Sanat felsefesi, dil felsefesi, siyaset felsefesi, bilgi felsefesi ve tarih felsefesi konularını merkeze koyan felsefeci, yazar MEHMET AKKAYA, önceki eserlerine yeni bir kitap daha eklemiş oldu. Belge Yayınları tarafından BİLGİ KURAMI adıyla yayınlanan eserdeki anlatım teknikleri, yöntem ve dil dikkate alındığında felsefe meraklıları, öğrenciler ve entelektüellere hitap edecek türden. Akkaya bu kitabında felsefeye yakınlık duyanları sarıp sarmalayan bütünlüklü ve derinlikli bir yol izlemiş. Keza bir kaynakça da denilebilir kitap için… Mehmet hocama göre bilgi boş zaman işi de, merak işi de değil. Bilgi üretim ve iktisadi etkinlikler içinde gerçekleşen bir değerdir.
Kendi payıma ‘Epistemolojik Kopuş’ ile bilgi dünyasına girdiğim Mehmet Akkaya’nın “BİLGİ KURAMI” ya da kendi deyimiyle eş anlamlıları bilgi felsefesi, bilgi teorisi kitabını bu hafta içinde okuyup bitirdim. Şimdi bazı gözlemlerimi yazmak istiyorum… Bu kapsayıcı, yönlendirici, doğru eksende durmayı gösteren, felsefenin kökenine, sosyal sorunlara “akıl gücüyle” yanıt vermek aymazlığına düşenlere eleştiri var. Eser, dünden bugüne verilen cevapları, bilgi – bilinç diyalektiği konusundaki fazladan doluluk ve kirliliğin netleştirilmesi anlamında başlıbaşına derya-deniz bir çalışma…
Bu kitabın özetini çıkararak üzerinde düşünmek ilginç olabilir. Felsefenin ne olduğunu, onun kendine özgü dilini, felsefenin tarihini, karakterini, düşünüş biçimlerini tarihsel süreci içerisinde anlamak isteyenler için en önemli eserdir diyebilirim. Felsefenin üretim ve üretim ilişkileriyle olan direkt ya da endirekt bağlarını anlamak, açığa çıkarmak, beni ve birçoklarımızı belki aşar… Ve fakat felsefe disiplinleri içerisinde olanlar için bu durum geçerli olmayacaktır. Bilgi felsefesinin (epistemoloji) felsefe içindeki yerini saptayan Mehmet hocamız, felsefe tarihine bakıldığında da bilgi felsefesinin, varlık felsefesini (ontolojiyi) izlediğini söyleyerek yola koyulmuştur…
Epistemolojinin olmazsa olmazları arasında dediği Hegel ve Marx’a gelmeden, Thales ile başladığı söylenen felsefenin Antikçağ’ı ve üç büyükleri Sokrates, Platon ve Aristoteles’in bilgi felsefesindeki düşünüş biçimleri, konumları ve yarattığı değerler ile kimlere biçim verdikleri irdeleniyor kitapta. Devamında egemen bilgi felsefesinin ilk formlarının görülmesi konusu ilgili felsefeciler üstünden işlenmiş… Bu filozofların genel kabulü gerisindeki, idealist, metafizikçi düşünüşlerinin sosyal alanda nelere denk geldiği de töz, idea ve geist benzeri kavramlarla detaylandırılıyor. Akkaya, bu felsefelerin filozoflarca ve onları izleyenlerce nasıl kavramlaştırılıp dünden bugüne kadar nasıl yaşanılır kılındığını da gözler önüne sermektedir…
Bilginin kaynağının bir yerlerde bizleri bekleyen, öncellenmiş, kodlanmış, ilahi bir varlıkça üretilmiş, reçetelenmiş şeyler olmadığı söyleniyor Bilgi Kuramı’nda. Bilginin kaynağının halk olduğunu, üretim sürecinde şekillendiğini, gelişip değiştiğini, eskidiğini, süreklilik arz ettiğini de Mehmet hocamızın sunumundan öğreniyoruz… Bilgi felsefesindeki çeşitliliğin sosyal ve toplumsal kategorilerin çeşitliliği kadar da çeşitli ve çok olduğunu da ilgili karakterler üzerinden dile getirmiş kitap. Birbirlerine yaklaştıkları, iç içe geçtikleri, ayrıştıkları, muhalifleştiklerini çoğu keresinde de aynı duruş ve eksende kalarak idealist ve metafizikçi özlerine döndükleri de vurgulanmış…
