SEYİT RIZA: EVLAD-I KERBELA’YIZ;
(Ayıptır, günahtır, zulümdür.)
Seyit Rıza anılıyor, Dersim katliamı lanetleniyor!
Pazar akşamı, (17 Kasım 2020) bu anmalardan biri de Kadıköy’de yapıldı. Maske uygulamasına ve sosyal mesafe kurallarına uyarak katıldığım anmadan hareketle bazı tez ve düşüncelerimi dile getirmek niyetindeyim…
Pir Seyit’in Seslenişi
Elazığ Buydağ Meydanı’nda 83 yıl evvel, bir gece vakti, ciğerleri parçalayan bir ses yükseldi. Seyyit Rıza ile birlikte bir kaç celladın dışında duyan olmadı o sesi. Ses Seyit’in sesiydi. Suya, havaya, ateşe ve toprağa seslenir gibi seslenmişti adeta. Bunların her biri birer hakikatti, dahası yaratandı; insanın, insanlığın şahidiydi. Zulmün, sömürünün tanığıydılar. Nihayetinde insanın doğası, dostu da hava, toprak, ateş ve sudan başkası değildi. Hakikat tanıktı ki, hak için hukuk için Pir Seyit’in seslenişi ne ilkti ne de sondu. Suyun, havanın, toprağın ve ateşin çocukları, torunları nice saldırılara ve zulme maruz kalmışlardı. Yağma, talan, sömürü, zorbalık ilk önce onlar üzerinde uygulanmıştı. Silah denemeleri, kimyasal gazlar, barutlar ve bombalamalar altında inim inim inleyen de hakikatten başkası değildi.
Munzur’un Rengi: Kan-Kızıldı
Bir kez daha katliama uğradı Dersim halkı, 1937, 1938’de. Dersim’in taşı, toprağı, suyu havası, yakılan ateşi de katliamdan nasibini aldı. Günlerce kan-kızıl aktığı söylenir Munzur’un. Sonunda on binlerce “can” doğanın bağrından süngülerle, envai çeşit silahlarla sökülüp koparıldıktan sonra ikinci doğanın/toprağın bağrında yerlerini aldılar. Doğa, kendini seveni sever, derler. Doğaya bunca canın dönmesi, Rıza’nın 1937’nin On beş kasımında toprağa düşmesi, bu tarihten ibaret değildi. Öncesi vardı, dert derindeydi. Oysa ne Seyit bunun farkındaydı, ne de mihman olduğu Dersim halkı. Türkiye ve Kürdistan halkı için de durum farklı değildi. Halbuki direniş, bir çağ’a karşı direnişti. Emekçiler başta olmak üzere Kürt, komünist ve Kızılbaş toplulukları gibi direnç odakları hizaya getirilmek, “eğitilmek” isteniyordu bu medeniyetler çağında. Bu yüzden direniş, yalnız Türk egemen sınıflarına karşı da değildi; top yekun medeniyetler çağına karşı bir direnişti. İdeolojik manipülasyon göz açtırmıyordu: Emperyalizmin adı, medeniyetler çağı olmuştu…
Büyük Patron Kimdir?
Dersim’in üzerine yürüyen yalnızca bir devlet değildi. Çünkü bir devletin Dersim’e sefer düzenlese bile zafer elde edemeyeceği, daha evvel yaşanmış nice tecrübeden dolayı biliniyordu. Dersim generalinin karşısında da herhangi bir general, herhangi bir devlet ve devlet başkanı bulunmuyordu. Dünya yeniden dizayn edilirken her şeyi büyük patron belirliyordu. Büyük patron emperyalizmden başkası değildi. İngiltere ise suyun başını tutmuştu ve hazırladığı planın, Anadolu’da adım adım uygulanması için demokratça mı, sissice mi demeli, bekliyordu. Bu sinsi güç, Kuzeyde yenilmiş ama Güneyde (Anadolu’da) kazanmanın politikasını yapıyordu.
Tetiği Kim Çekti?
