Sınıf mücadelesi tarihinde yenilen veya zaferle sonuçlanan devrimler sürecinde 20. yüzyılın başları son derece zengin tecrübelerle doludur. Bu tecrübelerden beslenmek ve öğrenmek, son derece elzemdir. Özellikle yaklaşık on yıl boyunca devam ettiği halde yenilgiyle sonuçlanan Alman Devrimi’ni bilince çıkarmak gerekir. İkinci olarak da zafarle sonuçlanan Ekim Devrimi’ni anmak gerekiyor. Alman Devrimi kendine özgü çıkardığı devrimci / komünist şahsiyetlerle de bilinir: Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht.
Ekim Devrimi’nin ise pekçok önderi yanında Lenin gibi bir devrim lideri çıkardığını biliyoruz. Her üçünü de Ocak ayında kaybettiğimiz için bu hafta konuyu ekranda da tartışma imkanı bulduk. Özellikle Alman Devrimi’nin, pekçok siyasal gelişme ve Rusya’da başlayıp birçok ülkede devam eden başarılı devrimlerin gölgesinde kaldığını düşünmek yanlış olmaz. Programda, söz konusu gölgeyi nispeten de olsa kaldırma doğrultusunda pozisyon alındığı söylenebilir.
Devrimler, Zaferler ve Yenilgiler
Alman Devrimi ve ona önderlik eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yeterince dünya komünist hareketinin gündemine gelmedi. Neden? Çünkü devrim başarılı olamadı, yenildi. Sınıflı toplumlarda güçlü olana, gündemde olana tapma eğilimi çok baskındır. Bolşevik Devrimi ve Çin Devrimi damga vurdu proletaryanın gündemine. Şimdi bugünden bakınca, yani günümüze bakınca yalnız Rusya ve Çin’deki değil dünyadaki tüm devrimler ve sosyalizmlerin yenildiği anlaşılıyor. Dolayısıyla Alman devrimi ve diğer devrimler bir bakıma aynı düzeyde eşitlendi!
Alman devrimini ve önderlerini konuşma zamanı geldi. Hatta geldi de geçiyor bile denilebilir. Nihayet Hegel, Minerva’nın baykuşu akşam karanlığında uçar, der. Eskiden konuşulmayan konular şimdi konuşulabilir yani. Öyle de yaptık bu hafta. Felsefenin Gözü’nde, SPD, KDP ve RSDİP üzerinden dönemin sembolik isim, kavram ve olaylarının felsefesi yapıldı. 19. yüzyılın son çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreği arasında yoğunlaşma oldu. Proletaryanın ortaya çıkış süreci, sosyal demokrat partilerin örgütlenmesi, enternasyonal hareketler, doğal olarak ön plana çıkmıştır. Bu yüzden de bu yazıda, program boyunca Luksenburg, Liebknecht ve Lenin’e ilişkin konuştuğumuz konuları, içerikleri, ayrıca programdan bakiye kalan meseleleri dikkatlere sunmak istiyorum.
Doğu Sorunu ve Viyana Kongresi
Dönemi doğru anlamak için İngiliz, Amerikan ve Fransız burjuva devrimlerini akılda tutmak lazımdır. 1815 Viyana Kongresi de dönemin doğasını yansıtır. Doğu Sorunu’nu ise anmadan olmaz. Doğu’daki Avusturya, Rusya, Osmanlı imparatorluklarının kaderinin belirlenmesi de önemli bir problematiktir. Üçünün de yıkıldığını biliyoruz. Ne var ki yeni durumda emperyalizm hiçbir sorunu çözemedi. Sorun Ortadoğu, Kürdistan, Suriye sorunuyla devam ediyor.

