Düşüncenin felsefi bir form ve içerik kazanması Sokrates öncesi felsefelerle birlikte gündeme geldi. Felsefenin başlangıç dönemi olarak kabul edilen bu süreç Pre Sokratik Dönem olarak adlandırılır. Coğrafya geniştir. Büyük Yunanistan olarak bilinen Batı Anadolu, Atina ve İtalya’yı da içine alacak kadar geniş bir coğrafyadan söz edilir. Online toplantısında bu hafta konu tartışmaya açıldı, sunumlar yapıldı. Sunumu yapan Birol Sakin, dönemin temellerini atan belli başlı filozofları konu ederken Thales, Demokritos, Empedokles, Herakleitos ve Parmenides gibi filozoflar üzerinde, tabir yerindeyse bir gezinti yaptı. Pek çok soru, itiraz, yorum ve eleştirinin de kendisini gösterdiği programda benim de bazı saptama, analiz ve değerlendirmelerim oldu. Felsefe meraklıları için kısaca bunlardan söz etmek istiyorum.
Pre Sokratik felsefe, felsefenin kuruluş dönemidir. Düşüncenin yeni bir evrim geçirerek farklı bir biçim ve içerik aldığı süreci işaret etmektedir. Aynı zamanda sınıfsız toplumdan sınıflı toplumlara geçişin göstergesi olarak da okunabilir bu dönem. Felsefe tarihi, esasta Sokrates öncesi filozofların çabalarıyla başlar. Oysa ana akım felsefe tarihi üç büyükler denilen Sokrates, Platon ve Aristoteles’i merkeze koymaktadır. Bana kalırsa üç büyükler asıl olarak, kendilerinin ön tarihi olan felsefeyi yalnızca nicelik yönünden geliştirmekle yetinmişlerdir. Elbette bu niceliksel büyüme, felsefeye derin ve engin bir yenilik getirme ve büyük bir katkı anlamına gelir.
Felsefenin İnşacı Filozofları
Dikkat çekmek istediğim nokta, felsefede asıl inşacı filozoflar, üç büyükler değil Sokrates öncesi filozoflar olmasıdır. Pre Sokratikleri, yalnızca felsefenin temellerini atanlar olarak da görmek eksiklik olur. Onlar aynı zamanda bilimin, politikanın, sanatın da başlatıcısı olmuşlardır. Gerçi Sokrates öncesi filozofları önceleyen filozoflar kuşağından da söz edilmektedir. “Yedi bilgeler” olarak felsefe tarihi kitaplarında yer alan bu kuşağın üyelerini filozof olarak değil de düşünür olarak değerlendirmek daha doğru görülmektedir. Sınıflı toplumlara geçiş belki de pre Sokratiklerle birlikte asıl olarak “Yedi Bilgeler” ile başlar diyebiliriz.
Pre Sokratik ifadesi, kuşkusuz ki Batı merkezli bir terimdir. Oryantalist tavrı yansıtmaktadır. Oysa felsefe yalnız bir coğrafyayla, belirli bir halk topluluğuyla ilgili bir etkinlik değildir. Bu yüzden ekonomik belirleyicilik nedeniyle pek çok terim dilimizi koşulluyor olmakla birlikte, biliyoruz ki gerçeklik dilimizin sınırlarından çok daha geniş ve belirleyicidir. Buna göre felsefenin yalnızca Batı’da değil Doğu toplumlarında da söz konusu olduğunu, Sümer-Asur medeniyetlerinde, Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Çin, Hindistan ve daha dünyanın pek çok coğrafyasında bilinen bir etkinlik olduğu unutulmamalı. Öte yandan her coğrafyanın felsefesinin ve felsefe yapma tarzının da aynı olduğunu düşünemeyiz. Felsefelerin, coğrafi farklılıklar yanında daha da önemlisi, ekonomik ve sosyal farklılıklardan kaynaklandığı düşünülmelidir.
