Dün Malatya’nın şehir merkezindeydim. Otobüsten indim yürümeye başladım. Her taraf yıkım içinde. Birkaç dakika yürüdüm ellerim, yüzüm gözüm, ağzım burnum adeta toz/toprak içinde kaldı. İnsanlar yarı kaygılı yarı kayıtsız bir ruh halindeler. Malatya, şehir ve merkez dememe bakmayın. Ne Malatya, ne şehir ne de merkez var. Üstelik Malatya yalnız da değil, deprem kentlerinden sadece birisi.
Yıkılan binaların “şanslı” olduğu söylenebilir Malatya’da. Zira kalanlar daha korku ve kaygı verici. Ne zaman hangisinin çökeceği, hangisinin altında kimlerin kalacağı belli değil. Gelişigüzel yöntemlerle binaların orta veya ağır hasarlı olduğu söyleniyor. Binaların bir kısmı da, hasarlı olmasına rağmen, boyanıp kiraya veriliyor. Malatya’da hiçbir şey, sistemin, sermayenin, devletin ve ana akım medyanın gösterdiği gibi değil. Hatta bunlar, kentin somut durumunu gizlemek için vardır diyebiliriz. Belli ki diğer deprem kentleri Adıyaman, Maraş, Hatay’da da durum farklı değil.
Deprem Başlamış ve Sürüyor
Nispeten insan sirkülasyonunun olduğu bir alanda bir kaç kare fotoğraf çektireyim dedim. Çünkü felsefe yanında hem de basın faaliyeti yaptığım için görsellere ihtiyacım oluyor. Çekim yaparken beni “önemli biri” zanneden insanlar, kısa sürede başıma toplandı. Önce polis, güvenlik filan sandım. Baktım değil. Sorular sormaya, dert yanmaya, şikayette bulunmaya başladılar. Sermayenin iki faşist kliğine karşı da eleştiriler yapmaları beni çok şaşırttı. Özellikle gösterdikleri binanın üst katlarında sallanmakta olan balkonlar, demirler, krişler, molozlar, pencereler çok korkutucu manzaralar vardı.
Araç sayısı azalmasına rağmen trafik sorunu bile yaşanıyor Malatya’da. İki defa yol tıkandı. Çünkü trafik lambaları da düzenli hizmet vermiyor. Sanki deprem başlamış ve devam ediyor! Aslında deprem ile sonrası süreç arasındaki nüans çok da değişmiş değil. Yol kenarında tezgahtarlık yapan biri diyor ki, Malatya’ya uzaktan bakanlar, ayaktaki binaları görerek durumun vehametini gözden kaçırıyor. Kente gece yarısı baktığınızda binalarda ışık olmadığını görürsünüz. Gece bakınca Malatya, adeta Ortaçağ’daki gibi terk edilmiş bir kasabayı ve karanlığı andırıyor. Oysa deprem bölgesine sermaye medyası üzerinden bakan örneğin Ankaralı, İzmirli, İstanbullu, depremin gelip geçtiğini, yaraların az da olsa sarıldığını, yaşamın normale döndüğünü zannediyor.
Deprem Kentlerinde Pahalılık
Deprem diyarı Malatya’ya geleli bir haftayı geçti. Gözlem yapıyor, arkadaş ziyaretlerinde bulunuyorum. Öğretmen ve yazar arkadaşım Sevim Alagöz ile bir araya geldik hafta içinde. Haçova mahallesindeki evinde buluştuk Sevim hocayla. Buluşunca yukarıdaki tecrübeyi aktardım kendisine. Sevim, depremin tüm yıkımını, acısını ve dramını yaşadı. Adıyaman’da ailesinden bir kaç kişiyi kaybetti. Depremden sonra kent dışına çıkan, yakınlarına sığınmak durumunda kalan yüzbinlerden birisidir. Durumun, benim gözlemlediğimden de vahim olduğunun altını çizdi. Ortalık kirli. Sular içilmiyor. Evin her gün, her saat tozunu almak gerekiyor dedi. Ev sahipleri “çıkın” diyormuş. Piyasaya zam egemen. Pahalılık var ama her şey deprem kentlerinde olduğu gibi Malatya’da daha da pahalı.
Deprem İçinde Edebiyat Tartışması
Sevim hoca, beslenme, eğitim ve alternatif tıp konusunda kendine özgü düşünceleri, icatları olan birisi. Karadut pekmeziyle kakuleyi sentezleyip, karanfille aromalandırarak yaptığı meyve suyundan içtik. Yine kendine özgü çay ve çorbayı da ekleyelim. Motosiklet turu da yaptık kent içinde. Yuki-Amy diye bilinen bir elektrikli araç bu. Sevim, klan, kandaş kültürüne meraklı olduğu için modern teknolojiye fazla yakın ve yatkın değil.
Arkadaşınız yazar ve kadın olursa konu şiir, edebiyat ve felsefeye dek genişler. Kapitalist, erkek egemen ideoloji de gündem oldu buluşmamızda. Sevim hoca, yeni neslin kitapla bağlantısının zayıf olduğundan şikayetçi. Gogol, Çehov, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal gibi isimlerin bilinmediğini söylüyor. Depremi, Çehov’un ya da Sait Faik’in kaleminden okumak isterdik dedik.
Konu erkek eleştirisine de geldi. Feminist biri değil Alagöz. Kapitalizm ve feodal geleneklere dayanarak erkek egemenliğini teşhir etti. Kişisel deneyimleriyle de bunları destekledi. Demek ki insan, deprem ve yıkımlar da olsa acılarla yaşayamıyor. Acıların yerini sanat, estetik, sosyal analiz ve bunların getirdiği güzellik ve hazlar, gülümsemeler, sevinçler alabiliyor. Aksi halde insan herhalde yaşamını sürdüremezdi. Dostoyevski de buna benzer bir söz ediyor: İnsan bilimsiz, ekmeksiz, yemeksiz yaşar ama güzelsiz, sanatsız yaşayamaz!
Diğer deprem kentlerinde de olduğu gibi Malatya’da da konuşmalar, tartışmalar, görüşmeler dönüp dolaşıp depreme geliyor. Zira düşünceleri mekan ve coğrafya yönlendiriyor. Mekan güven vermiyor kuşkusuz. Çatlamış, darbelenmiş binaların dinamitlerle yıkımı sürüyor. Bunların, önlem alınmadan yapıldığı için yıkım sırasında her taraf toz bulutu oluyor. Tozun içinde kansere yol açan maddeler bulunduğuna inanılıyor. Malatya’da yerel bir gazete dün şöyle bir habere imza attı:
“12 bloktan oluşan Yeşilevlerin 9 bloku dinamitle patlatılarak yıkıldı. Depremin vurduğu Malatya’da ağır hasarlı binaların dinamitle yıkımı devam ediyor. Malatya’nın ilk yüksek katlı binaları olarak tarihe geçen Malatya’nın Eski Belediye Başkanı Ahmet Münir Erkal döneminde yapılan Yeşilevler bugün yıkıldı. 9 binanın aynı anda yıkımında çevreyi yoğun bir toz kapladı. Yeşil Evler’in yıkımında 2.5 ton dinamit kullanıldığı belirtildi.”