Dersim’in ordu ve polisle dansı, yüz yılların geçmesine rağmen, bitecek gibi görünmüyor. Dersim’e yolunuz düşerse önce ordu/polis size “hoşgeldiniz” diyecektir. Bu noktadaki güvenliğin ruh haline bakarsanız, insanlığın yabancılaşma içinde yabancılaşma yaşadığını düşünebilirsiniz. Pülümür’den girince kent merkezi yönünde Ovacık sağınızda kalır. Bölgeyi bilenler varsa “baskın yemiş” karakollardan söz edebilirler. Bu tür karakolların yerini tepelerde konumlanmış olan kalekoller almış. Birinin çevresinde elinde uzunca silah olan kadın askerleri görürseniz, şaşırmayın. Fakat kadının da yabancılaşmasını tartışmaya açabilirsiniz.
Modernizmin, kadına getirdiği “özgürlüğün” niteliğini de tartışmayı öneririm. O modernleşme ki, bir de kadın kaybına neden oldu. Gülistan Doku’yu unautmak olası mı? Dolayısıyla modernleşmenin, son yolların Dersim’ini anlamak için merkezde olması gereken bir husus olduğunun da altını çizmek isterim. Gerek araçtaki Dersimli dostların, gerekse yereldeki kişilerin ruh hallerinde de modernleşmeye olan hayranlık egemendi denilebilir. Bunlara göre son yıllarda “Tunceli” çok gelişmiş bir kent haline gelmiştir. Yüksek katlı binalar, asfalt yollar, kente teğet olan barajlar, beton ve demir uygarlığı “Tunceli”yi ne de güzelleştirmiştir!
Düzgün Baba: Mazlumların Yoldaşı
Pek çok arkadaşın bildiği gibi birkaç günlüğüne Dersim’in yolunu tuttuk. An itibariyle Dersim’den Malatya’ya geçmiş durumdayım. Dolayısıyla notları Dersim seyahatinde almış olsam da şimdi bu metni Malatya’dan yazıyorum. Yolcukukla birlikte bu dördüncü yazı olmuş oluyor. Bir önceki yazıda Dersim’i, yalnızca doğa felsefesi ve din/inanç felsefesi açısından ele almanın yanlış ve hatalı olacağı ileri sürülmüştü. Şimdi konuyu daha anlaşılır hale getirmek için daha çarpıcı bir tema seçildi: Dört tuzak! Dersim’deki önemli duraklardan birisi Düzgün Baba diyarı oldu. Oradan başlamak uygun görülüyor. Yazarken Ozan Emekçi’nin Düzgün Baba türküsünü buldum İnterneten:
Dara düşenler çağırır
Düzgün Baba Düzgün Baba
Yoksula umut doğurur
Düzgün Baba Düzgün Baba
Cümle erenler başısın
Mutsuzun mutlu düşüsün
Mazlumların yoldaşısın
Düzgün Baba Düzgün Baba
İlk ziyaretimiz Düzgün Baba’ya olmuştu Dersim’de. Dernek başkanımız Kenan Yerlitaş ile yürüdük biraz. Yamaç dik ve nispeten uzundu. İnancı kuvvetli olan arkadaşlar sonuna kadar tırmandılar. Ben geri dönen grupta kaldım. Mekanın düzlüğünde dernek ve cemevi kurulmuş. Kurum başkanı Sinan Kırmızıçiçek ve Mercan Kırmızıçiçek ile tanıştık. Kısa süreli bir tanışma ve fikir teatisi oldu aramızda. Kurbanlar kesildi, yemekler yenildi Düzgün Baba’da. Akşam da dostlar ceme durdu. Hegel’in ruhu (geist) adeta Nazimiye sırtlarında görünüşe çıkmıştı.
Kutsallığı dengeleyecek ya da tersine çevirecek olası güçleri düşündüm Dersim’de. Şimdilik böyle bir güç söz konusu değil. Peki Düzgün Baba gibi kutsiyetlerin kitleleri peşinden sürükleme özelliği nereden geliyor? Ben Dersim’i, komünal toplumun mirasçısı olarak değerlendiriyorum. Bu yüzden Dersimlinin kaderi, esasen klan, kandaş toplumlarındaki eşitlikçi uygulamaları aramaya mahkumdur. Efsaneyi anlatanlara göre Düzgün Baba da göçebe, çoban toplumlarında yaşamış biridir. “Düzgün” sözcüğü de komünal toplumun özgürlükçü niteliğine gönderme yapıyor.