Programda da belirttiğimiz gibi Birinci Emperyalist Dünya Savaşı çıkınca savaşın peşinden yıkılan imparatorluklar ve devrimler var. Bilindiği gibi Rusya, Osmanlı ve Avusturya – Macaristan imparatorluğu yıkıldı. Rusya’da Sovyetler devrimi, Osmanlıda Türk devrimi (karşı devrim) olurken, Almanya’da Alman komünist devrimi oldu ama yenildi. Türk karşı devrimi, TKP, Mustafa Suphi ve Maria Suphi’nin katledilmesiyle başladı. Anımsamak gerekir ki Mustafa Suphi ve TKP kadroları ocak 1921’de katledildiler.
Yenilgiler Faşizm Getiriyor
Bir tespit ile başladık programa: 60 – 70 yıldır dünyada devrim olmuyor. Paris Komünü’nden bu güne yaklaşık 150 yıl geçti. Rusya ve Çin devrimleri oldu. En son Küba Devrimi’ni gördük, (1959). Aradan bunca zaman geçti. Konjonktürel bazı dalgalanmaları saymazsak yeni komünist bir devrimin olmadığı görülüyor. Üstelik iyi kötü varlığını sürdüren Sovyetik yönetimlerin tümü de çöktü (1990). Bir karanlık ve yenilgi dönemi hüküm sürüyor. Elbette bu karanlık dönem sonsuza dek sürmez. İnsanlık nice karanlık dönemleri geride bırakmıştır. Bu yüzden de, yenilseler bile, eski devrimlere, bu devrimlerin komünist ilkelerine sarılmaktan başka çıkar yol görülmüyor. Dolayısıyla programda Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht bağlamında Bolşevik Devrimi ve Alman Devrimi’yle birlikte Lenin’i de konuşmak kaçınılmaz olmuştur.
Devrimlerle birlikte, karşı devrimleri ve yeniligileri de konuşmak gerekiyor. Devrim önderlerinin eksik ve hatalı yanlarını da sorgulamak yanlış olmaz. Devrimciler ve proletarya için mücadele alanında buluşup birlikte mücadele etmezlerse hapislerde buluşurlar, denilir. Tarihsel tecrübeler şunu gösteriyor ki proletarya ve komünistlerin başarısızlığını emperyalizm ve faşizm izlemiştir.
1848-49 devrimlerinin yenilgisini tekelci kapitalizm izledi. Paris Komünü’nün yenilgisini emperyalist savaşlar takip etti. Alman Devrimi’nin ve dolayısıyla Avrupa devrimlerinin 1920’lerdeki yenilgisini tüm Avrupa’yı saran faşizm ve Nazizmler kuşattı. Türkiye komünistlerinin Karadeniz’de hunharca katledilmesi de ülkemizde faşist diktatörlüğün kurulmasına neden olmuştur.
SPD İle RSDİP
SPD derken Alman Sosyal Demokrat Partisi, RSDİP derken de Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi kastediliyor. İlki 1875’te Almanya’nın Gotha şehrinde kuruluyor. Rus partisi ise 1898’de Belarus’un başkenti Minks’te kurulmuş. O zamanki komünistlerin kurdukları partilere genellikle “sosyal demokrat” deniliyor. Alman partisinin iki önemli ismi olarak Williem Liebknecht ve August Bebel’i biliyoruz. Programda SDP’yi ayrıca konuştuğumuz gibi burada da ona ilişkin birazdan ayrıca bilgi vereceğim. Rus partisinde ise kurucuların başında Lenin ile Plehanov geliyor. Martov da var.
Rus partisi, Plehanov’un kurucusu olduğu Emeğin Kurtuluşu ve kuruluşunda Lenin’in de yer aldığı Mücadele Birliği’nin birleşmesiyle varlık kazanıyor. Alman partisinin yayın organı Vorwost (İleri), Rus partisi ise Iskra (Kıvılcım) gazetesini çıkarmıştır. Yani ilk yayınlar. Alman partisi devrimciler ve reformcular olarak bölündüğü gibi Rus partisi de bölünmüştür. İlki revizyonistlere karşı Spartakistler olarak ayrılırken Rus partisi Bolşevik ve Menşevik olarak ayrılmıştır.
