Evrensel boyutları da olan büyük bir yıkım, ölüm ve katliamla karşı karşıya kaldık. Deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrası açısından yoğun sorunların yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Konuya yalnızca bilim ve teknoloji açısından bakmak idealizmdir elbette. Belirleyici olan üretim ilişkileri, ekonomi ve sermayedir. Mülkiyet biçimlerini, burjuva uygarlığını dışta tutan analizler kapitalizmin lehine pozisyon yaratmak anlamına gelir.
Şu anda halen enkaz altından insanların sağ çıkartıldığını duyuyoruz. Bu yüzden arama kurtarma çalışmalarının iyi sonuç vermesi için gerekli özen gösterilmelidir. Yaralı ve sağ kalanları yani depremzedelerin sağlığını düşünmeliyiz. Ağlasak da üzülsek de hiç birini geri getiremeyiz. Amma ve lakin yıkımsız, savaşsız, faciasız, katliamsız ve sömürüsüz bir dünya uygarlığı kurma mücadelesini daha da geliştirip genişleterek sürdürmeliyiz.
Sorun tüm Türkiye’ye ve Batı’ya da yayıldı. Mağdurlar Batı kentlerine akıyor. Siyasal ve sosyal sorunlar artıyor. Hükümet ve sermaye odakları bunları manipüle etmektedir. Manipülasyona karşı gerçekleri ortaya sermek önemli bir devrimci tavırdır. Bu noktada felsefi-ideolojik sınıf mücadelesi daha da kaçınılmaz oluyor. Aksi halde burjuva-liberal düşünüş ve davranış tarzları tüm toplumu olduğu gibi medyayı da işgal ediyor, dinsel ve laik hurafelerle dolduruyor.
Hatırlatmak isterim ki, adına uygar veya modern dedikleri kapitalist dünya, örneğin Japonya’yı överek, dini, dindar’ı, müteahhiti günah keçisi yapıp cezalandırmakla kitleleri yanıltmaktadır. Böylece sistem ölümlerin, yıkımların ve afetlerin sorumluluğunu almaktan kurtulmak istiyor. Çözüm birkaç günah keçisini cezalandırmak değildir. Çünkü sorun çok büyük ve sistemseldir. Kurtuluş emekçilerin, ezilenlerin ve dünya halklarının yeni bir dünya kurmasında yeni bir uygarlık yaratmasındadır.
Dünya öküzün boynuzunda denilmiş, öküz de değerlidir, bu dünyanın -sömürücü- öküzlerinden daha da değerlidir ama dünya öküzün değil esasen emekçilerin ve proletaryanın kollarında duruyor. Can Yücel güzel söylemiş:
“Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş / Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş / Oysa dünya, halkların omzu üstünde durur / Kıpırdasın da gör”.
Depremde bir kez daha gördük ki, büyük çaba ve zorluklarla insanların edindiği -çürük ama gösterişli- konutlar kendi mezarları oldu. Konut kişisel mülkiyettir. Kamu tarafından karşılanmalı ve inşa edilmelidir. Parayla satılmamalıdır! Okul, sağlık gibi. Yaşlılara yapılan yardım gibi. Konut özel mülkiyet değil, burjuva mülkiyeti de değil. Feodal mülkiyet hiç değildir. Konut, insanın ihtiyacına, doğal özelliklerine ve estetik beğenisine göre inşa edilmelidir. Çok katlı kültür, insanı toplumdan ve doğadan izole ediyor. Dolayısıyla çok katlıyı sırf deprem için reddetmiyorum. Yabancılaşmayı artırdığı için de reddetmek gereklidir. Mesela Avrupa’da deprem riski zayıf ama konutlar çok katlı değil.
Kolonu kesince bina çöküyor. Gösterişe, biçime meraklı bir toplum var. Ev alınca hemen dairenin orasını, burasını yıkıyor. Mutfağı söküyor, kirişi kesiyor, balkonu deforme ediyor. Duvara müdahale yapıyor. Sonuçta bina zayıflar. Bu kültür de modern dünyanın icadı. Eski ve klasik olan daha doğal ve daha mütevazi idi. Biçime değil öze önem verirdi. Altı galeri olan bütün binalar yıkılmış. Neden? Birkaç araç daha sığsın diye. Para, gösteriş, rant…
F. Engels, Konut Sorunu adlı yazısında şunları yazar:
“Kapitalist üretim tarzı var olduğu sürece, konut sorununu ya da işçilerin kaderini ilgilendiren herhangi bir başka toplumsal sorunu tek başına çözmek istemek budalalıktır. çözüm, kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılmasında, tüm geçim ve emek araçlarına işçi sınıfının kendisi tarafından el koyulmasında yatıyor.”
İçinde bulunduğumuz kültürün kaynağına, temeline bakmak gerekiyor: Kapitalizm. Kapitalizm kendi suretinde insan ve ilişkiler üretiyor demişti Marx. Kapitalizm kendi suretinde çirkin konutlar ve yıkıcı binalar da yapıyor. Dolayısıyla kapitalizm yıkılmadığı sürece içinde oturduğumuz konutlar ve her türden bina yıkılacak demektir. Kapitalizm ile sağlıklı, kullanışlı ve estetik konut ve yapılaşmanın birlikte bulunacağını düşünmek en hafif bir deyişle naif bir düşüncedir.
Kapitalizm var olduğu sürece deprem, binaları yıkar. Kapitalizm, emekten, malzemeden, demirden, betondan sömürü yapan uygarlığın adıdır. Burjuva-liberal bilimcilerin, uzmanların kapitalizmi savunup sağlam bina yapmayı önermesi gerçekçi değil. Bu düzenin, uygar sistemin tüm yetenekleriyle, bilimiyle, mantığıyla, diniyle, hukukuyla, ahlakıyla yıkılması gerekir. Bu dünya düzeni bilimin, insanlığın, eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin önünde engeldir.
Güya bilim insanları diyormuş ki insan, aklının ancak yüzde otuzunu kullanıyor. Bence de insan, sınıflı uygarlık koşullarının çocuğu olarak doğduğu sürece aklını hiç bir zaman tam kapasite kullanamaz. Akıl, kapitalizmin zincirlerinden kurtulması gerekiyor. Yoksa, bunca derse ve tecrübeye rağmen halen ilkel çağın insanı gibi apışıp kalmazdık. Altını çizmek lazım ki, sınıflı, savaşlı uygar ve modern dünyadan kurtulmadıkça doğal afetlerin yarattığı yıkım ve ölümlerden kurtulamayız.
Dinle değil bilimle depremin yıkım ve katliamlarını çözerim demek, ülkemizin ekonomik ve sosyal sorunlarını 6’lı masayla çözerim demek arasında bir fark görülmüyor. Din-bilim çatışması olarak uydurulmuş hurafelere karşı dikkat edilmelidir. Çatışma çağımızda burjuvazi ile proletarya arasındadır. Din ve bilim, ikisi de doğru olduğu zannedilen yanlış, burjuva-liberal görüşlerdir.
Sonuç; sosyal dünyanın da fiziksel dünyanın da yıkımından, kriz ve katliamlarından bizi kurtaracak olan ezilen halkların mücadelesi ve enternasyonal proletaryanın kollarıdır.