Bu açıdan bakınca geleneksel Dersim’i, modern Dersim’e karşı savunmamız gerek. Geleneksel Dersim’i savunmak aynı zamanda Seyit Rıza’yı savunmak anlamına gelir ki, gezi programına Seyit Rıza’nın ilave edilmesi son derece önemli olmuş. Direnişin, cesaretin ve başeğmezliğin soyut simgesi olan Seyit Rıza, kuşkusuz ki yaşayan Seyit Rıza’dan çok daha somut ve anlamlıdır. Konuştuğum Dersimlilerden birisinin, Düzgün Baba’dan Seyit Rıza’ya, oradan İbrahim Kaypakkaya’ya ve “komünist başkan”a doğru bir çizgiye dikkat çekmesi, birçok kişi ve çevre için dikkat çekici olabilir.
Dersim’de Yaratılan Kültür
Bir önceki yazımda duyduğum, gördüğüm ve gözlemlediğim Dersim ile Muzaffer Oruçoğlu’nun eserlerindeki Dersim arasında bağlar kurmuştum. İki üç arkadaşın/tanıdığın, konuya lüzumsuz yere itiraz ederek, Oruçoğlu’na yönelik saygısızca diyebileceğim ithamlarda bulunduklarını gördüm. Üstelik bu tür kişiler, ithamlarını sayfamın yorum kısmına “açıkça” yazmak yerine özel olarak yazıp söylüyorlar. Bunu benimle konuşan iyi niyetli arkadaşlar değil ama hadisenin kendisi düşman kaynaklıdır. Bunun böyle olduğunu Oruçoğlu ve Kaypakkaya’nın izleyicileri, bir çok kez bir çok platformda belirtmişlerdir.
Benim açımdan Kaypakkaya ve Oruçoğlu’nun Dersim özelinde yarattığı kültür dikkate alınmadan Dersim analizi, kesinlikle eksik kalacaktır. Anladığım kadarıyla Türk hakim sınıfları son on yollardır Kaypakkaya ve ardıllarının yarattığı etik, politik ve estetik değerleri eritmek için büyük bir gayret göstermektedir. Elbette ki Kürt özgürlük hareketinin, benzer bir hatta ödediği bedelleri ve inşa ettiği kültürün gücünü de mutlaka, olası Dersim tahlillerine dahil etmek zorundadır.
Dersim, Osmanlı ve Ulus Devlet
Dersim, Osmanlı devletinde olduğu gibi modern ulus devlet sürecinde de “çibanbaşı” olmayı sürdürmüştür. Çibanbaşı derken de direnişçi geleneği, eşitlikçi, demokratik özellikleri kastediyorum. Osmanlı, Dersim’i kısmen özerk bırakarak kendi bünyesinde tutabilmiştir. Modern devlet ise onu şiddet ve silah yoluyla kendine bağlama planı yaptı. Ancak kısmen “zafer” kazandığı söylenebilir.
Modern dönemde ilk saldırı, 2. Sanayi devrimi de denilen elektronik ve uçak teknolojisinin egemen olduğu döneme denk gelir (1937). Dersim, bu saldırının sonuçlarını, atlatmaya çalışmış ve yaralarını 30 yıl içinde ancak sarabilmiştir. 1970’li yıllarla birlikte devrimin ilk kıvılcımı öncelikle Dersim’de yeniden çakılmıştır. Dersim’i 2000 öncesi ve sonrası olarak değerlendirmek istersek 4 dinamiğe, çıkmaza ya da tuzağa dikkat çekmek durumundayız. Bunlar arasında diyalektik bir ilişki olduğunu söylemeye bile lüzum yoktur.
Dersim’in bu tuzakları: Modernleşme, savaş teknolojisi, dışarıya göç ve halk içi çatışmalardır. Demek ki eskiden halkımızın türkülerinde de olduğu gibi “Dersim dört dağ içinde” denirken şimdi “Dersim dört tuzak içinde” diyebiliriz. Etik, estetik, ideolojik, özellikle politik çalışma ve sınıf mücadelesi yürütmek için bu tuzak ve dinamiklerin dikkate alınması zorunludur.
