İstanbul’da 1 Mayıs 2025
KADIKÖY, KARTAL, TAKSİM
Taksim talebi hangi şartlarda doğru bir talep olur? 1 Mayıs’ın sembolik devrimci bir mekanı olan Taksim’i elde edebilecek bir gücünüz olduğu zaman! Böyle bir güç olmadığı halde varmış gibi göstererek Taksim önerisinde bulunmak, hem objektif ve dürüst bir tavır olmaz hem de bir dayatma olur. Kitlelerin kabul etmediği, ikna olmadığı koşullarda bu yola başvurmanın adı ise gençlik hareketleri için romantizm (tecrübesizlik nedeniyle), deneyimli devrimciler içinse anarşizm veya sol sekterizm olur. Egemen sınıflar, bu tarz pratiklere şiddet aramak manasında maceracılık da diyor. Kaldı ki ben, romantizmi ve anarşizmi tümüyle reddeden birisi de değilim. Paris Komünü’nde olsun özellikle 1 Mayıs’ın kaynakları bakımından olsun, anarşizmin sınıf mücadelesine büyük katkıları olduğuna inanırım.
İstanbul Proletaryası ve Kadıköy
İstanbul proletaryası ve ezilenler bu sene 1 Mayıs’ı parçalı geçirdi. Üç parçaydı. Kadıköy, Kartal ve Taksim’e çağrılar oldu. Çağrılar, biraz hava durumuna uydu diyebiliriz. 1 Mayıs Perşembe günü, İstanbul’da hava parçalı, çok bulutlu ve yağışlıydı. Kadıköy’den bakarak söylenirse kitle ıslandı. Polisin su, gaz vs. sıkmasına lüzum kalmadı. Egemen sınıflar doğayı da yanlarına alarak emekçileri bir güzel abluka altına aldılar. Yağmur nedeniyle ayakkabılar su aldı. Üst baş yaşardı. Yine de bütün bunlar, birçok arkadaşla buluşmamızı ayaküstü de olsa hasret giderip politik, felsefi fikir teatisinde bulunmamızı engelleyemedi. Öbür yandan ekmek, iş, aş, barış, devrim ve iktidar talepleri içeren pankartların yükü de arttı, ağırlaştı. Üstelik hava yağışlı olduğu gibi nispeten de soğuktu. Bu olumsuz hava koşulları kortejlerin de biraz yavaş yürümesine neden oldu. Saat 13.00 olduğu halde grupların alana girişi sürüyordu.
Kadıköy’de iki koldan kortejler oluşturarak yürüyen kitle birbirinden moral ve motivasyon alarak soğuk ve yağışlı havayı savuşturacak teknikler geliştiriyordu. Yürüyüş kolunun birisi Söğütlüçeşme, diğeri Haydarpaşa yönünden oldu. Söğütlüçeşme kolundan hareketle söylüyorum, köfte, simit ve su satan emekçiler yanında yağmurluk satanların da yüzü gülüyordu. Sakin, devletten ve onun uzantılarından korkmayan, kendinden emin bir kitle vardı. Grup, örgüt ve partiler arasında fraksiyoner hukukta da sanki bir olgunluk ve ılımlılık kendini belli ediyordu. Daha evvel kavgalı, kanlı bıçaklı olan fraksiyonlar bile, birbirlerine gayet saygılı bir biçimde yürürken kendi belirledikleri pankart, flama ve sloganları kitleyle paylaşmakla meşgul idi.

Sloganları paylaşanlar içinde gençler ve bilhassa öğrenci gençlik de vardı. Pankartlarında ise “Anfilerden, sınıflardan çıkıp gelerek gerçek sınıfımızla buluştuk” şeklinde ifadeler vardı. 2025’te 1 Mayıs’ın odak noktası, kuşkusuz ki Kadıköy oldu. Kanaatimce 50.000 kişilik bir kitle vardı. Devlet partisinin etkisi ve dolayısıyla resmi ideoloji ve reformist eğilimler de kendini belli ediyordu. Bilhassa güçlü bir katılım gösteren gençlik, “sınıftan çıkıp sınıfa katıldık” gibi metaforik bir ruh durumuna sahip olmakla beraber, “birilerinin askeri” olduklarını ilan edecek denli de sınıf bilincinden uzak bir düşünce içindeydiler.
Toplumun bütün kesimlerinin, ülke ve dünya platformlarında kabul gören örgüt, parti, gazete ve dergi çevrelerinin ortak adresi olmuştu Kadıköy. Yerel ve evrensel düzeyde talep, görüş ve öneriler vardı. Sınıf ve kimlik siyasetinin sentez edildiğini anlamak zor olmuyordu. Yine de sınıfın, emekçi sınıfların damgasını taşıdığı bir miting olduğu çok açıktı. Emperyalist savaşlara ve elbette sömürücü düzene, devlete, hükümete karşı sloganlar baskındı. Faşizme karşı birlik ve dayanışma öneriliyor, işçi ücretleri, emeklilerin talepleri ve barış sorunu gündem yapılıyordu. Kadın cinayetlerini mahkum eden anlayışlar öne çıkarılmıştı.
