İstanbul’daki Newroz kutlamalarından söz etmek istiyorum. Bu yıl (2021) Yenikapı’da yapılan kutlamaya izin çıkması, zaten her halükarda yapılacak etkiliklere olan katılma eğilimlerini daha da artırdı. İzin yetmezdi elbette. Son anda yasaklamalar gelebilir, saldırılar onu izleyebilirdi. Bunlar olmadı. Hava koşulları ve meteorolojinin yağmur uyarısının da doğru çıkmaması üzerine katılım düşünülenden yüksek oldu. Alanda Birleşik Mücadele Güçleri’nin ağırlığı hissediliyordu. Ne var ki Güçler adına yapılan konuşma pek etkili değildi.
Siyasal ortamın genel gerginliğinden dolayı çok iyi bir hazırlık yapılmamıştı anlaşılan. Birçok programın planlanması, belli ki son anlara bırakılmıştı. Keza nitelikli müzikler ve değerli müzisyenler programda söz konusu olsa da repertuar seçimleri de pek etkili olmadı. Doğru parçalar seçilmemiş gibi geldi bana. Yine de güzel bir Newroz etkinliği gerçekleşti. Erken saatlerden itibaren insanların alana yönelmesi ve bu yönelmenin ilerleyen saatlerde daha da artması kitlenin ve dolayısıyla da kürsünün daha da dinamik hale gelme sonucunu doğurdu. Başlangıçta binlerle ifade edilen kitle, ihtimal ki sosyal medyada Newroz kutlamalarına dair yayılan sakinliğin de etkisiyle hızla on binlere ulaştı. Çok geniş bir alan olan Yenikapı’daki miting için izleyici olarak sayı vermek güç olsa da 30-40 bin insandan söz edilebilir.
Sınıf Mücadelesinin Belirleyiciliği
Sınıflı toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir denilir. Bu tezi hem mitolojik düşünüş tarzlarında hem de modern metinlerde bulmak mümkündür. Bir Kürt ve Ortadoğu efsanesi olarak bilinen Devrimci Demirci Kawa örneği de bunlardan birisidir. Sömürücü sınıfların temsilcisi olarak betimlenen Dehak’a karşı mücadelenin simgesidir Kawa. Sınıf mücadelesi teorisine uygun bir mitolojik öyküdür. İki karşıt güç arasındaki çatışmanın ezilenler lehine sonuçlanarak tamamlanmış olması da son derece öğreticidir. Benim açımdan günümüzde yaşadığımız da özünde Dehak ile Kawa arasındaki çatışmadan başka bir şey değildir. Sınıf mücadelesi, tarihler boyunca yeni biçimler kazanarak günümüze gelmiştir denilebilir. Dolayısıyla Hegel’in dediği gibi Güneşin altında yeni bir şey yoktur. Sınıf mücadelesinin yeni biçimler alarak nasıl devam ettiğini Newroz alanını izleyerek de görmek mümkündür. Konuşmalar ve sunumlar boyunca emekçi sınıfların sermaye düzenine karşı yürüttükleri mücadele ile Devrimci Demirci Kawa’nın mücadelesi arasında bağlar kurulması bundan olsa gerek.
Newroz: İkinci Bir, Bir Mayıs!