Dersim, Kapitalizm ve Boş Bira Şişeleri
Kapitalizmin gelişmesi ve modernleşmenin belirtilerini kent merkezinde izlemek hiç de zor değildir. Binalar, yapılar, dükkanlar, esnaflar, yollar, resmi kurumlar, cadde ve sokaklar büyük oranda kapitalizm tarafından belirleniyor denilebilir. Kapitalizm gerçeği, ona oranla daha “sempatik” olan modernleşme olgusuyla maskeleniyor Dersim’de. Toplumdaki içki içme (alkol almak, sigara içmek) alışkanlığını, yollarda gördüğümüz boş bira şişelerinden anlamak mümkün oluyor. Bir Dersimli arkadaşın bu konuda söyledikleri de üzerinde durmayı gerektiriyordu. Konuşurken sohbet Munzur Festivali’ne dek genişlemişti. Ona göre bu festivallerin içini boşaltmak, festivali şarkılı/türkülü konserlere indirgemek kabul edilemez.
Yine aynı kişinin söylediğine bakılırsa Dersim toplumu, Festival alanında da görüldüğü gibi içkiye düşkünlük, açık giyinmek, kişisel “özgürlük” eğilimi göstermek açısından bir yabancılaşma ve lümpenleşme eğilimi içindedir. Bu durum ile devrimci güçlerin yenilmişliği, durağanlığı ve dağınıklığı arasında büyük bir ilişki olduğu da söylenebilir. Konuşmada devrimci, demokratik çevreler arasındaki gerginlik ve gerilime de değinilmesi önemliydi. Fraksiyoner çatışmaların, halk içindeki çelişkiler ilkesinden hareketle çözülmesi kaçınılmaz bir realitedir.
Modern Lüx Tutkusu
Geçen haftaki Dersim analizime ilişkin Binnaz adlı bir sosyal medya kullanıcısı şunları yazmış:
“Bir Dersimli olarak ne yazık ki üzülerek size katılıyorum. Özünden gelenek ve göreneklerinden uzaklaşmış ve bunu da (modernlik, aydın, yeniliğe açık) imajı altında yapan ama bunları yaparken kutsal değerlerimizi, geçmişimizi, Dersim’i Dersim yapan, 38’deki acıları yaşanmışlıkları unutan bir “DERSİM”görüyorum. 38’de Dersim kayalıklarında kendini korumak adına nice genç kızımız kadınlarımız suya atlayıp intihar ederken şimdilerde ise orda (kutudere beach) genç kızlarımız bikinileriyle suya girip güneşleniyor. Ayrıca kapitalizmin dayatmasına teslim olmuş modern lüks tutkusu adına bağlar bahçeler, tarlalar talan edilmiş, nefes alınmayacak kadar içiçe yapılmış beton binalar. Dersim’in ruhu bu olamaz ve olmamalı….!”
Dersim’den Göç Başladı
Dersim’e giderseniz Munzur adlı mekanlara pekçok kez rastlarsınız. Biz de kahvaltımızı kent merkezinde böyle bir yerde, Munzur Restaurant’ta yaptık. Önceki kahvaltı ile birlikte söylersek lezzetli bir tulum peyniri yedik. Diğer besinlerin özel bir önemi yoktu diyebilirim. Esnaf da modernleşmeye olumlu yanıt veren bir özellikteydi. Raftan aldığınız ürüne, kasaya geldiğinizde üç beş kuruş fazla ödeyebilirsiniz. Bu “modern uygulama” belki son süreçteki zamlarla ilgili olabilir. Yine de Dersim tipik bir Anadolu kenti olma özelliğini yitirmiş değil. Karşı yamaçlara yapılmış ve yapılmakta olan çok katlı binalara bakılırsa (bunlar gruptaki dostların ağızlarını sulandırmıştır) yakın bir gelecekte mevcut otantik yapı da yapıbozuma uğrayacaktır.
Modernleşmeye rağmen Dersim’in dışarıya göç vermeye devam etmesi çok düşündürücüdür. Politik ve felsefi analizleri gerektirmektedir. Devrimci bir kurumda yöneticilik yapan bir arkadaş, kuruma üye kabul etmediklerini söyleyince nedenini sordum. Özellikle genç kuşak Dersimliler derneğe üye olmayı bilhassa Avrupa ülkelerine gitmenin, iltica talebinde bulunmanın basamağı ve payandası olarak görüyormuş. Böylesi bir örnek, devrimci Dersim zihniyetinin ne denli bir kültürel yozlaşmaya evrildiğini göstermektedir.
