Sanat felsefesi yapmak üzere bir araya geldiğimizde, henüz konuya başlamıştık ki bir soru ile sunumun gidişatı değişti: Sanat felsefesi yapmak sanat eserleri üzerine konuşmakla aynı anlama gelir mi? Felsefenin ne olduğunun araştırılması da bu noktadan hareketle yapılabilir. Yani bir “şey” üzerine konuşulmaya başlandığında felsefenin kapısından içeri girilir. Yapılan etkinliğin, konuşmanın ve de tartışmanın bilim, politika ve sanattan ayrımını belirlemek için de kavramsal olana müracaat etmek gerekir. Çünkü varlığın ya da olup biten her şeyin üzerine yapılan her türden konuşmanın felsefi olduğu söylenemez. “Şeylerin” üzerine yapılan konuşmanın kavramsal çerçevede yapılması icap eder.
Antikçağ’ın filozofları eserlerine “üzerine” terimini kullanarak adlar verdiler. Mesela doğa felsefesi kastedilirken “On Natura” denilmiştir. Dolayısıyla bir şeyin felsefesini yapmak, o şey üzerine konuşmak, ama kavramsal çerçevede konuşmak anlamına gelir. Bu bakımdan sanatın felsefesini yapmak, sanat üzerine, sanat eserleri üzerine nesnel planda, kavramlarla konuşmak anlamına geliyor diyebiliriz.
Üzerinde durduğumuz temalardan birisi de şu oldu: İnsanın ihtiyaçları nelerdir, sanatsal ihtiyaç bize ne söyler, etik-estetik incelik kazanmak nasıl mümkündür ve hayatımızdaki yeri nedir? Elbette kapsamlı ve karmaşık konular bu söylenenler. Bunların sanat felsefesi çerçevesinde yanıtlanması bir saatlik sunumla mümkün değil. Zaman elverdiği oranda sorulara yanıt aradık. Bir kere insan ihtiyaçlarını saptamak ve sınırlandırmak gerekiyor.
Sınırlandırmak, analizleri güçlü kılmak için kaçınılmaz görünüyor. Ben ihtiyaçları üç kümeye indirgiyorum. Bunu sanırım çoklarınız biliyor: Maddi/fiziksel ihtiyaçlar. Yeme, içme, her türden beslenme gereksinimi bu noktada yer alır ve bu ihtiyaçlar zorunludur. İkinci olarak entelektüel ihtiyaçlar gelir. Sanatsal ihtiyaçlar buradadır. Bu ihtiyaçlara manevi ihtiyaçlar da denilebilir. Sanırım kültürel ihtiyaçlar ya da entelektüel ihtiyaçlar demek, daha uygun adlandırmalardır. Üçüncü ihtiyaç türü ise gerçek ihtiyaçlarmış gibi görünen “sahte ihtiyaçlar”dır. Din, futbol, sigara, alkol, dizi bağımlılığı, teknoloji, moda ve marka gibi ideolojik boyutu da olan ihtiyaçlar.
Üç tür ihtiyacın özellikleri üzerinde durduk. Bu üç türün dışında ihtiyaçların olduğu da akla gelebilir. Mesela Epikuros cinsel ihtiyaçları gerekli ama zorunlu olmayan ihtiyaçlar kategorisine koymuştu. Yani giderilmediğinde yaşamdan bir şey eksiltmeyen ihtiyaçlar vardır derken Epikuros haklı olabilir. Çağımızda sahte ihtiyaçlar giderek yaşamımızı teslim alıyor ve gerçek ihtiyaçlarmış gibi sürekli talep ediyoruz. İnsanın insanlaşması sürecinde en büyük engel olarak düşünebiliriz “sahte ihtiyaçlar”ı. Cinsel ihtiyaçların belli bir çerçevede gerekli olduğu ve karşılandığında ortaya çıkan getirisinin ne olup olmadığı ayrı bir tartışmayı gerektirir. Oysa sahte ihtiyaçların karşılanması, insanın insanlaşmasında bir katkısının olduğunu savunmak zor görülüyor.
Dinsellik olsun, moda, marka, medya düşkünlüğü, sigara, alkol, profesyonel spor alışkanlıkları olsun, bunlar etik-estetik inceliğin önündeki en büyük engellerdir ve bunlar çağımızda sermaye tarafından sürekli geliştirilir ve canlı tutulur. Bu alışkanlıkların, entelektüel alışkanlıklarla ters orantılı olarak insan dünyasında var olduklarını ileri sürmek yanlış değildir. Sahte ihtiyaçlardan uzaklaştıkça entelektüel ihtiyaçlar yükselişe geçer. İnsana etik, estetik incelik kazandıran da içinde sanatsal faaliyetlerin de yer aldığı bu entelektüel ihtiyaçlardır.
Maddi ihtiyaçlar ise bizim hayvan atalarımızdan getirdiğimiz ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçlar açısından temelde insanla hayvan aynı kategoridedir. Elbette besinlerin üretilmesi, zenginliği, tüketilme biçimleri bakımından hayvanla insan arasında büyük farklılıklar var. Fark büyük desek de bu durum esasta niceliğe dairdir. Tartışmada üzerinde durulan insanla hayvan arasındaki farkın estetiğe dayandırılması, bu bakımdan son derece önemli olmuştur.
İnsanlarla hayvan farkı, biyolojik, biçimsel farkları ayrı tutarak söylersek, temelde entelektüel dünyada ortaya çıkıyor. “Eğitimli” bir kedi de aynı masada veya sofrada çorba içebilir, kebap yiyebilir. Oysa roman yazan veya romandan haz alan ya da genel olarak bir sanatsal aktivitede bulunan, güzelden haz alan, dolayısıyla da estetik bakımdan incelmiş bir kedi henüz var olmadı. Tabii estetiğin bir ihtiyaç haline gelmesi için de maddi ihtiyaçların giderilmesi zorunludur. Bir atasözü vardır: Aç ayı oynamaz. Bu söz sanata da gönderme yapan derin manalar içeren bir sözdür.
Toplantıda, sanat felsefesi ve estetik kavramlarını da karşılaştırarak açıklamaya çalıştık. Sanat felsefesi, sanat eserindeki güzeli araştırıyor gibi bir sonuç çıkartmaya çalışıldı. Estetik ise doğayı ya da her türden objelerdeki güzeli araştırıyor. Bu noktada sorunun derinleştiği görüldü: Doğada güzel var mı? Estetik bir isim olarak düşünüldüğünde bir bilimin adıdır. Güzelin bilimidir de deniliyor. Sıfat olarak düşünüldüğünde ise “güzel” yerine kullanılan bir terim. “Şu obje estetik” denildiğinde o objenin güzel olduğu işaret edilmiş olur.
Estetiği sanat eseri için de kullanmak olasıdır. “Mona Lisa estetik bir tablodur” dediğimizde o sanat eserinin güzel olduğunu vurgulamış oluruz. Estetik, sanat felsefesiyle eş anlamlı olarak kullanılsa bile onun bir “Alman bilimi” olduğunu akılda tutmak yanlış olmaz. Estetik, temelleri Kant tarafından özellikle de Lessing ve isim babası olan Baumgarten tarafından kurulmuştur. Her üç düşünürün de Alman olduğunu anımsatmak isterim.