Bilgi sorununda “yeni bakışlar” başlığı altında, Pyrrhon’un Helenistik dönem kuşkuculuğundan, Cicero’ya, Epikuros’a, Stoacılık’dan Sextus Empiricus’a kadar uzanan bir kulvar var. Oradan da Ortaçağ epistemolojisine geliniyor; Ortaçağ karanlığında, felsefenin Antikçağ’daki kadar üretken, dinamik karakterli olmadığını anlıyoruz. Ortaçağ felsefesine yoğunlaşma olduğu halde, yine de bu dönedeki felsefe liberal felsefelerde olduğu gibi “karanlık” deyip yok sayılmamış…
İslam coğrafyasında epistemoloji konusu da keza Ortaçağ epistemolojisi bağlamında ele alınmış. El Farabi, İbn’i Sina, Gazali den, İbn’i Rüşd’e kadar konu detaylandırılmış… Keza Rönesans epistemolojisinin Copernicus’la gelen evren anlayışının getirdiği yeni düşünüş biçimleri, eskiden kopuşları, Galileo’nun teleskopu ve devrimi, Montaigne ile yeniden yaşatılan eski kuşkuculuk anlayışını görüyoruz. Ayrıca aykırı, ters yüz eden soruların adamı F. Bacon’un sahne alışı da dolu dolu yer alıyor Bilgi Kuramı’nda…
Avrupa rasyonel epistemolojisi yükselişe geçtiğinde başı çeken İngiliz düşüncesi ve filozofları, İngiltere’nin deniz aşırı arayışları, sanayi üretiminin diğer Avrupa ülkelerine nazaran erken başlayışıyla geldiği seviyede Locke’u, Berkeley’i, David Hume’u da var ettiği vurgulanmış… Rönesans epistemolojisinin temelinde Yeniçağ’ın sermayecilik faaliyetlerinin yattığı savunuluyor. Epistemoloji ile coğrafi keşifler arasında çarpıcı bağlantılar kurulmuş… Zaten bu bakış açısından yazılan kitapta en geniş kısımlar da Hegel ve Marx’a ayrılmış. Diyalektik düşüncenin epistemolojideki belirleyici yeri işaret edilirken konu Mao Zedung’un felsefesine kadar genişliyor.
Felsefeci, yazar Mehmet Akkaya, çok geniş tuttuğu “BİLGİ KURAMI” kitabını Hegel ve Marx ile sonlandırırken, felsefe, politika, sanat ve dilin temelleri gibi bilginin temellerini de üretim süreçlerinde ve mekanlarında buluyor. Yazar, “Bilginin, insanın doğaya temasıyla başladığını” diğer birey ve toplumsal guruplarla olan ilişkisi ölçüsünde diyalektik seyrine devam ettiğinin altını çiziyor…
Felsefe ve felsefeciler ve işleri konusundaki genel bilgisizlik, körelten, dar kalıpçı, yargılayıcı bakışlardan uzak bir anlayışla yazılmış bir kitap. Bilgide toplumsallığın rolüne ve kolektif bilince dikkat çekiliyor. Şu saptama bana çok öğretici göründü: “Bilginin asıl üreticileri, maddi yaşamı da üreten emekçi sınıflardır, ama bilgi sorununu kavramlaştıran, bilgiyi geliştiren, onu soyutlayan, bilimselleştiren, kitabileştiren ise filozoflardır, epistemologlardır.” Akkaya’nın, kitapta bu türden kendine has tez ve argümanların sayısı bir haylice…
Yine Mehmet Hocamın kendine özgü kavramlarıyla karşılaşmak, hocamızın yaratıcılığının bir başka göstergesi diyebiliriz… Onlardan biri de kitaptaki tezlere bakılırsa bilgi, bir “keşif” değil “icat” olarak inşa edilmektedir biçimindeki düşüncedir. Oysa Mehmet hocama göre egemen bilgi felsefesi tarihine bakıldığında da Platon’da daha belirgin olmak üzere Locke, Descartes, Spinoza, Kant ve Hegel gibi büyük düşünürler bilgiyi adeta keşfedilen bir fenomen olarak ele almışlardır… Kitaptan aldığım şu sözlerle bitirmek istiyorum: Bilgi pratik içindir, bilme de yapmak içindir.