Devrim Kara’nın yönettiği, Mehmet Akkaya’nın konuşmacı olarak katıldığı felsefe programından söz edeceğim. Komün tv adıyla yeni bir kanalın kurulduğunu iki ay önce duymuştum: Akkaya’nın felsefe programı yapacağını öğrenince de, kanala daha bir içim ısınmıştı. “Hoş geldin Komün TV” demiştim içimden, hoş geldin! Programın ismi: “Felsefenin Gözü” olarak belirlenmiş. Ve bu isim üzerinden, her hafta salı günü saat 20.00’de olmak üzere, “Görmek İdeolojiktir”, “Kavramlara Filozofça Bakmak”, “Felsefede Arkhe Sorunu”, “Felsefenin Ontolojik Kaynakları” konuları işlenmiş bulunmaktadır. Programın içeriğine ve biçimine ilişkin bir kaç noktaya değinmek istiyorum.
Akkaya, sürekli, “klasik felsefe yapma tarzına karşı olduğunu, bu sebeple izleyicilerle ortak bir felsefe yapma” idealini ortaya koyuyor: Birlikte Felsefe Yapmak. Ve bunu da soru-cevap üzerinden bir program yapmaya gayret göstererek, pratikte de uygulamaya çalışıyor. Bu programlar, aslında konulu da olsa, gerçekte konudan çok, “daldan dala” diyebileceğimiz bir tarzda ilerlemektedir. Yani isteyenler, felsefe ile ilgili aklına takılan hemen her soruyu sorabilmektedir. Ve Akkaya da gayet istekli bir şekilde bunları cevaplamaya, bazen de bu konuların ileride açıklanacağını söyleyerek, sorunu “geleceğe” aktarmaktadır. Ancak Akkaya’nın bu haftaki programında da açıkladığı gibi, aslında bu programlar, birer “giriş” ya da “tartma, tanışma” programı olarak görülmelidir. Ve Akkaya, buradan aldığı dönütlerle, yeni tarzda bir program takvimi planladığını vurgulamış bulunmaktadır. Programda zengin bir içerik görüyoruz. Birkaç cümleyle değinmek yararlı olur.
Moderatörün ve izleyicilerin soruları tarafından yönlendirilen programda Mehmet Akkaya, yine de felsefenin asıl sularına iniyor ve felsefe tarihindeki belli başlı tezleri, bakış açılarını, kuramları, kavramları açıklayarak, eleştirerek konuşmasını sürdürüyor. Bağlamına göre Descartes’ın Yöntem Üzerine adlı kitabına atıf yaparken bir başka bağlamda Hegel’in diyalektiğine yorum getiriyor. Tabii, birçok konu da eksik kalıyor. Eksik kalsa da Akkaya gündeme aldığı konuları etkili bir şekilde, dikkat çekecek biçimde sunuyor. Mesela Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’i konu ederken ilkinin “su”ya, ikincinin “apeiron”a, üçüncünün “hava”ya dikkat çekmelerinin hatırlatılması belki bilineni tekrardır, aktarmadır. Oysa Akkaya yeni bir şey daha söylüyor: Su’yun tez olduğu, apeiron’un antitez olduğu, hava’nın ise sentez olduğu ileri sürülüyor. Keza bu hafta da düşünce tarihinin Doğu’da başladığını, felsefenin ise Batı’da başladığını söylemesi de sanırım izleyicilere ilginç gelmiştir. Yine bu haftaki programda, günümüzde felsefenin ontolojik kaynaklarının sorulması üzerine de feodalizmi, kapitalizmi ve emperyalizmi işaret ederek yanıt vermesi dikkat çekiciydi.
Televizyonda Felsefe Yapmak…
Televizyonda, üstelik soru-cevap üzerinden bir felsefe programı yapmak, belki de televizyon programları içinde en zoru olsa gerek. Zira felsefenin kendi başına “sorun” olması yanında, izleyicilerin seviyelerinin çok farklı olması durumu da programcıların işini zorlar diye düşünüyorum. Bana kalırsa, izleyicilerin hepsinin farklı tarzda bilgi birikimi olması durumu, konunun belli bir plan içinde işlenmesini zorunlu kılmaktadır. Ama nasıl bir plan?
