30. YILINDA SİVAS KATLİAMI
Felsefeyi Ormanda Yapmak
Geçen pazar sabahı önümüzü doğaya ve Kemerburgaz ormanlarına döndük. Kürt, komünist, Kızılbaş, kadın, erkek, genç yaşlı olmak üzere yaklaşık 200 kişiydik. Eski arkadaşlar vardı, yeni dostlar da tanıdık. Türk-İslam ideolojisinin her türden birlik-dayanışma ruhunu yok etmeye çalıştığı günümüzün milliyetçi, ırkçı, faşist koşullarında mütevazi bir direnç idi bizimkisi. Pir Sultan’ın duygu ve düşüncesine, ideallerine, mücadele ve direniş geleneğine, bu geleneği yaşatmaya küçük de olsa bir katkı yapmaya çalışıldı.
Kızılbaş/Alevi kültürünün eşitlikçi mirasından hareketle birlikte üretip birlikte tüketmeye örnek teşkil edecek bir davranışın izi sürüldü. Gün boyu Pir Sultan’ın şiirleri, türküleri, deyişleri seslendirildi. Müzisyen dostların güzel sesleri, doğanın ve çamların sesleriyle birleşerek ormandaki kuşların, ağaçlardaki börtü böceklerin seslerine karıştı. Varlık bir bütünde birleşirken filozofların nazarında “vahdeti mutlak”a dönüştü. Hallaçı Mansur nezdinde de Enel Hak oldu.
Alevilerin Doğa ve Hukuk Felsefesi
Başlıkta felsefe kavramını da kullandım. Çünkü Kızılbaş toplumunun kendine özgü bir felsefe içerdiğini ileri sürmüştüm. Örneğin “Alevilerin sanat felsefesi” dediğimizde bunun altını doldurmak zor olmayacak. Pir Sultan’ın şiirlerindeki estetik bile başlı başına bir materyaldir. Keza Alevilerin varlık ve doğa feldefesi de kendine özgüdür. Görgü cemleri ise hukuk felsefesine tekabül eder ve “halk mahkemesi” işlevi görür. Örnekler felsefenin diğer disiplinleri için de söz konusudur.
Piknik organizasyonunu Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Zeytinburnu ve Güngören şubeleri birlikte yapmıştı. Şubelerin önderlik ettiği piknik, doğa ve orman gezisinde Alevi/Kızılbaş inancına uygun olarak pişirilip dağıtılan etli pilav da katılımcıların ilgisini çekti. Kadınlı erkekli aşçı dostların emekleri de yol hizmeti olarak gönüllere eklenmiş oldu. Kendi adıma söylersem Alevi kültürü üzerine bir kez daha yakından gözlem yapma ve İslam toplumuyla “doğrudan” bir ilgisinin olmadığını da görme imkanı buldum. Doğrudan diyorum, çünkü dolaylı bir ilgiden, örneğin Ehli Beyt geleneğiyle, Kerbela Cengi ile dolaylı bağları bulunabilir Alevilerin. Bu yüzden de 2 Temmuz katliamını, Kerbela zulmünün bir devamı olarak okumak da mümkündür.
Aleviler ve Klan/Kandaş Toplumlar
Programa pekçok kişi gibi Şube başkanları Kenan Yerlitaş ve Zeynel Zor’un davetlisi olarak katıldım. Bir de konuşma yapmam planlanmıştı. Alevi geleneğinin tarihsel köklerini açığa çıkarma yönlü bir konuşma oldu benimkisi. Doğaya, ormana ve insanlara birlikte hitap ettiğim programda klan ve kandaş toplumlara dikkat çekmem umarım bir karşılık bulmuştur. Çünkü bu noktanın önemli olduğunu düşünmekte yarar var.
Alevilik, Türk-İslam ideolojisinin iddia ettiği gibi İslam’ın içinde bir kol veya mezhep değildir. Kendine özgü inanç biçimi, felsefesi, düşünüş ve davranış tarzı olan bir kültürdür. Diğer inanç ve dinlerden farklı bir dünya görüşüne tekabül eder ve kendine özel bir yaşama tarzına karşılık geliyor. Doğa, dağlar, denizler ve ormanlara en yakın topluluk olarak Kızılbaşları düşünebiliriz. Zira Alevi/Kızılbaş toplumu (topluluğu desem daha doğru olur) sınıflı topluma ve yerleşik yaşama yabancı bir toplumdur.
Kızılbaşların Direniş Geleneği
Avcı ve toplayıcı üretim ilişkileri Kızılbaşların ruhuna daha uygun düşmüştür. Bu yüzdendir ki, Aleviler, özel mülkiyete karşı bir eğilim gösterirler. Bunu da anlamak mümkündür. Göçebe ve avcı yaşamı, mülk edinmeye imkan vermez. Mülk için yerleşik, tarımsal üretime geçmek gerekiyor. Kızılbaşlar, yalnız mülk karşıtı değil, aynı zamanda devlet, düzen, sömürü ve bunların ortaya çıkardığı uygarlığa karşı da direnç odağı olmak zorunda kalmıştır. Eşitlikçi değerlerine sahip çıkmak adına tüm kurulu düzenlerle, adına modern denilen vahşi devletlerle çatışma yoluna gitmiştir.
