Aralık ayı ülkemizin yakın tarihi açısından kayıplar, kıyımlar ve katliamlarla anılır oldu. Maraş ve Roboski başta olmak üzere Erdal Eren’in idamı da Aralık ayında vuku buldu. Hayata Dönüş operasyonları ile de hapishanelere yönelik, tarih de eşine benzerine pek de rastlanmamış bir saldırı yapıldı ve çok sayıda devrimci, özgürlük savaşçısı tutsak yaşamını yitirdi. Yakın tarih dedim ama uzak tarihi de dahil ederek kendi coğrafyamızda “köylü sosyalizmi”nin ilk mimarı olan Şeyh Bedreddin’i de anmak gerekiyor. Bedreddin de anımsanacağı gibi Osmanlı egemen sınıfları tarafından Aralık 1416 (?)’da idam edildi. Dolayısıyla Türkiye’nin politik tarihini tahlil etmek isteyen bir araştırma, projeksiyonunu öncelikle Aralık ayına tutup, Aralık ayında neler oldu sorusuna yanıt aramalıdır.
Bu hafta Maraş başta olmak üzere, Aralık ayında kaybettiklerimiz, çeşitli eylem ve etkinliklerle anılıyor. Başta Maraş olmak üzere Aralık anmaları için haftasonu PSAKD Güngören Şube’de bir araya geldik (23. 12. 2023). Alevi medyasından Sezgin Kartal’ın moderatör olduğu panelde Dilek Odabaş ile birlikte sunumlar yaptık. Program şube başkanı Kenan Yerlitaş’ın, açış konuşmasıyla başladı. Konunun içeriğine uygun okuduğu şiirler de dikkat çekici idi. Kartal ve Odabaş, Maraş’ta neler yaşandığı üzerinde durdular. Sonrasında neler olduğu, hukuksal süreçlerin neden tıkandığı konusunda ufuk açıcı tespitlerde bulundular.
Saldırıların, Kürt, Kızılbaş ve komünistlere yönelik olduğu düşünülürse sorunun sınıfsal bir karakterinin olduğunu söylemek kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla benim sunumumda da Maraş’ta gerçekleşen katliamın politik ve ekonomik nedenleri açıklama hedefi vardı. Bana göre Aralık ayındaki kayıpları yalnızca dramatik bir tarzda okumak yanlış olur. Çünkü Bedreddin’den beri, çok acı süreçler de olsa, yaşanan her tecrübe yalnızca yenilgiden ibaret olmamıştır. Bir çok hak ve özgürlüğü de günümüze miras bırakmıştır. Nitekim bir direniş geleneğinin oluşması da yine önceki tecrübelerden mirastır. Bu yüzden Aralık ayı yenilgilerin zamanı olduğu kadar devrimci, özgürlükçü, direnişlerin olduğu bir zamandır da denilebilir.
Analitik Felsefe ve Diyalektik Felsefe
Analitik felsefeler, bilinçten ziyade bilgiye odaklanır. Her tarihsel olay, savunma, savaş ve direniş diğerlerinden izole edilerek ele alınır. Burjuva, liberal – analitik felsefelere göre örneğin Maraş katliamı ile Roboski arasında ortak bir nokta bulunmuyor. Yine bu anlayışlar açısından 15. Yüzyılda vuku bulan Şey Bedreddin hadisesi ile F Tipi hapishanelerine karşı yürütülen direnişler de bağlantısız olgulardır. Bu felsefelere göre varlığın bilgisi için akıl ve deney yeterlidir. Tarihsellik ve toplumsal üretim ilişkileri dikkate alınmadığı için genel bir bilinçlenme ve özel olarak bir tarih bilinci de söz konusu olmuyor. Bilgi, bilince dönüşmüyor.
Salondaki soru, eleştiri ve önerilerin de bu çerçevede anılması yanlış olmaz. Sorular, emekçilerin ve ezilenlerin birliğinin nasıl gerçekleşebileceğine ilişkindi. Böylesi soruların bilinen bir reçetesinin olmadığını söyledik öncelikle. Yalnız Alevilerin kendi birliğini değil, diğer ezilen kesimlerle bir araya gelmenin, güçleri birleştirmenin de politikasını yapmak gerektiği savunuldu. Elbette teorik ve pratik mücadelenin daha da geliştirilerek sürdürülmesinin en makul ve yaratıcı yol olduğuna işaret edildi.
