirasçısıyız?

Son Yazılar

  • Ercan Kanar’ın Hukuk Felsefesi
  • Herkes Felsefe Öğrenebilir mi?
  • Hukuk Felsefesi ve Eşitlik
  • Aleviler ve Eşitlikçi Kaynaklar
  • Emperyalizm ve Dünya Barışının Koşulları

Arşivler

  • Ekim 2025
  • Eylül 2025
  • Ağustos 2025
  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Ocak 2024
  • Aralık 2023
  • Kasım 2023
  • Ekim 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023
  • Haziran 2023
  • Mayıs 2023
  • Nisan 2023
  • Mart 2023
  • Şubat 2023
  • Ocak 2023
  • Aralık 2022
  • Kasım 2022
  • Ekim 2022
  • Eylül 2022
  • Ağustos 2022
  • Temmuz 2022
  • Haziran 2022
  • Mayıs 2022
  • Nisan 2022
  • Mart 2022
  • Şubat 2022
  • Ocak 2022
  • Aralık 2021
  • Kasım 2021
  • Ekim 2021
  • Eylül 2021
  • Ağustos 2021
  • Temmuz 2021
  • Haziran 2021
  • Mayıs 2021
  • Nisan 2021
  • Mart 2021
  • Şubat 2021
  • Ocak 2021
  • Aralık 2020
  • Kasım 2020
  • Ekim 2020
  • Eylül 2020
  • Temmuz 2020
  • Haziran 2020
  • Mayıs 2020
  • Nisan 2020
  • Mart 2020
  • Şubat 2020
  • Ocak 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Ekim 2019

Kategoriler

  • Etkinlik
  • Felsefe
  • Genel
  • Hakkında
  • Kitaplar
  • Konuk Yazar
  • Politika
  • Sanat
  • slider
  • Uncategorized

Sayfalar

  • #14 (başlık yok)
  • Biyografi
  • İletişim
  • Sample Page

Sayfalar

  • #14 (başlık yok)
  • Biyografi
  • İletişim
  • Sample Page

Son Yazılar

  • Ercan Kanar’ın Hukuk Felsefesi
  • Herkes Felsefe Öğrenebilir mi?
  • Hukuk Felsefesi ve Eşitlik
  • Aleviler ve Eşitlikçi Kaynaklar
  • Emperyalizm ve Dünya Barışının Koşulları

Kategoriler

  • Etkinlik
  • Felsefe
  • Genel
  • Hakkında
  • Kitaplar
  • Konuk Yazar
  • Politika
  • Sanat
  • slider
  • Uncategorized

İletişim

e-posta – akkaya44@hotmail.com Telefon - 0544694 5456
Bu site 2019 Tarihinde Mehmet Akkaya Tarafından Yapılmıştır