Alevilerin direniş ve çatışmaları yalnızca Emevilerin ve Abbasilerin şeriatçi soykırımlarına karşı olmakla sınırlı kalmamış, Bizans, Selçukçu ve Osmanlı gibi imparatorlukların zulmüne karşı da sürmüştür. Babai ve Şeyh Bedreddin direnişinde Kızılbaşlar bir kez daha dağlara ve ormanlara sığınmak zorunda kalmıştır. Keza ulus devlet sürecine girildiğinde de eşitlikçi toplumu savunan Aleviler yine “çibanbaşı” olarak görülmüş ve katliama uğramıştır. Mesela 1920’de ülkemizde kurdurulan ulus devlet de ilk iş olarak Kürt ve komünistlerle birlikte Alevileri “temizlemekle” icraatlarına başlamıştır. Dersim hadisesinde de Kızılbaşlar bir kez daha yönlerini dağlara, ormanlara, Munzurlara dönmüştür.
Kemerburgaz ormanları da Alevi/Bektaşi katliamlarına, kıyımlarına yabancı değildir. 1826’daki Yeniçeri Ocağı bağlamında katliama uğrayan Bektaşiler, bu ormanlara sığınmıştı ama burada da kıyımdan kurtulmaları zor olmuştu.
Sivas Katliamı’nın 30. Yılı
Burada özetini verdiğim konuşmaları başka konuşmalar izledi. Kenan Yerlitaş’ın açıklamaları ve 2 Temmuz Anma Etkinlikleri’ne çağrı metni de programda yer buldu. Nitekim Sivas katliamının 30. yılıydı sözkonusu olan. Orman gezisi ve pikniğin düzenlenme nedeni aynı zamanda 30. Yıl vesilesiyleydi.
Yukarıda da söylediğim gibi eski yeni arkadaşlarla buluşmuştuk. Pir Sultan Derneği Malatya-Ören Şube başkanı, arkadaşım Mazlum Köse de eşlik etmişti pikniğe. Kısa bir açıklaması da oldu. 30. Yıl vurgusu onun konuşmasında da hakimdi. Zeytinburnu eski şube başkanı Hakan Rakip de, benzer şekilde Sivas Katliamının 30. yılına işaret etti. Yaşam Ağacı Derneği’nden Ali Şahmo da davetliler arasındaydı. O da ezilenler arasındaki dayanışmanın gerekliliğine ve kurumlar arasındaki diyaloğun önemine değindi.
Her Şey Çok Güzel miydi?
Orman ve doğa toplantısı, piknik derken her şeyin çok güzel olduğunu da söyleyemeyiz elbette. Yabancılaşma, sınıflı, mülkiyetli uygar dünyayla uzlaşma anlamına gelecek pekçok düşünüş ve davranış biçimi saptamak da zor olmadı. Kürsü dışı yaptığımız bir çok tartışmada insanların halen Türk resmi ideolojisi içinde oldukları, Kızılbaş geleneğine de buradan baktıkları anlaşılıyordu. Alkol alıp, sarhoş bir şekilde ortada sallanarak dolaşma da marifet ya da Alevilik zannediliyor. Bu davranışlar da uygar, ulus devlet dedikleri yüz yıllık otoritenin, Alevileri asimile ettiğini ve asimilasyona devam edildiğini gösteriyor.
Yine bazı grup içi tartışmalarda da sınıf analizlerinden ziyade liberal analizlere meraklı insanların varlığı dikkat çekiciydi. Halbuki konuşmamda da belirttiğim gibi Kızılbaş inancı sınıfsal hiyerarşiye karşı olması bakımından esasen sınıf teorilerine yakın bir kültürdür. Bu kültür emekçilerle birlikte, ülkemiz açısından söylersek, ezilen uluslara, ezilen cinslere, Kürtlere, kadınlara dost ve yoldaş olan bir kültürdür. Bu kültürün önümüzdeki yıllarda da ezilenlere örnek olacağını düşünebiliriz.
Kızılbaşlar, Halaylar ve Semahlar
Bitireyim sözlerimi. Doğaya, toprağa temas ederek ağaçların gölgesinde güzel bir kahvaltıyla başlayan gün, kürsünün kurulmasıyla daha da canlandı. Önce şarkılara yer verildi, peşinden konuşmalar geldi. Konuşmalar davul-zurna eşliğinde yapılan halaylar ve semahlarla bölündü. Veyahut da dengelendi diyeyim. Kızılbaşlar, orman ve doğa gezisi deyince halaylar olmazsa olmazdır. Bu pikniğe damgasını vuran önemli davranışlardan birisi de halaylar ve semahlar oldu diyebiliriz. Burada da kadın dostların ön planda oluşu sanırım dikkatlerden kaçmamıştır.
Evet, bitiriyorum. Elif, Şadiye ve Suna arkadaşların halaydaki görüntüleri unutulur gibi değildi. Ayrıca daha tanımadığım ya da adlarını bilmediğim nice yol arkadaşımızın oyunlardaki canlı performansları sanırım hafızalarda güzel duygular bırakmıştır. Pikniğe, semtten birlikte gittiğimiz Ayhan, Birol ve etkinliği fotoğraflayan genç kardeşimiz Emre Yıldırım’ı da anmak isterim.
Fotoğraflar: Emre Yıldırım