Her ikisinde de ayrılık sırasında ortada kalanlar olmuştur. Alman partisinde Kaustky tipik örnekken Rus partisinde arada olup kararsız kalan – sıklıkla- Troçki olmuştur. Her iki parti de II. Enternasyonal’in en güçlü partileri olarak kabul edilir. Spartakistler gibi Bolşevikler de kendi partilerinde Marksist kanadı temsil eder. 3. Enternasyonal’in kuruluşuna öncelikle Spartakistler ve Bolşevikler önderlik etmiştir. İlki süreç içinde Alman Komünist Partisi adını alırken Rus partisi de Rusya Komünist Partisi adını almıştır. Bolşevikler devrimi inşa ettikleri halde (Ekim 1917) Alman devrimi yenilmiştir (Ocak 1919).
SPD’nin Doğuşu ve Evrimi
Rosa Luxemburg’u daha yakından tanımak için SPD hakkında bilgilenmek şarttır. Almanya’nın ve belki de dünyanın en eski komünist partisidir SPD. 1863’te Lassale tarafından kurulan Alman İşçi Birliği ve 1869’da kurulan Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne dayanıyor. Bu iki parti 1875’te birleşiyor. Birleşince isim olarak Sosyalist İşçi Partisi oluyor. 1890’da ise bu isim de değişiyor. Örgüt, Alman Sosyal Demokrat Partisi, yani SPD adını alıyor. 1900’ün başından itibaren üç çizgi kendini var ediyor: Bernstein, Kaustky, Luxemburg.
Luxemburg’un üyesi olduğu SPD, vurgulamak gerekir ki dönemin ve II. Enternasyonal’in en önemli ve dünyanın en güçlü ve önde gelen, prestijli işçi partisidir. Politika açısından “Erfurt Programı” geçerlidir. 1891 yılında kabul edilen programda sınıf mücadelesi, devrim ve nihai hedef olarak sosyalizm savunulur. Luxemburg, 1899 yılından itibaren SPD içinde görüş ve eleştirilerini sakınmadan ifade eder. Luxemburg, 1900 yılına kadar siyasi mücadelesiyle SPD içerisinde yoğunlaşır. Parti içinde reformizme ve revizyonizme karşı “Enternasyonaller” grubunu örgütler. 1914’e gelindiğinde grup radikalleşir ve Spartakistler grubuna dönüşür.

SPD içinde “aşırı sol” olarak bilinen bir klik daha organize olmuştur. Başını Anton Pannekoek’un çektiği grup sıklıkla Spartakistler ile ittifak eder. Burada bir kaçını anmak yararlı olacaktır. Çünkü Lenin’in “Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı” adlı kitabı “Alman solu” için yazdığı düşünülür. Alman solu, Komintern’in üyesi olmuş, destek sunmuş olmakla birlikte sonraları örgütten ayrılmış ya da atılmışlardır. Sol komünistler deyince Herman Gorter (1864-1927), Amadeo Bordiga (1889-1970), Anton Pannekoek,
Karl Korsch, Otto Rühle, Paul Mattick, Sylvia ve Adela Pankhurst gibi isimler akla gelir. Alman solu ve kadroları sıklıkla komünizm teorisinden kopmuşlardır.
Alman Devrimi ve KPD
Devrimci İşçi Temsilcileri ve Karl Liebknecht 6 Kasım’da (1918) toplantı yaparlar. Liebknecht’in devrimi başlatma tarihi olarak 8 Kasım önerisi kabul edilmeyince 11 Kasım gününde anlaşıyorlar. Kitleler 11 Kasımı da beklemeden 9 Kasım’da sokaklara dökülürler. Silahlı işçiler ve askerler sokaklara inmiştir artık. Aslında öncesi de var. Kasım başında Kiel’de (Hamburg) ayaklanma başlamıştır. İşçiler gemilere kızıl bayrak çekerler.
