Ekonomik ve Ekolojik mücadelede
BURJUVA-LİBERAL ÇEVRECİ HAREKETLER
Seçimlere giderken düşün ve sanat insanlarının tavrı ne olmalıdır sorusuna yanıt aramak üzere Malatya-Merkezde bir araya geliyoruz. Konuya emekçi sınıflar, ezilenler ve toplumsal dinamikler açısından bakmayı planlıyoruz. İşçiler, işsizler, kadınlar, gençler hangi motivasyonla seçimlere angaje olacaktır? Ezilen inanç grupları, örneğin Aleviler, Kürtler nasıl bir davranış gösterecektir? Aydınların, sanatçıların, çevrecilerin davranış biçimi ne olmalıdır? Seçimlerle iktisadi düzen değişir mi, sorusu da temel bir mesele olarak karşımızda duruyor. Ben ekonomi ve ekoloji üzerine konuşurken soruna emekçi sınıflar cephesinden bakmayı, bunu da ekolojik mücadele ile ilişkisini kurarak yapmayı planlıyorum. Şimdiden konuya ilişkin birkaç düşüncemi de burada paylaşmak isterim.
Burjuvazi İçin Doğa Metadır
Kuşkusuz ki öncelikle toplum ve insan kendine yabancılaştırıldı. Buna paralel olarak kirlenme toplumu kuşattı ve egemenliği altına aldı. Kendine yabancılaşma doğaya düşmanlığı ve yabancılaşmayı da beraberinde getirdi. Ezen ve ezilen arasındaki sınıf karşıtlığı insan ve doğa arasında da bir savaşa dönüştü. İnsanlığı (insan emeğini), sömürme unsuru olarak gören sermaye için doğa da yalnızca ve yalnızca sömürülecek bir varlık haline geldi. F. Bacon gibi Yeniçağ filozoflarına göre doğa bölünüp parçalanarak egemen olunması gereken bir fenomendir artık. Bilgi güçtür burjuvazi için. Bu bilgi, sermayeyi artıracak bir araçtır, yetenektir. Doğa gibi bir maldır, dahası metadır.
Genel olarak sınıfların ortaya çıkması ve özel olarak da kapitalizmle birlikte doğa, doğal görüntüsünü ve içeriğini yitirmiştir. Bu nedenle de tıpkı emekçi sınıflar ve ezilenler nasıl ki sınıflı uygar toplumdan özgürleşmek, kurtulmak istiyorsa doğa da bu modern, uygar (sınıflı) dünyadan kurtulmak istiyor. Nasıl ki insanın, kendine yabancılaşması sınıflarla başladıysa doğaya yabancılaşma da sınıfların ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Doğa, uzun bin yıllar Aşık Veysel’in dediği gibi insan için “sadık bir dost” olmuştur.
Burjuva-Liberal Çevreci Hareketler
İnsan, sermayecilik koşullarında önce kendini, peşinden de doğayı bozup kirletmiştir. Tersine doğanın kirlenmesi demek insan ve toplumun da kirlenmesi demektir. Örneğin kimyasallarla bozulmuş bir doğada organik beslenme imkanı kalmamıştır, kalmayacaktır. Doğa demek yalnızca dağ, tepe, hava, su, toprak değil aynı zamanda havyanlar dünyası ve börtü böcek demektir. Kurulan nükleer santraller, denenen silahlar, bombalar, sermayenin çıkardığı savaşlar yalnızca insanın değil tüm diğer organiklerin (canlı) hatta inorganik varlıkların da düşmanı olarak rol oynamaktadır. Bu yüzden modern uygarlıktan ve günümüzdeki formuyla kapitalist-emperyalist sistemden sadece insanlar değil tüm varlık alemi birlikte kurtulmak istiyor.
Doğanın özgürlüğüne kavuşması burjuva-liberal çevreci hareketlerin zannettiği gibi çevre mücadelesiyle gerçekleşmeyecektir. Kaldı ki burjuva feminizminin emekçi kadın mücadelesinin önüne geçirilmesi gibi ekolojik mücadele de sınıf mücadelesinin önüne, onun bir alternatifi gibi konulmaktadır. Ekolojik amaçlı çalışma, konferans ve paneller izlendiğinde bunu anlamak zor olmayacaktır. Öte yandan ekolojik mücadeleye gözlerini kapatmış bir devrimci, komünist hareket de düşünülemez.
Çevreyi kirletip doğayı yok eden esas mekanizma kapitalist üretim biçimidir. Onun yegane motivasyonu da artı değerdir (kar). Dolayısıyla doğanın özgürlüğüne kavuşması, bu üretim biçiminin varlığına son vermekle mümkündür. Bu yüzden de toplumun düzeltilmesi birincil ilke olarak ele alınması gerekiyor. Bu da eşitlikçi, barışçıl bir dünya ile olasıdır.
Ekonomi ve Ekoloji Benzerliği
Ekonominin de ekolojinin de kökeninde bir benzerlik var; her ikisi de Grekçeden geliyor ve “ev” teriminden kaynaklanıyor. Eko, Gerekçede ev anlamına gelir. “Nomos”, kanun ve kural gibi bir anlama sahipken logos ise bilgi, bilim ve mantık biçiminde anlamlar içermektedir. Birleşik isim olduklarını düşünebiliriz. Eko teriminin sonuna nomos geldiğinde, adına iktisad da dediğimiz ekonomi bilimi akla geliyor. Türkçedeki “namus” sözcüğünün kökenini de burada aramak gerekir ama şimdilik o konuya girmeyeyim. Eğer eko’nun sonuna logos geliyorsa doğa felsefesi olarak da düşünebileceğimiz ekoloji meydana geliyor.