Buna göre Yunan ve Latin toplumlarında etkili olan, aynı zamanda özel mülkiyetin belirleyici olduğu (Antik üretim biçimi) toplumlardaki felsefelerle Kuzey Avrupa’da etkili olan ve hem özel hem kamu mülkiyetinin geçerli olduğu Cermen üretim biçiminin önplanda olduğu coğrafyalardaki felsefe aynı olmayacaktır. Keza özel mülkiyetin geçerli olmadığı Doğu’nun Asyatik üretim biçimlerinin baskın olduğu yerlerdeki felsefe de kendine özgü olacaktır. Üretim biçimlerinin farklı olmasına rağmen düşünüş tarzında bazı ortak noktaların olduğunu düşünmek yanlış olmaz.
Nedenselci Düşüncenin İcadı
Pre Sokratiklerin düşünce yöntemini ve mirasını anlamak için biraz detay vereyim. Mesela dikey nedenselci düşünme yöntemine her toplumda rastlıyoruz. Dikey nedenselci düşünce yeryüzündeki olay, oluş ve olguların nedenini gökyüzünde aramaktadır. Yağmur damlaları gökyüzünden yeryüzüne düşüyor. Yağmur ki, yaşamı kuruyor, doğayı canlandırıyor, insanlara yaşama imkanı sunuyor. Thales suya vurgu yaparken denizler, ırmaklar yanında yağmuru da fark etmiş olmalıdır. Aynı yağmur sel baskınlarına, can kayıplarına da neden olmaktadır. Ağaçlar, bitkiler, genel olarak canlılar dik (dikey) duruyor ve gökyüzüne doğru yöneliyor. Dolayısıyla ilk düşünürlerin dikey nedenselci bir mantıkla düşünmeleri doğaldır.
Dikey nedenselci düşünce, her ne kadar “nedenselci” terimini içerse de sıklıkla mitolojik ve teolojik sonuçların çıkartılmasına imkan vermiştir. Çünkü bu düşüncede olay ve olguların nedeni sıklıkla soyut, metafizik güçlere bağlanmıştır. Bu yüzden zamanla onun yerini yatay nedenselci düşünüş tarzı almıştır diyebiliriz. Yeryüzündeki bir olayın nedeni yine yeryüzündeki başka bir olaydır. Maddi nedenlerin nedeni de yine maddi olmalıdır. Metafizik bakış sınırlanmıştır burada. Maddi dünyayla, yatay nedenlerle olay ve olguların açıklanması felsefenin doğmasına olanak vermiştir. Muhakkak ki bu düşünsel gelişmelere sınıf gerçekliği ya temel olmuştur, ya da eşlik etmiştir. Üçüncü olarak da diyalektik ve tarihsel nedenselci düşünüş tarzından söz edilebilir. Bu da felsefi düşünceden bilimsel düşünceye sıçramayı işaret ederken aynı zamanda doğa felsefesinden toplum felsefesine geçişi simgeler. Buna göre diyalektik ve tarihi materyalizmin tarihini Antikçağ düşüncesinin öncüllerine dek gerilere götürebiliriz.