9 Kasım sabahı Berlin’de Spartakistler ve Devrimci İşçi Temsilcileri iki ayrı genel grev çağrısı yapınca işçiler genel greve çıkar. Bir grup silahlı işçi Liebknecht’in önderliğinde İmparatorluk Sarayı’nı, bir grup da Emniyet Sarayı’nı ele geçirir. Spartakistler ile USPD (Alman aşırı solu) birliktedir. USPD’nin sol kanadından olan Eichorn devimci polis şefi olarak seçilmiştir. Fabrikalar, belediyeler, adliyeler, hapishaneler ele geçirilir. Rosa Luxemburg da dahil olmak üzere tüm siyasi tutuklular serbest bırakılır.
Marksizm, Kuşaklar ve Luxemburg
Komünist Parti Manifesto’su milat sayılırsa kurucu teorisyenler Marx ve Engels olmuştur. Bunlara Birinci kuşak Marksistler denilebilir. 1848-1849 devrimlerin yenilgisine tanık oldular. 1. Enternasyonal’i kurdular (1864). Paris Komünü’ne önderlik ettiler. İkinci kuşağı ise Wilhelm Liebknecht, August Bedel, Plehanov, Zasüliç, Bernstein ve Kaustky belirlediler. Bunlar devrime hazırlık yapan dönemin devrimcileri oldu. Liebknecht ve Bebel hariç olmak üzere ikinci kuşağa, 1900’ün başından itibaren aldıkları tavır nedeniyle “revizyonist kuşak” da denilebilir. Engels, bilhassa Kaustky ve Bernstein’ı Marksizmin en nitelikli takipçileri olarak görüyordu. Ne var ki ikisi de Engels’in ölümünden kısa bir süre sonra Marksizmden uzaklaştılar.
Üçüncü kuşakta Lenin, Luxemburg, Liebknecht’in ağırlığı belirleyici oldu. Lenin, Bolşeviklerin ve Rus devriminin önderlerinden birisiydi. Luxemburg ve Liebknecht ise yenilgiyle sonuçlanan Alman devriminin liderleri arasında oldular. Dördüncü kuşak ise Stalin, Troçki, Buharin, Mao Zedung, Che Guavera, Enver Hoca gibi isimlerden oluşuyor. Stalin, Rusya’da proletarya diktatörlüğünün sürdürülmesinde başat rol oynadı, Mao ise ÇKP’nin başkanlığını yapmakla birlikte Çin’deki demokratik halk devriminin önderleri arasında yer aldı. Enver Hoca, Arnavutluk Emek Partisi’nin kurucusu oldu. Che Guavera’yı, Kastro ile birlikte Küba devriminin başındaki kişiler olarak biliyoruz.
Göçmenlik ve Mülteci Devrimciliği
Rosa Luxemburg, Alman Devrimi, Lenin deyince göçmenliğin tarihçesi için de birkaç cümle etmek, sunumda elzem olmuştur. İsviçre’nin özgünlüğü üzerinden kurulan sorulara yanıtlar aradık. Göçmen devrimciler adeta Zürih’te toplanmıştı: Vera Zazüliç, Plehanov, Lenin, Joigices, Kaustky, Bakunin… Luxemburg, kadınların gidebildiği tek üniversitesite Zürih’te olduğu için ayrıca siyasal nedenlerle göçmen olarak Zürih’e gelir. Burası devrimcilerin merkezidir. Sıkışan, mülteci oluyor gibi bir durum var. Günümüzde de aktüel bir konudur mültecilik. Luxemburg ve Liebknecht’e yurtdışına çıkmaları söyleniyor ama onlar reddediyor. Bu safça görülebilir ama çok devrimci ve ilkeli bir tavırdır aslında. Mesela mülteci olan Mustafa Suphi ve komünistler için de geçerlidir bu devrimci duruş. Tersine yol alarak kan gölü olan ülkeye dönüyor ve katlediliyor TKP’nin yönetici kadroları.