Başta ezilen ve ulusal sömürüye maruz kalan Kürt halkının/ulusunun sömürgeci güçlere ve Türk egemen sınıflarına karşı olan direnişi ve her türden mücadelesi Kawa’nın yarattığı geleneğe bağlanmıştır. Dehak-Kawa çatışmasına daha farklı örnekler de verilebilir. Alanda birçok örnek verilmiştir de. Buna göre kadınların erkek egemen sisteme karşı sürdürdükleri mücadele de aynı geleneğin bir devamı niteliğindedir. Alanda birçok konuşmacının İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline yönelik itiraz ve karşı çıkışları sıklıkla alkış almıştır. Kutlamada kendilerinden söz edilen gençlik ve bilhassa öğrenci gençliğin son zamanlarda yükselttikleri direniş bayrağı, Kawa’nın çağrısıyla birleşmiştir diyebiliriz. Bu manzaraya bakıldığı zaman Newroz’u, biraz da basite alarak “Kürt bayramı” ifadesiyle açıklamak pek doğru bir yaklaşımmış gibi görünmüyor. Newroz, giderek bütün Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının bir direniş gününe dönüşeceğe benziyor. Bu saptama da yetmez, onun aynı zamanda “ikinci bir, Bir Mayıs” olma ihtimalinden de söz edilebilir. Bunu da başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının insanlığa bir armağanı olarak düşünebiliriz.
Newroz gibi ulusal bir günün, sınıfsal bir güne evriliyor oluşu, sınıf mücadelesi olgusunun karmaşıklığıyla giriftliğiyle ve yaşamın her an değişen doğasıyla ilgilidir. Olgular ve olaylar gibi sosyal mücadeleler de yalın ve bir yapılı değildir. Kürt coğrafyasında ve Türkiye metropollerinde Newroz etkinlikleri sürerken dünyanın birçok kent ve merkezinde de aynı etkinliklerin sürüyor oluşu başka nasıl açıklanabilir? Bu analize 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü de eklemek isterim. Eğer yakın bir gelecekte 8 Mart üzerinde tekel kurmaya çalışan feminizmin (liberalizm) etkisi kırılabilirse Emekçi Kadınlar Günü de yeni bir içerik edinebilecektir. Yani 8 Mart da, bir başka manada, kadınların talebini merkeze koyan ama sınıfsal taleplerle de ayrılık değil birliktelik oluşturan “Bir Mayıs Günü” gibi bir içerik de kazanmış olacaktır.
Kimler Vardı; Kimler Yoktu?
Yazının başlığına Birleşik Mücadele Güçleri’ni de eklemem Newroz alanındaki çağrılar, sloganlar, talepler ve beklentilerle ilgilidir. Ülkemizin sol ve sosyalist diyebileceğimiz kesimleri büyük oranda etkinliğe ilgi gösterdiği ve katıldığı anlaşılıyor. Burada katılanları sayma niyetinde değilim. Fakat katılmayanlar üzerinden bir iki cümle söylenebilir. Sosyalist çevrelerde “devlet solu”, “milliyetçi sol” (sol faşizm de denilebilir) miting alanında yoktu. Bu da bir gelişme olarak okunacak olursa “arınma” kavramını kullanabiliriz. Dehak rejimine karşı kararlı bir duruşu, kararlı bir kitleyi işaret etmektedir miting alanı. Bu netliği konuşmalarda ve kitlenin taşıdığı pankartlarda da görmek mümkün olmuştur. Ezilen bir inanç grubu olarak Alevi/Kızılbaş kesimine ait pankartlar var mıydı, bilmiyorum. Ben görmedin ya da görememiş de olabilirim. Yalnız bu kesimin de ilerleyen süreçte kendi talepleriyle ulusal talepler arasında bir paralellik kuracağına inanmak gerekir.
Kaldı ki Alevi/Kızılbaş topluluklar, bugün açısından yüz yıllık ırkçı, tekçi Sünni İslam ideolojisinin etkisini büyük oranda kırmış durumdadır. Bu mücadelenin de sınıf mücadelesi, boyutuyla öne çıkacağı düşünülebilir. Miting alanında olduğu üzere son zamanlarda ülke genelinde de konuşulan “birleşme” hadisesi, taleplerin arasındaki uçurumu da kaldırma yönünde bir işlev görebilecektir. Bu yüzden “birlik” olgusu, yalnızca birkaç kurumu bir araya getirme sorunu olarak ele alınamaz. Alanda da görüldüğü ve vurgulandığı üzere sınıf taleplerinde, ulusal taleplerde, cins ve inanç taleplerinde ortak bir paydanın yakalanacağı görülmektedir. Aleviler demeyeyim de, Alevi kurumları gibi arayıp da göremediğim gruplardan birisi de anti-kapitalistler olarak bilinen kesim oldu. İhsan Eliaçık da görmediğim ya da göremediğim kişilerden birisiydi. Bu çevrelerin, anlayış farkından değil de daha değişik nedenlerle (örneğin güvenlik) katılmamış olacaklarını varsayabiliriz.