Mustafa Kemal’in Rolü
Günah keçisi feodalizmdi Dersim’de. Dersim demek feodalizmdi! Feodalizm ise gericilikten başka bir anlama gelmiyordu. Modernizm o günlerde, güya tüm dünyaya özgürlük getirmiş ve o günlerde Anadolu’da yeni kurulan devleti de ihya etmişti! Bir tek Dersim kalmıştı. Kürdistan’ın tamamı ise bazı badireler atlatmakla birlikte sırasını bekliyordu. Dolayısıyla bugünkü olup bitenlere bakarak, büyük patronun “Dersim politikası” daha da geniş bir alana yayılarak devam ediyor denilebilir. Dersim katliamında (düpedüz soykırımdır) tetiği kimin çektiği tartışmasına girmek, bizi hakikatten uzaklaştırır. Seyit’in, darağacındayken altındaki sehbayı kimin çektiğinin de bir kıymeti harbiyesi yoktur. Cellatların ve tetikçilerin suçlu olması mümkün olmakla birlikte, herkes görevini yapar/yapmıştır.
Mustafa Kemal’in rolü de daha farklı olmamıştır. Çünkü tımar sisteminin temsilcileri, yerlerini ağalık sisteminin temsilcilerine bırakmıştı. Ağalık sistemi ise yabancı ve yerli patronların da (sermaye) yönlendirmesi ve desteğiyle Dersim’e “uygarlık” götürme, Seyitlere “insanlık dersi” verme derdindeydi. Buna şimdi olduğu gibi o zaman da, inananların sayısı az değildi. Beri yandan şu da var ki, Dersim katliamından yıllar sonra olsa da, “Türkiye ve Kürdistan’da feodalizm var, düzen ağalık düzenidir” diyenlerin bedenleri de yine aynı güçler tarafından parçalandığı halde “bilimsel inanç”ların sürüyor oluşu düşündürücüdür.
Bilim, Öncelikle Egemen Sınıflara Hizmet Eder
Haklı olanın güçlü olması da gerekir. Ne var ki çoğu zaman hak yüreklerde, güç ise fitne fesat diyarlarındadır. Güç derken bilim, teknoloji, silah sanayi, askeri uçaklar, istihbarat ağı, tecrübe, asker ve polis gücü kastedilir. Dersim halkının yenilmesi daha doğrusu katliama uğrayıp geri çekilmesi, tüm bu unsurlardan ayrı olarak ele alınabilir mi? Silahlar gibi bilim de öncelikle egemen sınıflara hizmet eder. Silahların denenmesi, savaş politikalarının uygulanması için Dersim coğrafyası, davetiye çıkartmakta gecikmemiştir. Bilim ve kapitalizm bir olduğunda feodalizmin tüm kadim değerleri, direniş gelenekleri, insanlığa yaptığı katkı da zulüm ve gericilik olarak algılanır. Bilim ve modern yasalar biçimine bürünmüş ırkçı, faşist uygulamalar ise efsaneye dönüşür. Bu efsaneden Dersim de ziyadesiyle payına düşeni almıştır.
Dersim sorununu bilim ve feodalizm çatışması olarak ortaya koymak, Türk egemen sınıflarının ve asıl patron olan emperyalizmin büyük bir keşfidir. Keşif, temel çelişki olan emek-sermaye çatışmasını gizlemekte de büyük bir işlev görmüştür. Keşfe göre Dersim’e yol, elektrik, su götürülmelidir. Yetmez elbette. Okul, cami ve bilhassa da kışla ve karakol da götürülmelidir! Tüm bunlar daha evvel Büyük Millet Meclisi’nde çıkartılan “Köy kanunu” ve özellikle de “Tunceli kanunu”nda belirtilmiştir. Bu kanunlar, aslında emperyalizmin kanunu’dur. Zira çağ emperyalizm çağıdır. Bu kanunlar ve saldırılar, 20. yüzyılda bir çok kez halkların ve proletaryanın direnişiyle dengelenmiştir. Dengenin ise suni ve geçici olduğunu anlamak için “mahir’ olmaya gerek yoktur. Çağımızda yaratılan ve yazılan onca destan bunun kanıtıdır. Ne var ki denge Dersim’de halkın ve hakikatin aleyhine bozulmuştur.
