Anadolu-Mezopotamya uygarlıkları içerisindeki en dinamik toplumlardan birisinin Aleviler (Kızılbaşlar) olduğunu söylemek abartı değildir. Aktüel gelişmelerden, toplantılardan, yayınlardan, organizasyonlardan bunu anlamak da zor olmuyor. 15-16 Mart 2020 tarihinde Ataşehir’de (Bir Mayıs Mahallesi) yapılan Alevi Çalıştayı ve toplantıda sunulanlar da bu bakımdan destekleyici olmuştur. Hafta sonu koronavirüs saldırısına karşı cesaret ederek soluğu Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Ataşehir Şubesi’nde aldığımda pek çok değerli dost ve arkadaşın dernek bahçesinde gezindiğini, sohbetler ettiğini gördüm. Salgın nedeniyle elbette ki ihtiyatlı davranan dostların hassasiyetine herkes gerekli özeni göstererek yanıt veriyordu. Yine de yapılan ikili, üçlü, beşli sohbetler doğanın dayatmasını geri plana itiyordu.
Çalıştay iki gün sürdü. Yirminin üzerinde insan konuştu. Konuşanların hemen hepsi konuyu, kültürü, geleneği iyi bilenlerden oluşuyordu. Her toplantıda olduğu gibi geri düzeyde kalan, alay konusu olanlar da eksik olmadı. Benim açımdan çok özel, derin ve geniş bir bilgilendirme daha doğrusu bilinçlendirme oldu. Bu kültür içinde olmama rağmen pek çok bakımdan bu kültürün derinliğinden fazla haberdar olmadığımı anladım.
Gerçi benim için entelektüel bir ilgi alanı olmasa da son zamanlardaki Bedreddin sunumlarımı daha güçlü hale getirecek pek çok bakış açısının Alevi/Kızılbaş kültürü içinde yer aldığını öğrenmiş oldum. Eşitlik ve özgürlük mücadelesinde şehit düşenler için saygı duruşuyla başlayan Çalıştay’ın detayına girecek değilim, yalnızca bende bıraktığı birkaç noktayı yansıtmak, zihnimde bıraktığı izlenimlerden, belki merak edenler de olur diye kısa kesitler sunmak istiyorum.
Kızılbaşlık Direnişe Gönderme Yapar!
Dinamik kavramı yanında kültür kavramına dikkat çekmem tesadüfi değil. Çünkü durağan bir yapıdan söz edilmediği gibi tanımlanmış, sınırları çizilmiş ve herkesin hemfikir olduğu bir fenomenden de söz edilmiyor. İyi ki de öyle değil. Bu yüzden Alevilik, Kızılbaşlık ya da yasaklı kültür denildiğinde farklı boyutları olan yerelden başlamakla birlikte evrensel özellikler de gösteren bir anlayış söz konusu oluyor. Sunumlara bakılırsa eleştiri veya savunu bazında onu İslam dini içinde değerlendirenler olduğu gibi onun bırakalım İslam dinini bir din olmadığını bile ileri sürenler de az değil.
Bazı konuşmalara bakılırsa Aleviliğin bir felsefe, kendisine özgü bir yaşam tarzı olduğu da akla gelir. Keza asıl kavramın Kızılbaşlık olması gerekirken ona Alevilik denmesinde kuşku arayan anlayışlar da az değil. Alevilik kavramı uzlaşmaya, Kızılbaş kavramı ise direnişe karşılık geliyor olabilir. Çalıştay’daki söyleme bakılırsa en ilginç kavramlardan birisi, daha doğrusu kavramlaştırmalardan birisinin kültür olmasıdır. Aleviliğin kendinden menkul bir kültür olduğu iddiası, benim de hareket noktam olmuştur. Bu noktadan hareketle oluşturacağım bir metni ise daha sonraki süreçte yapmayı düşünüyorum. Şimdikinde ise konuya nispeten kısa değinmekteyim.