Ekonominin tarihi, kuşkusuz Aristoteles zamanına kadar eskilere gidiyor. Çünkü ekonomik faaliyetler, toplumun üretim etkinliğiyle doğrudan ilgili olduğu için ekonomi, temel bir bilimdir. Bu yüzden de Marx’ın, bir ekonomi kitabı özelliği taşıyan Kapital adlı temel eserinin birinci bölümünde Aristoteles’in adını anması manidardır. Ekoloji nispeten yeni bir bilimdir. Doğanın, düzenini ve diyalektiğini konu eden bir bilim dalıdır. İlk defa, bir Alman filozofu olan Ernst Haeckel tarafından 1866’da kullanıldığı ileri sürülüyor.
Pastoral Bir Güzellik Tasarlamak
Sınıflı, modern dünya ideolojisiyle donanmış insanlığın doğaya, doğal bir bakış atması mümkün değildir. Doğa ve bizi kuşatan fiziksel çevre farklı sınıflara değişik görünecektir. Serfler ve yoksul köylüler için doğa, toprak anadır, üretendir, doyurandır, canlı bir varlıktır, dinlenmesi gereken, nadasa bırakılan, beslenmesi gereken bir varlıktır. Doğa, insanın bir parçası, insan da doğanın bir çocuğudur. Sermaye içinse doğa, rant alanıdır. Üzerine fabrika yapılması, gökdelenler dikilmesi gereken bir mekandır. Mekanik bir araçtır. Bu yüzden bir kapitalist doğaya baktığında güneşli gökyüzü, manzaralı yamaçlar, coşkun akan şelaleler, uzun uzadıya yeşillikler görmediği gibi üzerinde çocukların koştuğu, kelebeklerin uçuştuğu, kuzuların otladığı bir manzara da görmez. Görmediği için pastoral bir güzellik de tasarlayamaz. Dolayısıyla sermaye doğada, doğayı görecek bir göze ve yeteneğe sahip olmaktan uzaktır. Çünkü doğaya yabancılaşma nitel bir boyut kazanmıştır.
Oysa ilk kuşak filozoflara baktığımızda, onlar varlığa bakarken doğayı görmüşler, öyle ki doğaya bakarken esasen doğadan başka bir şey görmemişlerdir. Thales, suyu görmüş, Anaksimenes havayı görmüş, Herakleitos ateşi görmüş, Anaksagoras ve Empedokles bunlarla birlikte toprağı görmüştür. Marx da doktora tezini yazarken Demokritos ve Epikuros’un “doğa felsefeleri”ni merkeze almıştır. Doğayla “barışçıl mücadele” Ortaçağ boyunca da sürmüştür. Doğaya karşı düşmanca tavır sanayi toplumu ve onun ihtiyaçlarını karşılamak üzere inşa olan “modern bilim”le birlikte olmuştur. “Modern bilim icat oldu doğaya karşı mertlik/dostluk bozuldu” denilebilir.
Ekolojik Duyarlılık Artıyor
Ekolojik mücadele denildiğinde de yeşil ve doğanın korunmasını anlıyoruz. Son yıllarda yeşil hareketi ve ekolojik mücadelenin yükselişte olduğu görülüyor. Ülkemizde de yaygındır. 2013’teki Taksim merkezli ayaklanma da ekolojik duyarlılıkla ilgilidir. Dolayısıyla seçimlerde çevrecilerin desteğini almak isteyen partiler bu kesimlerin taleplerini dikkate almak durumundadır. Benzer şekilde seçimlerde etkili olmak isteyen partiler Alevi toplumunun, Kürtlerin ve kadınların talep ve ihtiyaçlarını programlarına koymaları gerekir.
Ekolojik duyarlılığı konu ederken biraz da romantizm ile bağını kurarak bitirelim. Ekolojinin Almanya’da gündeme gelmesi Almanya’nın, sanayi toplumuna erken geçen İngiliz ve Fransız dünyasına karşı olan romantik tepkisiyle ilgili olmalıdır. Alman aydınlarının Aydınlanma geleneğine karşı romantik bir eğilim içinde oldukları ve bir ölçüde “doğaya dönüş” fikrine yatkın olduklarını düşünmek mümkündür. Nitekim yine bir Alman olan ve yeni kuşak Marksist olarak tanınan Paul Burkett de kapitalizme karşı başka bir dünya mümkündür derken “pastoral dünya” terimini kullanmıştır.
Doğa ve Sanatçının Özgürlük Alanı
Doğa pekçok sanatçının dünyasında bir özgürlük alanıdır. Özellikle dağlara, okyanuslara, akarsulara özel bir yönelme vardır. Peygamberler için de özel uğrak yerleridir dağlar. Vahiy dağlarda gelir peygamberlere. Kutsal şahsiyetler bir yana biz sanat dünyasına dönerek bitirelim. Yunus Emre çağlayanlara seslenir: Taştın yine deli gönül / Sular gibi çsğkar mısın. Dadaloğlu meydan okumuştu otoritelere: Ferman padişahınsa dağlar bizimdir. Fransız ressam Augene Delacroix da “biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti” diyerek doğayı yüceltir. Yine bir başka romantik şair olan C. Baudelaire de şöyle konu eder doğayı:
Doğa, sütunları canlı bir tapınaktır
Anlaşılmaz sözler söyler zaman zaman
Simge ormanlarından geçerken insan
Sizleri süzer gibidir tanıdık bakışlar
Uygarlık eleştirisi yaparken Sabahattin Ali’yi de anmadan olmaz. Şöyle söyler bir şiirinde:
Şehirler bana bir tuzak
İnsan sohbetleri yasak
Uzak durun benden uzak
Benim meskenim dağlardır.