Komünistler ve Kavramsal Katkı
Sosyal faşizm, sosyal emperyalizm, sosyal şovenizm türünden kavramların üzerinde düşünmek gerekir. Bunların Alman Devrimi’ne ihanet eden SDP için kullanıldığı söylenir. Sosyal faşizmi, Stalin’in icat ettiğini ifade edenler de var. 1930’lu yıllarda Komintern kayıtlarında da yer alıyor bu ifadeler. Sosyal emperyalizmi, Çin komünistleri kullanıyor. Stalin sonrası dönemde sovyetlerin yayılmacı politikalarına karşı söyleniyor.
Dönem, kavramlar üretmede zengindir. Devrimci yenilgicilik kavramı da bunlardan birisi. Lenin Nisan Tezler’i adlı kitabında konu ediyor bu kavramı. Emperyalist savaşın halklara zarar verdiğini söyler. Her komünist kendi devletinin yenilmesini savunmalıdır. Bu anlayış Marksist literatüre “devrimci yenilgicilik” olarak geçmiştir. Kavramın mimarı Lenin’dir yani.
Lenin demişken “Diğer taraftan Lenin emperyalist savaşa karşı, 1915’teki Zimmerwald Konferansı’nda “Zimmerwald Solu”nu örgütledi ve “Sosyalizm ve Savaş” adlı bir broşür çıkararak ulusal hükûmetleriyle iş birliği yapan sosyalistleri “sosyal şovenist” olarak adlandırdı (yani sözde sosyalist, eylemde şovenist). Enternasyonal, devrimci sol, reformist sağ ve ikisi arasında dalgalanan bir merkez olarak bölünüyordu.”
Komünistlerin İsim Tarihi
Komünistleri adlandırmak, 19. yüzyılın başından itibaren sorun olmuştur. Önce sosyalistler olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Saint Simon, Freurye ve R. Owen, bunlardandır. Marx ve Engels bunların ütopik sosyalist olduklarını söylemişlerdir. Kendilerini ise komünist olarak tasvir ettikleri anlaşılıyor. İşçi derneklerinin önerisi üzerine yazdıkları bildiriye Komünist Parti Manifesto’su diyorlar (1847-1848).
Manifesto, komünist vurgusuyla yayınlandığı halde kurulan partiler aynı vurguyla devam etmiyor. Parti kurarken iki nedenle komünist kavramını kullanmadıklarını sanıyorum. Anılan tarihlerde liberal demokrat partiler var. Komünistler de ona benzeterek ve aynı zamanda burjuvaziye karşıtlık içinde sosyal demokrat parti demeyi tercih ediyorlar. 1915’li yıllarda ise bilhassa Alman Sosyal Demokrat Partisi sosyalizme “ihanet” edince sosyalistler, kendilerine komünist demeyi tercih ediyor. 3. Enternasyonal’in 21 ilkesinden birisi, bu oluyor.
1.2. 3… Enternasyonal
Luxemburg, Liebknecht ve Lenin bağlamında enternasyonal hareketin tarihi, neden kurulup neden yıkıldıkları da önemli bir tema ve sorunsal olarak karşımızda duruyor. İlkini Marx kuruyor diyebiliriz. Londra’da 1864’te inşa ediliyor. Sonra anarşistlerle görüş ayrılıkları oluyor ve merkez New-York’a taşınıyor ve bir süre sonra, 1876’da dağılıyor. İkincisine Engels önderlik ediyor. 1889’da Paris’te kurulmuştur. Milliyetçilik yüzünden, yani emperyalist savaşı destekleme nedeniyle 1916’da dağılıyor. Oysa II. Enternasyonal’in 1912’deki Basel konferansında SPD dahil olmak üzere, bağlı partiler, savaşın kapitalizmi bitireceğine, sosyalist devrimlerin önünün açılacağına karar vermiştir. Ne var ki savaşın başlayacağı kesinleşince enternasyonalizmin yerini milliyetçilik almıştır. 3. Enternasyonal ise Lenin’in önerisi ve önderliğinde ilk toplantısını Mart 1919’da Moskova’da yapmıştır. Komintern olarak da bilinen örgüt, 1920’de resmen kuruluyor. Alman Komünist Partisi’nin desteği çok önemli olmuştur.