Diyalektik ve Tarihi Materyalizmin Taslağı
Tartışmada da üzerinde durduğum gibi diyalektik ve tarihi materyalizm olarak bilinen Marksist teorinin taslağını Pre Sokratiklerde bulabiliriz. Örneğin Demokritos’un atomculuğu, Marx’ın ilgisini çekmiştir. Atomculuğu bir tür materyalizm olarak kavramlaştırmak mümkündür. Diyalektik içinse Herakleitos ismini anmamız gerekir. Yine de modern manada diyalektik ve tarihsel materyalizmi açıklarken Marksist teori, “materyalizmi Demokritos’tan, diyalektiği de Herakleitos’tan almıştır” denilemez. Yalnızca bir bağ kurulabileceğini ileri sürüyorum. Çünkü düşünceler, felsefeler ve her türden sanatsal ürünler asıl olarak kendi çağlarının ve kendi coğrafyalarının çocuğudur. Diyalektik ve tarihsel materyalizm esas olarak kapitalizm koşullarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Sınıflı toplumlara geçildikçe farklı felsefe anlayışlarını, değişik felsefe yapma tarzlarını da görmekteyiz. Sunum sırasında adı anılan filozofları, belirli ekoller içinde toplamak mümkün olmuştur. Felsefenin kendisi ve farklı ekollerin varlığı, kuşkusuz ki insanların yapısal özelliğiyle açıklanamaz. Fikirlerin kaynağı, insan zekasından ziyade yaşanılan toplumsal ilişkiler, coğrafyalar ve iklimlerdir. İklim ve coğrafya gibi insan zekasının payı da felsefenin gelişimi açısından “başlangıçta” etkili olsa bile giderek önemini yitirmiştir.
Pantha Rei (Her Şey Akar)
Pre Sokratik dönemde etkili olan ekolleri anacak olursak, Milet okulu, Efes okulu, Elea okulu ilk akla gelenler olacaktır. Bunlar mekandan hareketle yapılan adlandırmalardır. Sırayla söylersek Thales, Herakleitos ve Parmenides adlarını anmamız gerekir. Felsefelerinin konusu bakımından da anılması gereken filozoflar vardır. Bunları Sofistler ve atomcular olarak ayırabiliriz. Sofistler derken genellikle Gorgias ve Protagoras kastedilir. Atomcular olarak da Leukippos ve onun öğrencisi olan Demokritos akla gelmektedir. Pluralistler ve monistler biçiminde bir ayrım yaptığımızda da Empedokles ve Anaksagoras gibi dört unsurcu (hava, toprak, su, ateş) filozoflar ile sayılar mistisizmi üzerinde yoğunlaşan Phytagoras (Pisagor) akla gelir.
Felsefe tarihinin ilk kuşağı olarak bilinen ve belli başlılarını konu ettiğimiz bu filozofların çok yönlü olduklarını bilmem hatırlatmama gerek var mı? Düşüncenin farklı formlarını görsek de henüz felsefenin bir bütün olarak düşünce disiplinlerini içinde barındırdığını görmekteyiz. Dolayısıyla örneğin Thales’i hem bir felsefeci olarak, hem bir gök gözlemcisi, hem bir kimyacı hem de bir matematikçi ve geometrici olarak görüyoruz. Sofistleri, filozof olmakla birlikte sosyal bilimci ve eğitimci olarak da değerlendirmek mümkündür.
Pisagorcuların kavram analizi yapmaları yanında matematik ve astronomi konularında görüşler geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Her şeyin belirleyicisi ateştir diyen Herakleitos’un “savaş” konusuna vurgu yapması ve panta rei (her şey değişir) derken de siyasal alana yönelik tavır içinde olduğu açıktır. Demokritos’ da ilk öge olarak atomları merkeze koyduğu için filozof kimliği kazanmakla birlikte bu anlayışa bağlı olarak sosyal ve siyasal sorunlara da açıklama getirmiş, etik ve estetiğe dair de yazmıştır. Yazmıştır derken, ilk kuşak filozofların yazdıkları günümüze kalmamıştır. Dolaylıdır söylenenler. Sonraki filozof ve felsefe tarihçilerinin metinlerinden öğreniyoruz. Keza Empedokles’in de filozof kimliğinin yanında evrim teorisine ilişkin görüşler geliştirirken bilim adamı sıfatı kazandığını not etmek isterim.