Geçmiş ve Gelecek Diyalektiği
Liberal filozoflarda geçmiş, şimdi ve gelecek diyalektiği söz konusu değildir. Olay ve olgular birbirinden kopuk bir şekilde ele alındığı için varlığın ve varlık tarzlarının bilincine değil, en fazla bilgisine ulaşılmış oluyor. Dolayısıyla bu ana akım düşünce yöntemleri bakımından Maraş’ta Aralık 1978’te Kızılbaşlara yönelik saldırılar, münferit olaylardır! Bedreddin isyancıdır, Aralık 2011’de Roboski’de katledilenler kaçakçı, Aralık 2000’de hapishanlerde yakılarak öldürülenler kanun dışı, komünistlerdir. Ana akım burjuva / feodal düşünürler, filozoflar, sanatçılar ve hukukçular açısından burada yanlış olan bir durum yoktur. Herşey hukuka uygundur! Olaylar içinde bazı (münferit) suçlular varsa onlar da yargılanmıştır.
Devlet, Sermaye ve Silah
Egemen sınıflar tarih boyunca her direniş, saldırı ve katliamı hukukileştirerek sıradanlaştırır. Sosyal olayları, fiziksel olaylarmış gibi ele alır ve insanı, insan ilişkilerini ve toplumu değil düşünceyi, bilimi, siyaseti, yargıyı, dini, devleti yüceltir. Platon gibi büyük filozoflar bile hasta, kötürüm, yaşlı ve yeteneksiz insanlara ütopik devletinde yaşama hakkı vermez. Öğrencisi Aristoteles de farklı değildir. Onlara göre halkın, emekçilerin, kölelerin değil devletin dediği olmalıdır. Bilinmez ki devletin onayı ve desteği olmadan hiç bir katliam gerçekleşmez. Bilinmez ki her devlet, sermayenin silahlı bir uzantısı olarak vardır. Dolayısıyla devletin desteği, yönlendirmesi, katkısı ve daha açık söylemek gerekirse “devletin eli” olmadan ne Maraş ve hapishane kıyımları ne Roboski ne de Taybet İnan ve Erdal Eren kıyımları yapılabilirdi.
Koçgiri, Dersim ve Maraş
Diyalektik materyalist tarih bilinci açısından Maraş katliamı veya hapishanelere saldırılar ilk ve son değildir. Sınıflı toplumlar tarihinde yer alan her olay, tarihsel kesitlerden yalnızca bir kısmını kapsar. Hegel, sosyal ve iktisadi olguları geist (ruh) ile açıklamıştı. Ödünç alarak söyleyelim. Roma’da Spartaküs, Ortadoğu’da Hallaç-ı Mansur, Anadolu’da Bedreddin olarak görünüşe çıkan “ruh”, günümüzde de değişik formlara bürünerek ortaya çıkmaya devam ediyor. Türk devleti ile Kürdistan’ı, İsrail ile Filistin’i örnek verebiliriz. Marx ve Marksizm, bu ilişki biçimlerinin ve saldırıların motivasyonu olarak sınıf ve sömürü ilişkilerini görmektedir. Uygarlık, yani kapitalizm geliştikçe özgürlükler yerine saldırı ve kıyımlar gelmiştir.
Kapitalizm, önüne çıkan tüm sömürü karşıtı toplulukları ve direnişleri ezme, yok etme eğilimi taşır. Bu yüzden Kızılbaş toplulukları gibi eşitlikçi kültürleri en büyük tehlike olarak görüp ezme yoluna gitmiştir. Abbasi, Selçuklu ve Osmanlıda olan Alevi soykırımları cumhuriyetle birlikte hız kesmeden sürmüştür. Koçgiri ve Dersim’de bu kıyımlar zirve yapmıştır. Sonrasında Maraş geliyor.
Foucault, Sistemi Genişletti
Dünya uygarlığının egemen formu olarak kapitalizmi düşünürsek, bu sistemin yalnızca Alevilere değil, sisteme karşı direnç gösteren, örneğin Kürtlere, kadınlara ve bilhassa komünistlere yönelik de düşmanca bir tutum içinde olduğu anlaşılıyor. Fransız filozof M. Foucault, sistemin düşman olarak gördüğü kesimleri daha da genişletir.