Çalıştay’ın konusuna bakılırsa Alevi-Kızılbaş kültürünün tarihsel, ontolojik ve epistemolojik kaynakları, mücadeleci geleneği, etkilendiği ve etkilediği gelenekler, inanç, etnisite ve dinsel topluluklarla ilişkisi, otoritelere karşı mesafesi, ortaya çıkardığı önderler, söylemler, kurumlar, ekoller, okullar bir hayli zengindir. Çalıştay bu türden tarihsel, teorik diyebileceğimiz olguları araştırırken bir yandan da güncel planda bu topluluğun sorunlarını mercek altına almıştır. Bilhassa son elli yıl içindeki gelişmelere dikkat çeken konuşmalara bakılırsa bu kültür (hareket deniliyor) en hareketli dönemini yaşamaktadır.
Cumhuriyetle birlikte geri plana itilen ve baskılanan, hatta Koçgiri ve Dersim örnekleri sırasında neredeyse tamamen devletin kontrol altına aldığı Alevi/Kızılbaş hareketi, 1980’li yıllardan itibaren yeniden yükselişe geçmiş. Şu anda onlarca kurumun, derneğin, örgütün varlığı da bunu gösteriyor. Sunumlarda konunun bu yönüne örnekler verilirken birçok miting, toplantı, konuşma ve konferanslarda yüz binlerce insanın bir araya gelmiş olmasının anılması dikkate değerdir. Kaldı ki çeşitli Alevi kurumlarında dedelik, başkanlık, yöneticilik yapmış kişilerin Çalıştay’da canlı tanıklar olarak bulunuyor oluşu ve konuşmalarla bunu açıklıyor ve belgeselleştiriyor oluşları da analizin doğruluğunu kanıtlar.
Kültür Olarak Alevilik
Genel olarak kültür denildiğinde bilim, politika, sanat ve felsefe akla gelir. Özel olarak Alevilik kültürü ya da Alevi kültürü denildiğinde de benim anladığım, bu kültürün dört alt alanının olması gerektiğidir. Buna göre Aleviliğin felsefi, politik, bilimsel ve sanat boyutu bulunmaktadır. Zaten sunumların içeriğine bakılırsa bu kültür için “inançtır” deyip geçilmiyor. Mesela Hacı Bektaş’tan alıntılar yapılıyor. Bilgiye ve bilime olan ilgi dile getiriliyor. Başka bir konuşmacı deyişlerin söz içeriğinden kendisine özgü melodik yapılarından söz ediyor. Pir Sultan’ın şiirlerinden dizeler okunuyor. Demek ki Aleviliğin bilgi boyutu yanında bir estetik boyutu da var.
Alevi kültürünün tarihine bakıldığında (şube başkanları detay da vermiştir) bütün otoritelerle çatışma halinde olunmuştur. Birçok kez kendi başına demokratik diyeceğimiz yönetimler de inşa etmişlerdir Aleviler. Dolayısıyla üçüncü olarak politik bir içeriği olan bir kültürden söz etmekteyiz. Kuşkusuz ki kendisine özgü literatür tarandığında felsefeye karşılık gelen bir temellendirme de bulunacaktır. Sunumda dile getirilen “hırsızlık yapma”, “yalan söyleme” gibi genel diyebileceğim bir takım kuralların sahipleniliyor olması da üzerinde durmamızı gerektirir. Vahdeti vücut ve vahdeti mutlak anlayışıyla, “ben gördüğüme inanırım” diyen Ali’nin sözlerinden yola çıkan bir araştırmacı, belli başlı felsefi sonuçlar da çıkaracaktır.
Alevi/Kızılbaş Kültürü ve Devlet
Alevi-Kızılbaş kültürü ile devlet geleneği arasındaki ilişki, konuşmacıların da sunumunda görüldüğü üzere oldukça gerilimlidir. Sıklıkla da kendisini çatışma biçiminde göstermiştir/göstermektedir. Sunumlarda verilen en eski tarihsel olay ve kişilikler 6. yüzyıla ilişkindir. Mazdekçiliğe vurgu yapılması benim açımdan oldukça manidardır. Pers-Sasani devlet geleneği ile çatışmaya gönderme yapılmaktadır.
Daha sonraları Alevi-Kızılbaş kültürünün Emevi ve onun ardılı olan Abbasi devlet geleneği ile çatışma halinde olduğu görülüyor. Kimi konuşmacıların Babek ve Karmat (Karmatiler) gibi kimliklere vurgu yapması, bazı konuşmalarda da bunlara gönderme yapılması anlamlıdır. Daha bilinen çatışmalar ise Selçuklu devleti ile ortaya çıkmıştır. Hasan Sabbah ismi önemli olmakla birlikte Alevi-Kızılbaş geleneği için daha da belirgin olanı Baba İlyas ve Baba İshak figürleridir. Selçuklu ve Osmanlı resmi tarih sunumlarında “isyan” kavramıyla yer bulmaktadır. Elbette ki küçümsenip ötekileştirilirler.
