Yine geniş bir kitle toplantısında dostlarla bir araya geldik. Emek Partisi’nin düzenlediği toplantı Avcılar – İstanbul’da oldu (10. 2. 2024). Sanırım beş yüzden fazla insan vardı. Salondaki moral motivasyon sanki düzene bir tepki gibiydi. Sokaklarda, üretim alanlarında nefesi kesilen kitlelerin en küçük bir olanak yaratıldığında kendilerini gösterdikleri anlaşılıyor. Salonda “büyük anlatılar”, lüzumsuz nutuklar ve abartılı konuşmalar olmadı. Dolayısıyla önceki toplantılara oranla biraz daha mütevazilik ve ağırbaşlılık vardı diyebiliriz.
Semtten bir grup arkadaşla katıldık toplantıya. Yemekli içkili bir buluşma oldu. Levent Tüzel dahil olmak üzere pek çok işçi, emekçi, kadın erkek, sendikacı arkadaşla karşılaştık. Divriği Kültür Derneği Başkanı Orhan Akkaya, semt muhtar adayımız Canan, baba kız basın fotoğrafçım olan dostlarım Hidayet ve Evrim de oradaydı. Gözlerim Fatih Polat’ı aradı. Orada mıydı, bilmiyorum. Program müzik ağırlıklı geçti. Söylenmesi gerekenleri, sahne alan dostlar adeta sazlarıyla, gitarlarıyla, notalarıyla söylediler. Sözlerini Sabahattin Ali’nin yazdığı Leylim Ley türküsü dillendirildiğinde sahne dans edip halay çekenlerle doldu.
Kitle oynarken salon emekçilerini düşündüm. Büyük restoranlarda garsonların hareketi, davranışı, emeği, durumu oldum olası dikkatimi çeker. Çünkü bu defa da, olduğu gibi koşturarak çalışırlar, karşılığını ne derece alırlar, bilinmez. Bunca yoğun emeğe karşı yine de gülümsüyor, mutlu görünüyor oluşları izaha muhtaç bir durum olsa gerek. Keza salonda kendilerinin konuşulduğunu, oradaki toplantı amacının direk kendileri ile ilgili olduğunu düşünürler mi, onu da merak ederim. Mesela konuşan sendikacı, restorant emekçilerini ne oranda ilgilendirmiştir acaba? Belki sendikalı işyerlerinde belli bir sınıf bilinci gelişmiş olabilir ama küçük işletmelerde durumun hiç de iç açıcı olmadığı söylenebilir. Bildiğim kadarıyla Marx, lümpen proletarya kavramını da otel, motel, restoran, bar, pavyon, kozmetik söktörlerinden hareketle geliştiriyor.
Deliloy türküsü söylendiği sırada bizim masadakiler de dahil olmak üzere büyük çoğunluk sahnedeydi. Bir arkadaş sahnede oynayanların çoğunluğunun kadın olduğunu fark edince sormadan edemedi: Neden kadınlar çoğunlukta? Her türden kitle davranışının sınıfsal olduğu dikkate alınırsa belli bir yanıt oluşuyor aslında. Sınıfsal örgüt, parti ve dernek gibi oluşumların politik karakteri gereği etkinlikler de son çözümlemede politiktir. Dolayısıyla dans, halay ve türkülerin de politik olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Buna göre kitle davranışının aktif veya pasif, devrimci veya reformist olsun, politik olduğu aşikardır. Kitle toplantılarında ve eylemlerinde kadınların ve Kürtlerin dinamik olması bundandır. Diğer toplumsal kesimlere oranla sömürüye daha fazla maruz kaldıkları içindir. Toplantı bileşenlerine bakılırsa kadınların ilgisi yoğun olmakla birlikte gençler açısından benzer düşünceleri söylemek zor.
Programın konuşmalar, müzikler ve oyunlar biçiminde sürdüğünü söylemiş oluyorum. Kitap stantları da bu türden kitle buluşmalarının ayrılmaz parçası oluyor. Kitaplara, hangi kitaplara nasıl bir ilgi olduğunu da gözlemleyip yazsaydım iyi olurdu. Ben kitap ve olup bitenin felsefesini düşünürken salonda bir ara kısa bir sessizlik oldu ve bir konuşmada geçen slogan gibi sözler dikkatimi çekti: İş, Ekmek, Özgürlük! Bu sözlerin duyulmasına salon karşılık verdi. Karşılık tekrardan ibaretti. Eskiden bu sözlerden sonra “kahrolsun faşist diktatörlük” denilirdi. Bu noktada bir geriye düşüş ya da geri çekilişten söz edilebilir. Böylesi bir geri çekilmenin lokal nedenleri yanında esasen evrensel nedenleri olduğunu düşünebiliriz. Devrim rüzgarların yerini, büyük oranda reform rüzgarları alıyor. Umarım proletarya, olgunlaşmasını tamamlayıp bu gidişatı tersine çevirecek bir atılım yapacaktır.
Kitlesel etkinliklerin zayıfladığı ve devlet (sermaye) tarafından engellendiği günümüz koşullarında sayıları binlere varan insanların bir araya gelmesi önemlidir. Çünkü meydanların, sokakların söylediğini bazı tarihsel şartlar içinde salonlar daha anlamlı söyler. Salon duvarları, ekranlar fazlaca etkili olur. Bunları küçümsemek yanlış olur. Reformizme, uzlaşmaya ve her şeyi kamuculuğa indirgeyen Marksizm dışı politikalara karşı devrimci politikaları savunurken kitlesel duruşları ön plana çıkarmak kaçınılmaz görünüyor.
Nihayet kitlenin, duvarlarda yazılı olan “Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sözlerine baktıkça bir çok konuyu sorguladığını düşünüyorum. Benzer içeriklerin program boyunca ekrandan da yansıtıldığını anımsatmak gerekiyor. İlerleyen saatlerde Karadeniz türkülerine ve Kürtçe şarkılara geçildiğinde saatler epeyce ilerlemişti. Topluluk, salondan yavaş yavaş ayrılmaya başladığında ekranda büyük puntolarla bir slogan belirdi: “Barbarlık yenilecek işçi sınıfı ve halklar kazanacak!”