Hak – hukuka olan ilgi de baskındı. Nitekim Demirtaş ve İmamoğlu’nun durumu ve mesajlarının miting kürsüsüne de yansıdığı düşünülürse hukuk meselesinin ne denli önemli olduğu da, sanırım anlaşılmıştır. Oysa faşizm koşullarında hukuk aramanın, kendisinde de büyük bir açmaz olduğu açıktır. Sınıf taleplerini aşan özellikler de söz konusu oldu derken ekolojik tespit, öngörü ve mücadeleye de dikkat çekilmesini kastediyorum. Doğa dernekleri, birçok devrimci – demokratik kitle örgütleriyle birlikte kortej ve miting alanında yerini almıştı. Zira sermaye, yalnız insan ve toplumsal dünyayı yağmalamakla kalmıyor, doğayı da bir nevi piyasalaştırmış durumdadır.
Marksizm, Romantizm, Anarşizm
Yazının başlığında “üç parçalı 1 Mayıs” ifadesine yer verildi. Parçalılık Kadıköy’de de konu edildi. Yaklaşımlar da muhtelifti. “Gençlik örgütleri Taksim’e gitti” denildi. Oysa buradaki gençlik kortejleri de az değildi. “Örgüt ve partilerin gençlik örgütleri, özerk davranıp Taksim’e gidiyor” diyenler de vardı. Halkların partisi, Kadıköy için çağrı yaparken “gençlik meclisleri” Taksim demişti. Yani mekan olarak ayrışma dışında muhalif yapılar kendi içinde de ayrışmıştı anlaşılan.
Taksim ve Kartal’ı da dikkate alırsak 1 Mayıs’ın, kentte en geniş kesimlere yayılması olumlu, olması gereken bir durumdur. Böylece devrimci duruş ve tavırlar geniş kitlelere daha çok ulaşır. Bu geniş alana yayılma, devlet güçlerinin de parçalanıp daha zayıf hale gelmesine etki eder. Taksim kuşkusuz ki sınırlı sayıda kişinin ve devrimci çevrelerin hedefi oldu bu sene. Dolayısıyla kitlelerin Kadıköy’de, kısmen de Kartal’da olduğu halde, devrimcilerin Taksim’de olmak istemesi izaha muhtaç bir durum gibi görünüyor!
Misal “Ezilenlerin partisi” olarak bilinen bir hareketin, emekçiler ve ezilenlerin olduğu bir mekanda olup onlara kendi politik, iktisadi, ideolojik görüş, bilinç ve önerilerini taşıması gerekmez miydi? Belki de “Taksim’i alırız, emekçileri ve ezilenleri yanımıza davet ederiz” biçiminde düşünülmüş olabilir. Eğer böyleyse bu da çok naif ve üstenci bir tavır olur. Üstelik bugünkü koşullarda Taksim meydanına çıkmanın imkansız olduğu da başka bir realite. Elbette doğru adres Taksim’dir. Doğrular, onu gerçekleştirecek güçler varsa anlamlıdır. Aksi halde olup bitenlere zorlama anlam verilmiş olur.
Yeni kuşak genç devrimcilerin de bir kısmı Taksim’i adres göstermiş. Belki tecrübe eksikliğinden dolayı bunlar anlaşılabilir. Yılların tecrübesine sahip sosyalist yapıların, objektif ve öznel şartları görmezden gelip inatçılık ederek, belki de diğer devrimcilerle rekabet sebebiyle kitlelerden kopuk hareket etmesini sorgulamak gerekiyor. Durumu öğrendiğimde, dün akşam da haberleri izleme ihtiyacı hasıl oldu. İlk aklıma gelen, Türkiye sol, sosyalist, Marksist geleneklerde içkin olan bir tür anarşist ve romantik tavırların varlığı oldu. Sıklıkla Marksizm savunulur, pratikte ise anarşizm sergilenir.
Taksim hadisesini, söylenenleri ve medyadan izlediklerimi düşündüğümde anarşizmle ilişkilendirmek mümkün oldu. Tarihteki örnekler ve günümüzde Avrupa ülkelerinde görünen anarşist formu dikkate alırsak bizdeki biçiminin zayıf ve cılız olduğunu da ayrıca not etmek kaçınılmaz görünüyor. Marksizm güç kaybettikçe Marksizm dışı akımlar, reformizm, anarşizm, romantizm, sağ ve sol sekter eğilimler güçleniyor gibime geliyor.
Kartal ve Düzen Sendikacılığı
Basın, sosyal medya ve kamuoyundan verilen bilgilere bakılırsa Kartal’da yapılan 1 Mayıs gösterilerine de onbinlerce işçi, emekçi katılmış. Düzen sendikacılığı belirleyici olsa da, emekçilerin talepleri bunun aşıldığını gösteren pratiklere de tanıklık etmiştir. İşçi vasfına uygun en geniş katılımın Kartal’da olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Bunun iki nedeni olabilir. Anadolu yakası ve bilhassa Kartal, Pendik, Gebze çevresi öteden beri işçi havzası olarak bilinir. Kapitalist üretim ilişkileri bu bölgede egemen haldedir.