“Komünist Belediyecilik” Efsanesi
“Komünist Başkan” ve “komünist belediyecilik” bahsine de kısaca değineyim. Dersim’deki kültürel, politik ve sosyal durum kentte komünist belediyeciliğin uygulanması için yeterli görünmüyor. Yani maddi koşullar uygun değil. Alman filozof Leibniz’in bir sözü var: Bir olay ve olgunun var olabilmesi için yeterli şartın oluşması gerekir. Felsefe tarihinde buna “Yeter neden ilkesi” deniliyor. “Belediyenin koruması yok, sekreteri yok, randevusu yok, makamı yok” türünden söylemler ise gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Kaldı ki bu söylemler özellikle milliyetçi, faşist Türk medyasının söylemidir. Kurum yöneticilerinin böyle bir iddia da bulunduğunu sanmıyorum. Çünkü en küçük bir komünist uygulama, arkasında belli bir halk desteğini, maddi güçleri ve teoriyi gerektirir.
“Komünist belediyecilik”, kendisine temel teşkil edecek objektif koşullara ihtiyaç duyar. Sübjektivite de bunu izler. Her iki dinamik de an itibariyle Dersim’de zayıftır. Dersim’in bu yönden yeterince birikim yapıp olgunlaştığını ileri sürmek yanlış olur. Bu yüzden bir kişiyi ve çevreyi eleştiri ve sorgulama konusu yapmak da lüzumsuz görünmektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla “komünist başkan” ve “komünist belediyecilik” gibi sözler, burjuva medyanın, biraz da komünizm ideolojisini sulandırıp değersizleştirmek için şişirdiği balondur. Başkan ile görüşmeyi beklerken yoldan geçen birinin bize, “su 10 tl, çay 7 tl, simit 10 tl oldu, başkanınız işte bu” dediği de çok düşündürücü olmuştur. Elbette bunlar, rekabet nedeniyle belediyeyi küçük göstermek için de yapılıyor olabilir. Yine de yapılan hizmetlerin sermaye partileri tarafından yapılan belediye hizmetlerine oranla daha iyi olduğunu varsayabiliriz.
“Komünist belediyecilik” önemli bir iddiadır. Bu bir başlangıç olabilir. Bunun alt yapısını oluşturmak için devrimci, demokratik ve ilerici tüm güçlerin birlikte önderlik edeceği çalışmalar yapmak elzemdir. Yerel seçimlere de bu noktadan hareketle yönelmek gerekiyor. Seçimler önemlidir, ama abartmamak kaydıyla.
Modernleşme Başladı Mertlik Bozuldu!
“Silah icat oldu mertlik bozuldu” diyen Köroğlu, modern ve kapitalist yeni dünyaya karşı köklü bir eleştiri yaptığını belki de bilmiyordu. Modernleşme doğdu Dersim bozuldu da denilebilir. Çünkü Batı’da gelişmesini tamamlayan kapitalizmin Türkiye gibi ülkeler ve Dersim gibi yerellerde genişlediğini tespit etmek hiç de zor değildir. Dolayısıyla Dersim’de modernizm sorunsalı, emperyalizmin sömürgeleştirme politikasından ayrı olarak ele alınamaz.
Modernleşme aynı zamanda modern savaş sanayisi demektir. Dersim, yukarıda da belirttiğim gibi 1938’de, esasen emperyalistlerden sağlanan modern silahlarla katliama uğradı ve geri çekildi. Modern Türk ulus devleti, ancak Dersim’in yenilmesi ve geri çekilmesiyle kurulabilmiştir. Ulus devletin miladı 1920 veya 1923 değil 1938’dir.
Dersim ve Birleşik Devrim Mücadelesi
Kürt mücadelesinin modern devlette açtığı gedikler nedeniyle devlet, yeniden son yolların en büyük varolma yok olma girdabına girmiştir. 2015’den beri yeni bir “silah” devreye girmiş durumdadır. Endüstri 4.0 devrimi dedikleri koşullarda dijital teknoloji ve yapay zeka uygulaması egemen hale gelmektedir. Yeni savaş taktik ve stratejileri, insansız, silahlı savaş araçlarıyla yapılmaktadır. Bu yeni silahlar (uçak ve kimyasallar) nasıl ki 1937’de Dersim’de denenmeye ve kullanılmaya başladıysa 2015’ten itibaren de Dersim’de dijital teknolojinin kumanda ettiği silahlar kullanılmaya başlanmıştır.
Birleşik devrim cephesi, ancak modernleşme (kapitalizm) başta olmak üzere yeni savaş sanayisini, göçleri ve halk içi diyalogları diyalektik titizlikle ele almak suretiyle doğru bir politik ve ideolojik hat belirleyebilir. Kapitalist, modern saldırıları bertaraf ederek özgür bir geleceğe doğru yönelebilir.