Pre Sokratiklerden Kalan Armağanlar
Pre Sokratiklerin önemini kısaca da olsa özetlersek neler söyleyebiliriz? Birincisi felsefe etkinliğini bunlar başlatmışlardır. Felsefenin ne olduğunu, arkhe araştırması olduğunu, felsefe teriminin kendisini de ilk kuşak filozoflar icat etmiştir. Pisagor’un ya da Pisagorcuların Philo ve Sophia terimlerinin birleşimiyle felsefe kelimesini türettikleri ileri sürülür. Yani bilgelik sevgisi biçiminde Türkçeleştirilebilir. Aslında bilgeden ya da bilgelikten daha mütevazi bir terim gibi görünüyor felsefe. Oysa günümüzde filozof denildiğinde çok daha üst düzey bir anlam ve içerikle karşımıza çıkıyor. Felsefenin kavramlarla yapıldığını ve dolayısıyla kavramsal bir etkinlik olduğu da pre Sokratiklerde içkindir.
Felsefe yaparken bilim, sanat, felsefe ve politika yapma geleneği de ilk kuşak filozoflarla başlar. Mesela Demokritos’un adının demokrasi ile ilgili olduğu ve demokrat kişi anlamına geldiğine ilişkin bilgilere rastlıyoruz. Empedokles’e ve Herakleitos’a krallık önerildiği de yine literatürde görülebilmektedir. Bilim, politika, sanat ve felsefenin bugün bile ilgi odağında yer alan temel yasaların başlatıcıları da pre Sokratik filozoflardır. Evrim düşüncesi (Empedokles), Estetik (Aisthesis: Herakleitos), Enerjinin korunumu yasası (Parmenides, Empedokles), sonsuzluk düşüncesi (Anaksimandros), temel arama (Arkhe: Thales) düşüncesi de pre Sokratiklerin, sonraki kuşaklara armağanıdır.
Herakleitos Karanlık mıydı?
İlk kuşak filozofların, yalnızca doğa felsefesi yaptıkları tezi ana akım felsefe tarihinin ya önemli bir eksiğidir ya da çarpıtmasıdır. Pre sokratiklerin, “Doğa üzerine” başlıklı eserlerinden söz edildiği doğrudur. Bu kavramdan, bugün anladığımızı, yani sosyal dünyanın karşıtı ve onu önceleyen fiziksel doğayı anlamak eksik anlama olur. “Doğa” aynı zamanda sosyal dünyadır. Bu açıklama da yetersiz olur. Çünkü aynı zamanda pre Sokratikler sofistlerde olduğu gibi insanın doğasını da (Protagoras) problem yapmışlardır. Dolayısıyla Çiçero’nun “Sokrates, felsefeyi gökyüzünden yeryüzüne indirdi” türünden yaptığı açıklamanın doğru yönü olmakla birlikte gerçeği yansıttığı ileri sürülemez. Buna göre hümanizm düşüncesinin kaynağını da sofistlere dek gerilere götürmek olasıdır.
Değişme değiştirme, yeni düşünceler arama alışkanlığını başlatan pre Sokratik filozofların, felsefedeki rolleri üç büyüklere oranla daha özgündür denilebilir. Demokratik fikirleri taşımaları bakımından olsun, insan merkezli düşünme açısından olsun aydınlık fikirlere sahip oldukları anlaşılıyor. Üç büyüklerin, ilk kuşak filozoflara karşı tavırlarının da olumlu olduğunu düşünmek zordur. Sokrates’in Herakleitos gibi aydınlık bir filozofa “karanlık adam” lakabını takmış olması düşündürücüdür. Keza Platon’un “Demokritos’un kitapları yakılmalıdır” yönündeki önerisi de kabul edilemez görünmektedir.
Demin de belirttiğim gibi Pre Sokratiklerin yazdıkları ve düşündükleri bize doğrudan kalmadı. Ardıllarından öğreniyoruz. Platon’dan öğreniyoruz mesela. Özellikle de Aristoteles’ten. Aristoteles’in pre Sokratikleri nesnel bir şekilde bize taşımadığını varsaymamız için yeterince nedenimiz olduğunu düşünüyorum.