Kartal’daki işçi katılımının yüksek olmasının ikinci nedeni sosyolojik olabilir. Örneğin Kadıköy’de İstanbul proletaryası ile birlikte Kürtler ve Kızılbaşlar da vardır. Keza sermayenin baskısı altındaki küçük burjuva çevreler, küçük esnaf, aydınlar, öğrenciler, ezilen cinsler de yer almıştır. Bu türden ezilen halk tabaklarının, Kartal’da da kendilerine yer bulduklarını sanmıyorum. Bulmuşlarsa bile bunun sınırlı olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Dolayısıyla proletarya partileri olsun, ezilenlerin örgütleri olsun, işçi sınıfının enternasyonal günlerinde Kartal gibi toplantı alanlarına yüz çevirmeleri de sorgulanması gereken bir husustur.
Kuşkusuz ki Kartal, hükümet partisinin damgasını taşımıştır. Bununla birlikte ilgili konfederasyona bağlı birçok sendikanın eskiden beri devrimci demokratik bir nitelik taşıdığı da biliniyor. Yine Kartal 1 Mayıs mitingiyle ilgili haber ve yorumlara bakılırsa bugünkü düzeni ve hükümeti teşhir eden, istifasını isteyen sloganlar az değilmiş. Tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması talebi bizatihi vurgulanmış. Emeğin ve emekçilerin lehine pekçok konuşma yapıldığını ve sloganlar atıldığını düşünebiliriz. Elbette Kadıköy’deki gibi birçok dilden sunumlar yapılıp şarkılar, türküler söylenmiş değildir.
Kartal’da Kürtler, Kızılbaşlar gibi ezilen kesimlerin sesine, diline, talebine yer verildi mi, bilemiyorum. Kartal için söylersek kendi bayraklarını, kendi ideolojilerini taşımaları için bunların ne olduğunu bilmeye ve model görmeye ihtiyaçları olduğu da bir gerçek. Nihayetinde işçi sınıfı bilinci, doğalında öğrenilen bir yetenek olmakla birlikte “taşınan” bir yetenektir de. Bu yüzden Kadıköy ve Kartal’da olmayıp Taksim’de olmanın, bu açıdan da sorgulanması gerekiyor.
1 Mayıs, Yerellik ve Enternasyonalizm
Komünist olduğu iddiasındaki her örgüt ve partinin ruh durumu emekçi sınıfların ve geniş halk kitlelerinin ruh durumuyla uyumlu olmak durumundadır. “Ben yürürsem onlar peşimden gelir” anlayışı ancak bazen doğrulanıyor. Çoğu zaman yanlış olduğunu gösteren yüzlerce kanıt var. Netice itibariyle ezilenlerin partisi ve gençlik meclisleri gibi adlarla Taksim’e yönelen devrimciler kanaatim odur ki bu ortak duyguya uzak kalmıştır. Şöyle bir sonuç çıkartmak da mümkündür: Burjuva medya, devrimcilerin Taksim ısrarını bir asayiş sorunu olarak ele alıp istismar etmiştir. Taksim’i merkeze koyup emekçi sınıfların ve ezilenlerin düşünüş tarzını, hareket biçimini, gücünü, taleplerini, bayrağını, birliğini zayıf göstermek, gözardı etmek, hatta yok saymaya çalışmıştır.
Taksim’i, öznenin şartlarına bakmadan, somut güç durumlarını ve sınıfsal konumlanışları dikkate almadan “ben”den hareket ederek ele almak sorunlu bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım evrensel bir sorunu yerelleştirmek anlamına gelir. Bu yazıda bile Türkiye’deki 1 Mayıs örneklerinden değil, dünyadaki 1 Mayıs mücadele günlerinden de değil yalnızca İstanbul ve Taksim’den söz ediliyorsa Marksizme eklemlenmiş romantik ve anarşist bakış açılarının etkisi nedeniyledir.
Sonuçta evrensel düzeyde tartışılması gereken 1 Mayıs gerçekliği, proletarya enternasyonalizmi açısından anlam ararken yerel bir sorun haline getirilerek sıradan bir asayiş meselesiymiş gibi gösteriliyor. Taksim, simgesel devrimci bir mekan olarak devrimci mücadelede bir araç iken, birden amaç haline geliyor. Amaç ise daha uzak bir geleceğe bırakılıyor. Hatta unutturuluyor. Sınıf teorisi daha az konuşulurken Taksim onun da üstünü örten bir işlev görmektedir. Sanki devrimin yolu Kadıköy, Bakırköy, Kartal veya benzer mekanlardan değil de “yalnızca” Taksim’den geçer gibi bir “algı” oluşturuluyor. Bu tek yanlı idealist bir bakıştır.
Taksim alınmaz değildir elbette. Nitekim 2010’lu yıllarda alınmıştır da. 2013’teki haziran günlerinde yalnız alınmakla kalmamış, meydanda “komün” de kurulmuştur. Benzer koşullar oluşursa, oluşturulursa tekrar alınır. Taksim’in nihayi alınması ise Türkiye ve Kürdistan proletaryasının devrim yapıp demokratik halk iktidarı kurmasıyla mümkün olur.