Kawa’dan Şey Bedreddin’e
Lenin’den Mao Zedung’a
Yenikapı’daki Newroz alanına giderken birçok kişi ve kesim olası bir devlet saldırısından ve faşist saldırılardan da kaygılanmadan edemedi. Oysa daha ilk kontrol noktasında, güvenlik güçlerinin rahatlığını ve sakinliğini görünce kendimizi rahat hissettik. Çünkü daha önce pek çok örneğini yaşadığımız, değişik tipteki saldırıların ve katliamların olmayacağı anlaşılmıştı. Yani miting öncesinde, bir saldırı yapma ya da katliam uygulama emri almadıkları, bu sakin ve rahat tavırlarından belliydi. Benim dikkat çekmek istediğim bundan daha ziyade “birlik” duygusunun ete kemiğe bürünüyor ve toplumda bir karşılık buluyor olmasıydı. Çünkü gruplar içinde de istenmeyen çatışmalar, didişmeler, sürtüşmeler eksik olmazdı şimdiye dek. Oysa kitle bu kez destek ve dayanışma psikolojisi içindeydi. Bu yüzden de disiplinli ve ağırbaşlı bir miting oldu denilebilir.
Buna bağlı olarak işaret edilmesi gereken bir olgu da, bu yılki Newroz’un geri çekilme sürecinde kutlanmasıydı. Beş altı yıldır, sermayenin tüm gücüyle susturmaya, yok etmeye çalıştığı devrimci potansiyelin her şeye rağmen yeniden açığa çıkmasına ve ayağa kalkmasına sahne oldu. Dinamik ve çok farklı göstergeleri olan bu Newroz’un pek çok tez ve teorinin gözden geçirilmesine olanak sunacağını düşünebiliriz. Keza bazı teorilerin yerine yenilerinin inşa edilmesi gerektiği de not edilmesi gereken bir husustur. Katılımın bir milyon olmamasının bence önemi yoktur. Önemli olan öncü öznenin, milyonları temsil edip etmediğidir. Kawa da, Şeyh Bedreddin de, Lenin de, Mao da başlangıçta milyonlarla mücadeleye koyulmadılar.
Varlığın Bütünselliği ve “Birlik Bilinci”
Hem sosyal dünya, hem düşünce dünyası hem de siyasal dünya her zaman küçük bir çevrenin, hatta bezen bir kişinin bir kızılcım yakmasıyla ilerliyor/ilerlemiştir. Spartaküs de, Galilei de, Marx da toplumsal koşullara bağlı olmak üzere özel örnekler oldular. Bu durum burjuva cephesinde de benzerdir. Bir küçük oligarşik grup tüm toplumu yönetmeyi başarır! Oligarşik birlik ancak karşı bir “birlik cephesi”yle dengelenebilir ya da daha da önemlisi alt edilebilir. Birlik düşüncesi bana Antikçağ Yunan filozofu Permenides’in “varlık bütündür” görüşünü anımsatır. Şimdi detayına giremediğim bu anlayışın Antik Doğu dünyasındaki panteist varlık anlayışıyla da ilgisini kurmak mümkündür. Mesela Bedreddin buradan neşet etmiştir. Burada, materyalist diyalektik açısından merkezi bir yerde bulunan “zıtların birliği ilkesi”ne giden bir yolun varlığını da anımsatmak isterim. Genel görünümün ve Newroz’un bana gösterdiği olgulardan birincisi “birlik” meselesi olmuştur. Bunun genel ve bilinen, geçici bir olgu olduğunu düşünmek yanlış olur. Çağın ve ülkemizin somut koşullarının zorunlu bir sonucu olduğu anlaşılıyor.
