Dersim’de (Tunceli) tarihi ve kutsal mekanları görmek ve ziyaret etmek üzere Güngören Pir Sultan Abdal Kültür Derneği kitlesel bir gezi düzenliyor. Nazmiye’de bulunan Düzgün Baba ve Ovacık yamaçlarında yer alan Munzur gözeleri de gezilecek mekanlar içinde. Dersim turunun son gününde, Baba Mansur Ocağı’nda benim de konuşmacı olduğum bir de panel planlanmış. Panelin başlığı: Alevilerin Direniş Tarihi. Dersim’in mücadele tarihi ile Alevilerin mücadele tarihi arasında bir paralellik olduğunu tespit etmek zor olmasa gerek.
Mücadelenin evrensel belleği açısından düşünülürse Dersim’in mirası, bizi Spartaküs’ten Münzer’e; Şeyh Bedreddin’den Pir Sultan’a; Seyit Rıza’dan Vartinik baskını’na kadar geniş bir zaman diliminde gezintiye çıkarır. Dersim gezisi, yalnızca farklı mekanları gezmek değil, farklı kültürlere de tanıklık etmek anlamına gelir.
Dersim’de görünür olan halkları Kürt, Ermeni, Kızılbaş, Türk, Arap, Zaza biçiminde sıralamak mümkündür. Öte yandan dil ve kültürler farklı olsa da ekonomik benzerlik, ezilmişlik ve direniş geleneği açısından ortak noktaları yoğun ve baskın olan bir coğrafyadır Dersim.
Dersim, Sadece Dersim Değildir
Yerel tarihçiler ve Alevi / Kızılbaş araştırmacılar Dersim’in tarihini 5000 yıl gerilere götürüyor. Tarih öncesi dönemi de buna eklemek gerekirse klan, kandaş toplumlardan miras olduğunu düşünmek akla yatkındır. Eşitlikçi toplum geleneği diyebiliriz buna. Bu eşitlikçi ilke, halen halklar mozayiği gibi bir görünüm sunan coğrafyanın, bir çok uygarlık ve imparatorluk tarafından talana uğramasının da nedeni olmuştur.
Tarih öncesi dönemlerde İşuva olarak bilinen bu coğrafya yakın tarihte modern ulus devletler tarafından kuşatılıyor ve adı Tunceli olarak değiştiriliyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, imparatorluğun doğası gereği “iç düzeninde” kısmen de olsa özerk olan ve sıklıkla eyalet statüsü kazanan bu coğrafya, modern cumhuriyet ile birlikte bu statüsünü de yitirmiş oluyor. İl, kent, şehir demek yerine coğrafya dememin nedenini, Dersim’in sınırları konusundaki görüş ve kanaat farklılıklarında aramak gerekiyor.
Yine de şu nokta ilginçtir ki cumhuriyet yıllarında, adı Dersim olan kente, 1935’te çıkartılan bir yasayla Tunceli adı veriliyor. Modern dünya tarihinde bir kentin adının, yasayla iptal edilip ikinci bir adın verilmesine başka bir örnek var mıdır, bilemiyorum. Kemalist rejim, Elaziz adına da müdahale edip kısmi bir değişiklikle kentin adını Elazığ olarak değiştirmiştir. Ne var ki insan toplulukları ad değiştirmelerle büyük darbeler alsa da öz ve ruh açısından olduğu gibi kalabiliyor. Görüldüğü kadarıyla Dersim / Tunceli, pek çok açıdan “ilk” ünvanını da bu şekilde kazanmıştır denilebilir. Böylece Dersim, yalnızca Dersim değildir ifadesi de anlam buluyor.
Irmakların Kuşattığı Kent: Dersim
Dersim’in, Kuzeybatı’da Karasu ve Kuzeydoğu’da Murat ırmakları tarafından kıskaca alınması da ironik bir gerçeklik olsa gerek. İki ırmağın birleşimiyle oluşan Fırat’ın üzerine kurulan Keban barajı ise yalnızca su biriktirmez! Zira baraj, Dersim’in tarihsel birikiminin acı, tatlı, sevinç, keder, sefer, işgal, direniş ve zaferlerini de biriktirmiştir! Barajın altında kalan bir çok -Pulur gibi- höyüğün varlığını, bu tarihselliğin göstergesi olarak düşünmek olasıdır.
Müstesna çay, dere, pınar ve güzel ırmaklara sahiptir Dersim. Patikalarla birbirine bağlanan nice kutsal mekan da sizi bekler. Dersim gezisi yapıp da bu ırmakları görmemek, Munzur’dan bir tas su içmemek eksiklik olur. Eksiklik olur; çünkü Dersim turu, Seyit Rızaların, Alişer ve Zarife kadınların yürüdüğü patikalarda dolaşmak, su içtikleri pınarlara temas etmek anlamına da gelir. Munzur Çayı, Peri Suyu, Pülümür Deresi ilk akla gelen somut coğrafi birimlerdir. Dersim, belki de bu ırmakların bir armağanı olarak var olmuştur. İktisat tarihçileri Mısır için de “Nil nehrinin bir hediyesidir” demişlerdir.
Munzur gözeleri başta olmak üzere pek çok dağ yamacından kaynak sularının fışkırması, pınarların varlığı dikkate alınırsa, bu coğrafyada kabile ve komünal yaşama tarzının maddi temelleri de vardır denilebilir. Dersim tarihinin, tarih öncesi devirlere uzanmasının motivasyonunu da bu maddi temellerde aramak yanlış olmaz. Bu yüzden de bölgenin, Marksist gerillalara ve Kürt özgürlük savaşçılarına “sıklıkla” ev sahipliği yapması da, not edilmesi gereken ayrı bir husustur. Kızılbaş ocaklarının kökeni de sanırım eski ve komünal toplumdan, ilkel üretim süreçlerinden bir mirastır. Gezi sürecinde edindiğim bilgilere dayanarak Dersim ve Alevi ocaklarına ilişkin de umarım bazı analizlerim olacaktır.
Heykellerin ve Meydanların Söyledikleri
Dersim Cemevindeki Pir Sultan heykeli olsun, Palavra meydanındaki Dersim’in Delileri heykeli olsun, kent merkezindeki Seyit Rıza heykeli olsun, tüm bu sanatsal figürler, Dersim’in direniş tarihinin simgeleridir. Boşuna dememişler: sel gider kum kalır. Eşitlikçi, komünal topluluklara olduğu gibi Dersim’e de çok sayıda saldırı, “medeniyet ihracı” ve kuşatma olmuştur.
Eski çağlar için söylersek ne Hurriler, ne Urartular ne de Hitit ve Sümerler egemen olmuştur Dersim’e. Medler, Persler ve Partlar da şanslarını denemişlerdir. Doğu, Batı, Kuzey ve Güney kuşatmaları eksik olmamıştır. Doğu’dan yapılan Darius, Batı’dan Büyük İskender kuşatmalarını da anımsamak gerekir. Velhasılı kelam, Dersim’e sefer olur zafer olmaz özdeyişi de bu kuşatmalar tarihinin bir neticesi olarak dile gelmiştir.