2.Enternasyonal, 21 şartı ile bilinir. Üye olan kişi ve örgütler komünist olduklarını ilan etmek zorundadır. “Sol komünistler” ihraç edilmiştir. 1943’te kapatılmıştır Komintern. Gerekçesine dair görüşler iki karşıt biçimde açıklanıyor. Bir iddiaya göre Sovyet milliyetçiliği ağır basmıştır. Sovyetleri, diğer ülkeler ilgilendirmez denilmiştir. Aynı yıllarda Enternasyonal marşın yerini de Rus milli marşı almıştır zaten. Diğer iddiaya göreyse, Sovyetlerin başka ülke komünistlerini desteklediği, kendi devletlerine karşı kışkırttığı, silahlandırdığı bahanesini sona erdirmek için Stalin, bu tür emperyalist iddialara son vermek için dağıtmıştır.
II. Enternasyonal ise sonraki yıllarda tamamen burjuvazinin kontrolüne girerek yeniden organize olmuştur. Günümüzde de Sosyalist Enternasyonal adıyla anılan örgüte, Türkiye örneğinden de bilindiği gibi ırkçı, faşist partiler bile üye olabiliyor. Ayrıca Troçki’nin görüşlerinden hareketle kurulan 4. bir enternasyonal hareketin de kurulduğu biliniyor. Soğuk savaş denilen yıllarda ve günümüzde ise Mao Zedung düşüncesi ve ideolojisinden hareketle devrimci / komünist enternasyonaller de kurulmuştur. Ne var ki hiçbiri ilk üç enternasyonal kadar etkili ve kalıcı izler bırakmamıştır.
Kimdir Rosa Luxemburg?
Rosa Luxemburg kimdir ve onun düşünme yöntemi nedir sorusunu doğru yanıtlamak gerek. Avrupa emek hareketinin, Marksizmin önde gelen temsilcilerinden Rosa Luxemburg (aslında Rozalia Luksenburg), 5 Mart 1871’de Polonya’nın Zamosc kentinde dünyaya gelir ve 15 Ocak 1919 günü Spartakist hareketi birlikte kurduğu Karl Liebknecht ile birlikte Berlin’de katledilir.
Çok genç yaşta Polonya’da “Proletarya” partisinde yer alır. Polonya Sosyalist Partisi, Litvanya Partisi gibi örgütlerde siyaset yapmıştır. Luxemburg erken yaşta ülkesinden ayrılmak zorunda kalır. O dönemde kadınların üniversite eğitimi alabilecekleri tek yer olan Zürih’te felsefe, matematik, ekonomi, botanik ve zooloji eğitimi alır ve doktorasını tamamlar. Tarihte doktora yapmış ender kadınlardan birisidir. Zürih özellikle Rus sosyalistlerinin kümelendiği bir kenttir ve Rosa burada yoğun tartışmalarıyla dikkat çeker. Plahanov, Zazüliç, Lenin, Kaustky, Jogiches ve daha pek çok devrimcinin olduğu bir mekandır.
Luxemburg’u özgün bir devrimci yapan ne olmuştur? Onun ekonomi ile bilinçlenmesi olmuştur, denilebilir. Bilinç, üretim alanı ile oluşuyorsa güçlüdür. Sanat, bilim, felsefe, siyaset… Bunlara ekonomi ile bakılırsa bilinç devrimci bir öze kavuşuyor. Rosa Luxemburg’un düşünme yöntemindeki ayrıcalığı iktisada verdiği önemde aranmalıdır. Doktora tezinin başlarında şöyle yazar: “Tüm uygar ülkelerin düşünsel yaşamlarında ekonomik sorunlar ön plandadır… ülkenin ekonomik yaşamının ortaya koyduğu tüm sosyal sonuçlar bilinmeden, o ülkenin siyasal fizyonomisi ve tarihsel kaderi kapalı bir kutu olarak kalacaktır.”