En baştan, felsefi olarak eksiği olanların eksikliklerini gidermek, eksiği pek olmayanların da programlara belli bir çerçevede katılmalarını sağlamak için, en başından alınmak üzere bir “felsefe tarihi” ile konuya girilmelidir. Her konunun ardından da o gün, anlatılan dönemin, “günümüzle” olan ilişkisi vurgulanmalıdır. Aksi taktirde –her türlü iyi niyete rağmen- programın kimseyi memnun etmeyen bir programa dönüşme potansiyeli vardır.
En baştan şunu vurgulamam gerekir ki: Çağımız, herkesin, her şeyi olağanüstü bir şekilde bildiğini zannettiği, bir “cüretkârlar” çağıdır. Ve emek vermediğinden, emek verenlerin emeğine saygısızlık çağıdır. Bilimde de sanatta da felsefede durum böyledir, ne yazık ki. Fakat kendini bilerek, önce öğrenmek, didinmek gerektiğini bilenler de az değildir. Felsefenin Gözü, bunun fark edilmesinde önemli bir olanaktır diye düşünüyorum. Bu bağlamda bizler, en azından emek vermek isteyen kitleyi, kendi ellerimizle, “cahil cüretkârlara” çevirmemeli, önce alt yapısını sağlamaya çalışmalı, ardından “eyleyen” haline getirmeliyiz. Felsefe eğitimi ve Akkaya’nın çabası bu noktada belirleyici bir işlev görüyor.
“Yok efendim, ben zaten klasik bakış açısına karşıyım, Sokratvari tarzda, hatta kitapsız tarzda, karşılıklı ‘felsefe yapma’ taraftarıyım” deniliyorsa, bunun da televizyonda, çok farklı kişilerden gelen sorularla yapılamayacağını görmek gerekir. O söylenen, yüz yüze, birkaç kişiyi geçmeyen kişilerle ve en azından bir kişinin profesyonel olması ile yapılabilir, değilse imkânsızdır!
Felsefenin Evlere Girmesi
“Siyasetin/politikanın” bizim gibi “günübirlik” yapıldığı memleketlerde, felsefe programında siyasete girmek, önemli sorunlar yaratabilir. Bu bağlamda, bir felsefe programı, günübirlik siyasete ya da bir liderin/önderin savunuculuğuna asla girmemelidir. Üstelik buna benzer bir yola girmenin ‘siyaset felsefesinde’ de yerinin olmadığını Akkaya gayet iyi biliyor. Siyaset felsefesinin nasıl olacağını da benden çok daha iyi biliyor! Değilse başka anlayışlardan, fraksiyonlardan insanlara “laf geçirmek” tarzı bir duruma gelinir ki bu durum siyasete hiç yarar sağlamadığı gibi, felsefeye önemli zararlar verir!
Yönetici/moderatör Devrim arkadaşa gelecek olursak… Devrim arkadaş program yöneticisi olarak, samimi, eğlenceli yanı ile programa kendi çapında bir şirinlik katmaktadır. Bizler, yani sınıfsız ve sınırsız dünya özleminde olanlar, tabii ki programlarda, klasik bir sunucu, spiker tarzını özleyenlerden değiliz. Fakat -her işte olduğu gibi- program yöneticiliğinde de asgari düzeyde bir birikimi, beceriyi arayanlardanız. Nedir bir programcıda olması gerekenler? Genel-kültür, diksiyon, el-kol hareketlerine, mimik-jestlerine dikkat etmek, programın seyrini iyi takip etmek vs. Bu özelliklerin hepsinin de Devrim arkadaşta belli düzeylerde olduğu belli.
Mehmet Akkaya ile Devrim Kara’nın iyi bir ikili oluşturdukları izlenimi ediniyoruz. Akkaya’yı önceden de ekranlardan tanıdığımız için eleştirecek bir nokta şimdilik aklıma gelmiyor. Devrim Kara, daha dikkatli olabilir mi, gelen soru ve eleştirileri daha özenli ve düzgün okuyabilir mi, türünden sorular aklıma geliyor, o kadar… Felsefenin evlere girmesi düşüncesi, üzerinde durmayı gerektirir. Umarım emekçi sınıfların aydınlanmasına, küçük de olsa katkısı olacaktır.
Tekrardan, başta Komün TV’ye ardından da felsefe programına selamlar olsun demek istiyorum. Yolunuz açık olsun… Sevgiyle…