İngiltere’nin Rusya’da Kaybettiği
Ve Dersim’de Bulduğu Nedir?
Mekan, mekandan ibaret değildir. Dersim de, Dersim’den ibaret olmamıştır. Güneyinde sıcak denizler ve Mezopotamya’nın verimli toprakları, kuzeyinde ise komünist olduğu düşünülen gencecik bir devlet vardı. Peki Dersim, bu zenginliğe rağmen niçin yalnızdı? Komşu topraklar gibi insanlığın dostları neden katliamı seyre koyulmuştu? Bilim, “aydınlatayım” derken yoksa tüm gözleri kör mü etmişti? Halkın bir sözünün semantiğini değiştirerek diyebiliriz ki “Bilim, başıma giydirir kilim” olmuştu anlaşılan. Bilim, emeğin yönetiminde olmadıkça bir düşmandı aslında. Oysa komünizmin, bu gerçeği kavradığını bugün bile ileri sürmek kolay görülmüyor. Büyük patronlar ise her şeyin farkındaydı. Komünizmi kuşatmak üzere adım adım ilerlemeyi tercih ettikleri anlaşılıyor. Onları temsilen İngiltere ise 1920’lerde Rus coğrafyasında kaybettiği otoriteyi, pazarı ve prestijini şimdi Dersim’i yenerek yeniden bulmuştu.
Dersim’in Düşmesi,
Belki de Komünizmin Yenileceğinin
Habercisiydi!
Aslında “bilim” algısının oluşması ve bu algının yönetilmesi sayesinde Dersim’in yenilmesi ve düşmesi, kuzeydeki komünizmin de yenileceğinin bir işaretiydi. Ne var ki, bunu ne Seyit Rıza hesap edecek düzeydeydi ne de kuzeyin devrimci kurmayları. Hatta Anadolu’daki devlet Hitler’e ve Mussolini’ye selam üzerine selam çakmasına rağmen komünizmin kurmayları kıllarını bile kıpırdatma gereği duymuyorlardı. Anlaşılan o ki gözlerini modernizm, laiklik, bilimcilik, akılcılık, teknoloji, üstün silahlar bürümüştü. Sonuçta Dersim için “bilim” ve bunun sonucu olarak görülen modernizm Türkleşmek ve İslamlaşmak demekti. Dahası da vardı elbet; vergi vermek, askere gitmek demekti. Merkezi otoriteye biat etmek, özerklikten, Kürt ve Kızılbaş gibi kimliklerden ve kişisel değerlerden koparılmaktı.
Halk İçin, Hakikat İçin
Devri Daim Olsun!
Pir Seyit havaya, toprağa, ateşe, suya sığındı bir yandan… Öbür yandan ayıptır, günahtır, zulümdür diyerek etiğe, estetiğe, vicdana ve merhamete seslendi. Aynı zamanda ne cellatlara ne dönemin tetikçilerine ne de bunların büyük patronlarına seslendi. “Diz çökmedim” biçiminde bir mesajı oldu düşmana, o kadar. Yalnızca halka ve Kerbela’ya dayadı sırtını. Çünkü tüm dünya Pir’e ve Dersim’e karşı adeta birlik olmuştu. Bu yüzden olsa gerek Seyit halka, hakka ve hakikate temas etmekte görmüştü çareyi. Çare, sığındığı mekan oldu, toprak oldu seksen üç yıl önce. Devri daim olsun. Yalnız Seyit’in değil elbette; halk için, hakikat için özgürlükler için hakka, hakikate yürüyenlerin de devri daim olsun… Bundan seksek üç yıl önce Elazığ’da Buydağ Meydanı’nda idam edildi Pir Seyit. Mezar yeri bilinmiyor, bilenler de susuyor. Belki de ölmedi Seyit. Bedeni ak güvercin donuna bürünerek göklere yükseldi, kırklara karıştı; tıpkı Ebu Müslim Horasani, Seyyit Nesimi ve Pir Sultan Abdal misali…