Alevi-Kızılbaş kültürünü devrimci ve demokratik hatta komünal gelenek içinde düşünmemizin bir nedeni de devlet başta olmak üzere her türden otoriteye karşı mesafe almasıdır. Çoğu zaman bu mesafe alışla da yetinmeyip çatışma pozisyonuna girmesidir denilebilir. Anadolu, Mezopotamya ve hatta Balkanlar ve Kafkaslar’da etkili olduğu anlaşılan bu kültürü devletsiz, peygambersiz bir kültür olarak değerlendirmek de ilginç bir analiz olabilir.
Peygamber yerine daha çok pirlerden, dedelerden, ozanlardan, önderlerden söz ediliyor ki, sunumda bir ara bunlar arasında kadınların da çokça olduğunun altı çizildi. Devlete mesafe koyma geleneği Osmanlıda da sürmüştür. Bu çerçevede, detayların da verildiği tartışmalarda bilhassa Bedreddin, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa’nın anılması da bence sunumları zenginleştiren noktalar arasındaydı. Osmanlı tarihine ilişkin yapılan değerlendirmelere ve verilen ayaklanma örneklerine bakılırsa Osmanlı tarihi Alevi-Kızılbaş ayaklanmalarının tarihidir bile diyebiliriz. Celalli ayaklanmaları, Kalender Çelebi, Şah Kulu ayaklanmaları aklımda kalanlar.
Aleviler ve Kürtler
Alevilerin “sorun” olarak görülmesi cumhuriyet döneminde de, günümüzde de sürmüştür, sürmektedir. Cumhuriyetle birlikte öyle anlaşılıyor ki “Kürt sorunu” ile birlikte gündem oluyor. Birçok bakımdan iki halkın, iki etnisite ve inanç grubunun talepleri örtüşme olanağı buluyor. Konuşmalarda da vurgulandığı üzere modern devletin Koçgiri ve peşinden Dersim’de uyguladığı saldırı ve katliamlar Alevilerin ve Kürtlerin birlikte dinamik toplumsal gruplar haline gelmesini getirmiştir.
Bir tartışmacının analizine bakılırsa 1980 sonrası devlet, Alevilerin gerek Türkiye sol hareketi ile gerekse de Kürt hareketi ile bütünleşmesini engellemeye çalışmıştır. Yine konuşmacıların iddiasına bakılırsa Aleviler, öncesi de dahil olmak üzere yüzyıldır Sünniliğe asimile edilmek için devlet tarafından manipüle ediliyor. Güncel örnekler de verilen sunumlarda son günlerde kurulan partilere Alevi kurumlarından yöneticilerin devşirilmesi bunun en iyi örneği olarak gösterilmiştir.
Bir de düalizmi vardı sunumların. İkici durum “Demokratik Alevi Hareketi” ifadesinde içkin. Bu kültür, demokrasi sorununu merkeze alan politik-ideolojik bir yapı mı, yoksa genelde sanıldığı gibi teoloji içinde yer alan bir inanç biçimi mi? Tartışmaların ortak noktasına bakılırsa belki ikisi de. Teolojinin bağımlı değişken olduğu düşünülürse giderek demokrasi (eşitlik, özgürlük) boyutunun öne çıkacağı ileri sürülebilir.
Çalıştay’ın bitirilmesinden sonra kitlenin, Gazi Mahallesi ve Ümraniye katliamlarında yaşamlarını yitirenler için yürüyüş düzenlemesi ve kayıpların olduğu noktada anma yapılması da toplantı bağlamında işaret edilmesi gereken bir başka olgudur. Alevi kültürünün köklerine, geleneğine bağlı olduğunu anımsatır. Konuşmalarda da değinildiği gibi bu kültür geçmişin mirasını temel alarak “yola” devam ederken geleceği kurmanın, yaşatmanın felsefesini de yalnız teoride değil pratikte de buluyor.