Deprem, doğanın olağan hareketlerinden birisidir. Her gün her dakika dünyanın her yerinde gerçekleşen bir deprem vardır. Sözcük olarak Latince kökenlidir. Arapça Zelzele, Türkçede yer sarsıntısı diyoruz. Sosyal yaşamda, kriz nasıl ki kapitalizmin yapısal bir özelliğiyse deprem de doğanın yapısal bir özelliğidir. Doğanın bu özelliği dikkate alınmadan doğru bir deprem analizi yapmak olası değildir. Depremin yıkım ve ölüm getirmesi, nispeten doğal bir durumla ilgili olsa bile temelde sınıflı, uygar denilen sistemin kendisindendir. Buradan bakınca sorunun lokal bir mesele olmadığı ortaya çıkıyor. Derin ve evrensel bir sorundur deprem. Kapitalizm ve doğanın sömürüsüyle doğrudan bağlantılıdır. Soruna filozofça bakınca onu siyaset felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk felsefesi, din felsefesi, bilgi ve bilim felsefesi açısından ele almak kaçınılmaz görünüyor.
Kayıp, acı ve dramların kaynağını doğada aramak yerine bin yıllardır süren zulüm toplumunda aramak en doğrusudur. Bu zulüm düzeninin depremlerle, iş kazalarıyla, Çernobil patlamalarıyla, faşizmlerle, grizu patlamalarıyla, bölgesel ve dünya savaşlarıyla insanlığı yok etmeye devam ettiğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Şu görülüyor ki tüm bu vahşetlerin biricik faili vardır; o da emperyalizm ve onun uzantısı olan yerel otorite ve uşak devletlerdir.
Emperyalizm meselesi dünya halklarının ve enternasyonal proletaryanın baş düşmanı olarak varlığını sürdürüyor. Böylesi bir sorun entelektüel dünyamızı da belirliyor. Somut koşullar, bizim somut analizlere yönelmemizi gerektiriyor. Biz de iki haftadır depremin getirdiği somut sorunlara temas etmek üzere Felsefenin Gözü’nü (Komün TV) bu meseleye ayırmak zorunda kalıyoruz. Programda şunun altını çizdik ki emperyalizmin, dünya halklarına ve hatta orta sınıflara ve kendisine zarardan ve yıkımdan başka bir şey getirmediği açıktır. Emperyalizm dünya halklarına ve enternasyonal proletaryaya teslim olmalıdır. Dünyayı da, tüm zenginliği üreten emekçilere ve ezilenlere teslim etmelidir.
Deprem, eski çağlarda da oluyordu kuşkusuz. Ama düzensiz, çarpık kentleşme ayrıca plansız konutlar, çok katlı gökdelenler olmadığı için kayıplar muhakkak ki çok sınırlıydı. Bunun bir kısmı da deneyim eksikliğinden kaynaklanmıştır. Deprem esasen emekçi sınıflar için yıkım getirse de orta ve üst sınırlar için de büyük bir yıkım getirebiliyor. Programda depremin emekçiler açısından anlamı konuşuldu öncelikle.
Emekçileri kurtaracak olan eşitlikçi bir dünya toplumu olacaktır dedik. Ezilenler açısından da deprem analiz edildi. Kızılbaş toplumu, çözümü Rıza toplumunda bulurken, Kürtler açısından ulusal devlet ve demokratik özerk yönetimler depreme karşı bir direnç oluşturur. Çevreciler için ise doğayla barışık bir uygarlık gerekecektir.
Doğa felsefesi deyince Stoa felsefesinden de söz edildi. Doğa felsefesi ve deprem deyince stoa filozoflarını da akla getirmek gerekiyor çünkü. Kurucusu Kıbrıslı Zenon’dur. Stoa felsefesine göre doğaya uygun yaşa, ona düşmanlık etme! Evini, hukukunu, ahlakını doğaya göre yap! Onunla dövüşme! Sen doğadan geldin doğaya gideceksin!
Bilim ve din felsefesi açısından da etik açıdan da sorun konuşuldu. Hırsızlık ve yağma yapılmasını “esasen” bir etik sorun olarak ele almak yanlış olur. Bu anlama, büyük hırsızları saklamaya yarayan bir tuzaktır. İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için izinsiz bile olsa temel gıda ve ihtiyaç maddelerini edinmiş olmaları hırsızlık yapma ve talan olarak görülemez. Ayrıca “hırsızlık” Marksist terminolojide olan bir terim de değildir. Çünkü hırsızlık, artı değer sömürüsünü gizleyen bir kavramdır. Anarşizmin ünlü filozoflarından Proudhon’un kullandığı bir terimdir. Marx ve Marksizm rant, kar, faiz gibi artı değerlerin üzerinde durmaktadır.
Mülkiyetin hırsızlık olarak açıklanması anlamına gelen tez, Marx tarafından eleştirilmiştir. Öte yandan deprem felaketi, herkesin herkese yardım etmesine de tanıklık etmiştir ki, burjuva-liberal teorilerin insanı “bencil” olarak tasvir eden tezleri de çürütülmüştür. Özellikle halkın ve emekçilerin birbirlerine destek olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Öyle ki, bu enternasyonal dayanışmaya burjuvazi ve devlet kıskanarak müdahale de etmiştir.
Deprem felaketine ve ardından çıkan sorunlara din-bilim çatışması açısından bakmak da yanlıştır. Her ikisi de her çağda egemen, sömürücü sınıflara hizmet etmiştir/etmektedir. Burjuva-liberal teoriler, emek ve sermaye çatışmasının üzerini kapatmak için kitleler üzerinde zihni manipülasyonlar yapmaktadır. Dolayısıyla dünya halklarını ve enternasyonal proletaryayı kurtaracak olan burjuvazinin göstermelik hukuku, savunduğu dini ve ahlaki değerler değildir. İnsanlığı kurtaracak olan bilim ve felsefe de değildir. Sömürü ve sınıfların olmadığı eşitlikçi (komünist) bir dünya toplumudur. Depremde tüm halkın ve halkların destek ve dayanışma ilişkisinde bulunması, böyle bir dünyanın gerekliliğini ve inşa edilebilirliğini bir kez daha göstermiştir.