Günümüzde ve ülkemizde sosyal ve siyasal talepler nüanslıdır, ayrıca çoğalmıştır. Tümünü emek-sermaye çelişkisi olarak değerlendirmek uygun görünmüyor. Nihayetinde eskiden beri temel çelişki ve baş çelişki gibi kavramlar zaten kullanılmaktadır. Ezilen kesimlerin, mazlum ve mağdur halkların taleplerinin belirli bir anlayış içinde ele alınması mümkün görünüyor. Yeşiller partisinin, kendi talepleriyle Newroz alanında yer alıyor olması da bu çerçevede verilmesi gereken bir örnek olsa gerek. Demek ki ezilen ve sömürülen, mağdur edilen her sınıf, etnisite, ulusal topluluk, çevreciler türünden toplumsal gruplar, dünyaya yalnızca kendi talepleri açısından bakamaz. Kısacası kendi başına bir “sınıf bilinci”nden söz etmekle birlikte ‘ulusal bilinç”in de bir başka realiteyi oluşturduğunu görüyoruz. Bu çerçevede “inanç bilinci”, “çevre bilinci” (çevreci bilinci) ve “cins bilinci”nin de kendi başlarına özerklikleri söz konusudur. Tümünü kucaklayan bir “birlik ve dayanışma bilinci” varlığın birliği felsefesine uygun düşmektedir. Yenikapı’nın bana gösterdiği ve zihnimde çağrıştırdıkları bu çerçevede düşündürücü olmuştur: Enternasyonal bir Bir Mayıs gibi enternasyonal bir Newroz…
Newroz Piroz Be!
2021 İstanbul Newroz’u, kuşkusuz son günlerdeki parti kapatma meseleleri, vekilliği düşürülen kişilere uygulanan hukuksuzluk ve zindanlarda süren açlık grevlerinin etkisi altında geçti. Erkan Baş, Ercüment Akdeniz ve Pervin Buldan gibi parti başkanlarının konuşmalarında da bu temalar belirgindi. Keza Selahattin Demirtaş’ın okunan mesajında da benzer konulara değinilmişti. Konuşmacıların değişik simalardan oluşması da “birlik” olgusunun bir başka göstergesi olarak okunabilir.
Bitireyim. Yaklaşık beş yıldır aralıksız süren saldırılar, görünürlük açısından belli bir “toplumsal geri çekilme”yi işaret etse de alandaki atmosfere bakıldığında toplumun moral bakımından bir adım daha ileri sıçradığı anlaşılıyor. Pandemi uygulamasının getirdiği paniğe, maske kuralına uysak da gençlerin, yaşlıların katılamıyor oluşu gibi sebepler de katılımı sınırlandırmıştır. Yine de çalınan davullara, çekilen halaylara, yakılan ateşlere ve yine alanda yankılanan “Newroz Piroz Be” şiarına bakıldığında toplumun daha canlı ve bilinçli bir yönelim içinde olduğu ileri sürülebilir.
Renkli bir konuyla veda etsem iyi olacak. Yaşamda pek görmediğimiz ama çıkardıkları yayınlarla, açtıkları bürolarla tanıdığımız pek çok devrimci kişi ve grupları da bu türden mitinglerde ararım. Merakımı gidermek için de yanlarına gider özlem gideririm. Bunlar genellikle yaptırdıkları büyük flamalarla kürsünün hemen bitişiğinde yer alırlar. Bu flamalar belki de daha önceki yıllardan kalmadır. Bazen de güncellenirler. Onları da Newroz da görmem, benim için hoş dakikalar geçirmeme neden olmuştur. Bu arkadaşlar da anlaşılan en önde durarak kamera kayıtlarına geçiyor ve geleceğe not bırakıyorlar!