Foucault’ya göre modern – uygar dünyada, kapitalizm koşullarında deliler, eşcinseller, işsizler, hırsızlar ve fahişeler de düşman ilan edilir. Demek oluyor ki, bir bakıma uygarlığın en modern ucunda bulunan burjuvazi, en ilkel ucunda bulunan Yunan egemen sınıflarını ve Platon’u devam ettiriyor. Foucault, Hapishanenin Doğuşu adlı kitabında Büyük Kapatma hadisesini inceliyor.
1656’da, Paris’te kurulan Genel Hastane’ye, “ötekiler” doldurulmuştu. Bu mikro model, giderek hastane, cami, okul, hapishane, kışla vs. haline geldi. Egemen sınıflar okul, hastane, cami ya da hapishane ile “yola getiremediği” kişi ve kesimlere karşı inkar ve imha politikaları uyguluyor. Bu politikaları dünya üzerinde olduğu gibi coğrafyamızın da uzak yakın tüm kesitlerinde görüyoruz. Sıklıkla da bunlara maruz kalıyoruz.
Varlığı ve Toplumu Ayrıştırmak
Varlığın, düşünsel ve fiziksel olmak üzere iki yüzü bulunuyor. Siyaset, bilim ve felsefe düşünsel yüze tekabül eder ve olup bitenden mesuldür. Buna göre her düşünce ve her filozof sınıfsal bir konumlanış içindedir. F. Bacon ve Descartes gibi filozofların burjuva çağında ortaya çıkması, varlığı ve bilinci tözlere, kategorilere ayırarak parçalamış olmaları tesadüfi değildir.
Faydacı felsefenin kurucusu Jeramy Bentham’in “modern hapishane” için ilk modellemeyi yapması da, olağan bir bilim faaliyeti gibi görünmüyor. Öyle olsaydı, insanların neden suç işlediği değil de “lüks hapishaneler”de kalmalarını savunmak daha trajik ve komik olurdu.
Burjuvazinin Akıl Hocaları
Diğerleri gibi burjuvazinin bu akıl hocası da, geliştirdiği panoptikon tarzı “modern hapishane” yolu ile mahkuma ceza içinde ceza vermeyi önermişti. Faydacı felsefeye uygundu proje: Az sayıda gardiyan, asker ve polisle çok sayıda tutsağı kontrol edip hizaya getirmek! Jeramy Bentham’in öngörüleri, muhalifleri tespit etmekte etkili oldu denilebilir. Maraş’ta Alevilerin evleri işaretlenirken, Kürtler, komünistler ve direnen kadınlar fişlenirken burjuvazinin, panoptik teknikten yararlandığı anlaşılıyor.
Son yıllarda sosyal hayatta ve savaş cephelerinde görülen kamera tekniği, kapitalizm ve emperyalizmin yeni kıyımlara hazırlandığını gösteriyor. Direnenlerin, sınıflı ve uygar dünyaya, dünyayı hapishaneye çeviren tekniğe ve kapitalist teknolojiye karşı isyanı da devam edecektir. Sinoplu filozof Diyojen ile Büyük İskender arasındaki diyalog halen hafızalardadır. İmparatorluğun gücüne, uygar imkanlarına sahip olan Kral İskender, Diyojen’in fıçılar içindeki yoksul, bakımsız halini görünce böyle büyük bir filozofa sefillik içinde yaşamak yakışmak diyerek “ben bir kralım, imkanım var, neye ihtiyacın varsa benden isteyebilirsin” kabilinden bir şeyler söyler. Sinoplu Diyojen’in yanıtı çok radikal ve cesaret yüklüdür: Gölge etme başka ihsan istemez.
Şimdilerde yeni krallar, Dersim’e, Maraş’a, hapishanelere, Ortadoğu’ya, Filistin ve Kürdistan’a uygarlık, teknoloji, bilim, adalet getirdiğini iddia ediyor: İşte emperyalizm! Emperyalizmin sevk ve idare ettiği bu saldırılara karşı anlaşılan şu ki insanlık, önümüzdeki zaman kesitlerinde sömürülen ve ezilen dünya halklarıyla daha fazla kızıl direnişe, yenilgiye ve yengiye imza atacak gibi görünüyor.