Rosa Luxemburg,” Sosyal Reform mu Devrim mi?” adlı yazıyı Bernstein’a karşı 1898’de kaleme aldı. Kitle grevini, 1906’da Rus devriminden sonra yazmıştır. 1910 yılında Was Nun? Yani Şimdi Ne yapmalı? adlı makalleyi yazdı. Kitlelerin, mücadele içinde bilinçleneceğini ileri sürdü. Lenin 1902’de yazığı Ne Yapmalı’da işçilere bilincin dışarıdan (aydın ve KP tarafından) verileceğini savunmuştu. Luxemburg, 1919 Ocak yenilgisi ve katledilmeden az önce devrim adına şöyle söyledi: Vardım, varım, var olacağım! Liebknecht ise “düşman kendi yurdunda” ifadesini 1916’da SPD’nin yasak saydığı 1 Mayıs gösterisinde kullandı. Yazdığı ve dağıttığı bildirideki ifadedir.
Proletaryanın bilinçlenme sorunu Marksist teori açısından son derece önemlidir. Programda buna da değinilse iyi olurdu. Fazla üzerinde durulmadı. Luxemburg’un Lenin ve Kaustky’den ayrı düşündüğü anlaşılmaktadır. Aynı zamanda sorun, epistemolojik bir problem. Bilgi ve bilinci nasıl ediniyoruz? Tecrübeyle mi (empirizm)? yoksa bilenlerden veya önceki nesillerden öğrenerek mi? Peki önceki nesiller nereden biliyor? Yanıtı, tüm bunların diyalektiğinde aramak gerekiyor. Luxemburg’un, bilinçlenme süreci ile üretim süreçleri arasında bağ kurması doğrudur. Lenin de bir o kadar haklıdır. Çünkü bilginin kaynağı kitleler, emekçiler olsa da yani üretim araçlarına dokunan, toprağı, doğayı canlandıran, makinelere, dijital teknolojiye temas eden emekçiler olsa da üretilen -ham bilgiyi- kuramlaştıran, kitabileştiren, teorileştiren, formülleştiren filozoflardır, entelektüellerdir (aydın), sanatçılar, bilimcilerdir.
“Luxemburg Almanya’da oluşabilecek kitlesel bir grevin sosyal demokrasinin gücüne bağlı olmadığını, zira tarihsel bir olgunun hiçbir parti kararı doğrultusunda belirlenemeyeceği düşüncesindedir. Ancak partinin görevi ve yükümlülüğü, gelişen bu mücadelelerin başladığı andan itibaren kitlelere izah etmek ve bu doğrultuda taktik geliştirmektir. Demek ki, tarihsel olaylara müdahale etmek Luxemburg’a göre onlara emir kipiyle yaklaşmak değil, olayların olası sonuçlarını bilince çıkartmak ve buna uygun siyasal eylemlere imza atmaktır.” Tarihte de görülüyor ki tarihsel ve toplumsal gelişmeler partili mücadeleyi önceliyor.
