Felsefenin tanımını ve filozofun kim olduğunu konuşarak başladık programa. Sınıfların olduğu her toplumda felsefenin de olduğunu belirttiğimiz programda Çilem Küçükkeleş’in sorularına yanıtlar arandı. Programın merkezinde ise yeni yayımlanan Felsefe Üzerine Genel Tezler adlı kitaptaki içerikler yer aldı. Kitaptaki tezlerden hareket eden Küçükkeleş’in, tartışmayı yerel – evrensel ilişkisi üzerinden yapması anlamlı oldu denilebilir. Değişik temalarla genişleyen sunumda mesele ezilen cins, inanç ve ulus meselelerine dek genişledi.
Geçen hafta Can TV ekranlarındaydık. Entelektüel alanda, düşünce ve felsefe tarihinde bir yolculuğa çıkmış olduk. Çeşitli felsefelerin olduğu, tutucu ve idealist akımlar karşısında alternatif, devrimci akımların da varlığından söz edildi. Felsefe, dünyanın değiştirilmesine katkı yaptığı oranda niteliklidir ve felsefe değeri taşır. Ne var ki bugüne dek felsefe, büyük oranda dünyanın analizi, yorumu ve anlamı üzerinde durmuştur. Bu yüzden de Marx ve Marksizm felsefede bir dönüm noktasını teşkil eder. Çünkü Marx, felsefenin proletarya için manevi bir silah olduğunu belirtmiştir. Ona göre proletarya da felsefenin dayandığı maddi bir güçtür. Dolayısıyla programda konunun 11. Tez’e gelip dayanması manidardır. Sunumda değinilmişti, burada da anımsatalım ki, Marx Feuerbach üzerine yazdığı notların onbirincisinde “filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca yorumladılar oysa dünyayı değiştirmek gerekir” ifadesini kullanmıştı.
Alevilerin tarihini, egemen fikirler ve resmi ideoloji içinden okumanın yanlışlığına dikkat çekilen programda Alevi / Kızılbaş inancının kendine özgü, bağımsız bir kültür olduğuna işaret edildi. Böylesi bir inancın eski, eşitlikçi toplumlarla bağını kurmak mümkündür. Dolayısıyla Alevi kültürünün yerel değil evrensel bir içeriğe sahip olduğu açıktır. Aynı zamanda etnisite dışı bir felsefe içerdiği de anlaşılmaktadır.
Programda sınıf teorisi yanında ulus teorisi de yapıldığını izleyenler sanırım fark etmiştir. Kitapta da belirtildiği gibi sınıf teorisi yapar gibi ulus teorisi yapılamaz. Hem de ulusal soruna 100 yıl öncesi gibi bakamayız. Bilhassa Kürt hareketi, taşıdığı devrimci nitelik gereği ulusal talepler ile birlikte emekçi sınıfların taleplerini de güncellemiştir. Dolayısıyla Kürt hareketi ile destek dayanışma içinde olmayan hiç bir güç amacını gerçekleştiremez. Aynı zamanda emekçi sınıfların desteğini almayan, alamayan inançsal, cinssel ve ulusal hareketler de özgür bir dünya kuramazlar.
Yerelin felsefesini öne çıkaran program, açıklamalarla ülkemizdeki kapitalistleşme sürecini de masaya yatırmıştır. Türkiye’de sanıldığı gibi dinci, şeriatçı bir rejim bulunmuyor! Kapitalistleşmeye imkan sunan liberal ekonomik modeller uygulanıyor. Dinci, Kurani yasalardan ziyade burjuvazinin çıkarına hizmet eden liberal yasalar çıkıyor. Bilhassa son 20 yıldır uygulanan budur. Politik bir terimle söylenirse tipik bir faşizm söz konusudur. Bunun da temelleri 1920’lerde atılmıştır. Türkiye’deki kapitalistleşme süreci, yalnızca tekelci ve milli kapitalizm lehine değildir. Aynı zamanda Batılı emperyalist sermaye içindir de. Çünkü Batı’da kapitalizm son sınırlarına ulaşmıştır. Bu yüzden de dünyanın kırları kapitalizme açılmaktadır. Ülkemizdeki doğanın talanı politikaları da emperyalizm ile bağlantılı bir gelişmedir.
Emperyalizmin doğayı ve kırlık alanları yağmalaması, sömürmesi, savaşlar yoluyla işgal etmesi, göçmenlik sorununu da beraberinde getirmektedir. Bu yüzden de programda bir sayfa da göçmenler için açılması anlamlı olmuştur. Çağımızın göçmenlik yüzyılı olduğu / olacağı kitapta da belirtilmiştir. Göçmenin durumu bir nevi ezilen ulusun ve ezilen inancın durumuna benzer. Göçmenin emekçi olduğu da dikkate alındığında çifte sömürüye maruz kaldığını düşünmek yanlış olmaz. Daha doğrusu hem ezilendir hem de sömürülendir. Bu çifte zulüm durumu, göçmenleri sınıf mücadelesinde daha etkin hale getirir. Programda da değinildiği gibi Amerika Komünist Partisi, 1920’li yıllarda kurulduğunda göçmen işçiler temel rolü oynamıştır.
Programı birlik ve dayanışma duygularıyla tamamlamak umarım izleyicilerin de dikkatlerinden kaçmamıştır. Ezilenler ile sömürülenler, dünyanın her yerinde güçleri birleştirmek durumundadır. Enternasyonal proletarya ezilenlerin taleplerini ve elbette ki desteğini almadan devrim yapamaz. Keza ezilen halklar, cinsler ve topluluklar da proletaryanın ve tüm emekçilerin desteğini almadan amacına ulaşamaz.