Luxemburg, partiden yoldaşı Paul Levi’ye 1914’te şöyle yazmıştı: “İnsan kalmak, gerektiği zaman yaşamını topyekûn kaderin büyük terazisinde tartmak ama aynı zamanda her güneşli günden her güzel buluttan mutluluk payı çıkarmaktır. Ne yazık ki insan kalmaya devam etmeye yarayan reçeteyi bilmiyorum. Yalnızca nasıl insan kalındığını biliyorum. Ama bunu, batan güneş buğdayları kızıla boyarken birkaç saatliğine gezintiye çıktığımız Südende kıyılarında sen de biliyordun. Dünya tüm iğrençliğine karşı yine de öyle güzel ki, yeryüzünde adiler ve kalleşler olmasaydı daha da güzel olurdu…”
Komünizm, Luxemburg ve Kadın
Luxemburg, politik olduğu kadar özel yaşamı ve aşklarıyla da dikkat çekmiştir. Özel yaşam, ya da yaşam tarzının bir kuralı olup olmadığı tartışma kaldırır. Herkesin yaşayıp sakladığını bazı kişiler açık etmekte bir beis görmezler. Rosa da bunu açık edenlerden biriydi. Leo Jogiches’e bağlı olduğu belli oluyor. Kendinden yarı yaş genç bir doktora da aşık olduğu söylenir. Daha başkaları da var. Jogiches de öyledir. Genç bir kadından çocuğu vardır. Liebknecht’in de iki ayrı kadınla evlilik yaptığı biliniyor. Lenin için de Krupskaya dışında başka bir ilişkiden söz edilir. Entelektüel şahsiyetlerin bir çoğu sevgilisi, eşi, meslektaşı veya yoldaşı olan kadın ve erkeklerle anılır. Sartre ve Simon de Beauvoir öyledir. Aragon ve Elsa öyledir. Heidegger ile Hannah Arent ikilisini de unutmayalım. Bizim entelektüel geleneğimizden Yılmaz Güney ve Fatoş Güney, keza Nazım Hikmet ve Piraye ilişkisi böyledir.
Benzer durum Marx ve Engels için de geçerlidir. Marx’ın Jeny dışında bir kadından çocuğu olduğu ileri sürülür. Tüm bu ahlak dışı görülen sorunun kaynağında Marksizm açısından aile ve dolayısıyla tek eşli aile düzeni yer almaktadır. Engels’e göre poligam olan insan, tekeşli ataerkil sistem sayesinde esasen kadını ezme ve sömürme üzerine kurulmuştur. Sosyal yaşamda emekçi nasıl ki ezilen ve sömürülen sınıfı temsil ediyorsa özel yaşamda da kadın proleter yanı ifade etmektedir. Böyle bir ortamda etikten, dürüstlükten söz etmek mümkün olmaz. Aldatma kaçınılmaz olur. Ama toplum bunu gizler. Dostoyevski de Yeraltında notlar’da benzer bir gizlemeye dikkat çeker. Kısacası komünistler toplumun, koyduğu kuralları yıkmak ister, sakladığı ilişkileri de açık eder. Luxemburg da işte bu ilişkileri yaşamı, duygu ve düşünceleriyle açık eden bir komünist olmuştur. Herkesin hayal ettiğini, yaptığını, yaladığını ama geri dönüp gizlediğini dürüstçe yapmıştır.
Lenin ve Rosa Luxemburg
Lenin, 1922 Şubat’ında yazdığı bir makalede, bir Rus masalını anarak şöyle demektedir: ‘’Kartal bazen tavuktan daha alçaklarda uçar, ama tavuk hiçbir zaman kartalın uçtuğu yüksekliklere erişemez. Rosa Luxemburg, Polonya’nın bağımsızlığı sorununda yanılmıştı. 1903’te Menşevikleri değerlendirmesinde yanılmıştı, sermayenin birikimi teorisinde yanılmıştı; 1914 Temmuzu‘nda, Plekhanov, Vandervelde, Kautsky ve başkalarıyla birlikte, Bolşeviklerin Menşeviklerle birleşmesini istediği zaman yanılmıştı. (Çıktıktan sonra, 1918’in sonunda ve 1919’un başında, yanlışlarını geniş ölçüde düzeltmiş olmakla birlikte) 1918’de hapishanede yazdıklarında yanılmıştı. Fakat bu yanlışlarına rağmen, o bir kartaldı, hâlâ da bir kartaldır; bütün dünya Komünistlerinin anısında aziz olmakla kalmayacak; yapıtları birçok komünist kuşaklarının eğitimi için çok faydalı bir ders olacaktır.’’ Ayrıca 3. Enternasyonalin açış konuşmasında da Lenin, Lüksemburg ve Liebknecht’i selamlayıp anmıştır.