Geçen hafta “kitabi kültürde felsefe” başlıklı bir konu tartışmıştık. Bu hafta da kitabın felsefesini konuşmaya devam edeceğiz. Konuya başlıbaşına “kitabi kültürün felsefesi” demek daha doğru görülüyor. Konuya felsefeden, kavramsal düzeyde bakmak anlamına gelir. Alana ilişkin problemler muhtelif olacaktır. Kitapların, genel olarak eğitimdeki rolü nedir? Felsefe öğrenmede, felsefi bilinç ve formasyon kazanmadaki önemi nedir? Matbu kitaptan dijital kitaba geçiş sürecinin özellikleri nelerdir? Sanal gerçekliğin krallığı ne kadar sürecektir? Kitapların motivasyonu nedir? Matbu veya dijital olsun, kitaplar masum mudur? Bu sorulardan hareketle kitap dünyasında bir gezinti yapmak ilginç ve değerli olabilir. Program için pazartesi Türkiye saati ile 19.00’da Yol TV erkanlarındayım. Konuyu merak edenleri beklerim.
Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? şeklinde sorulurdu. Şimdi kitabı okuyanlar mı çok bilir, yaşamı kuranlar mı çok bilir? biçiminde soruyoruz, soracağız. Elbette kitap okumayı ve kitabi kültürü de abartmayalım. Önce yaşamı tanımak, onu okumak gerekiyor. Çünkü kitaba yazılanlar, öncelikle yaşamın kendisidir. Bu yüzden de kitap okumamış nice bilge vardır. Nitekim kitabı, okumamış nesiller icat etmiştir. Kitabın motoru ve motivasyonu sınıflı toplumlardır. Kitap, ancak sınıflı toplumlar son bulduğunda ortadan kalkabilir. Dolayısıyla bugün için “kitap devri bitti” demek lafügüzaftır. Kağıt, matbu ve dijital formunu birlikte kastederek söylüyorum. Kitabın tarihi, teknoloji değişiminin de tarihi olmuştur. Papirüs, parşömen, kil tablet, kağıt… Mısır, Mezopotamya, Çin, Anadolu, Avrupa…
Kitap, etik, estetik yönden insanı inceltir. Yazar – okur ilişkisini de inceltir, anlamlı kılar. Çünkü yüzyüzelik vardır. Temas ve dokunma… Sosyal medya ilişkisi veya dijital kitapta can ve ruh yoktur. Yaşam değil mekanik etkiler geçerlidir. Çok seslilik değil monotonluk söz konusudur. Kitap, insanı inceltirken dijital kitap insanı kabalaştırır da diyebiliriz. Çünkü yüz yüze bakma olayı yoktur. Kitabın yok olması, okuma alışkanlığının azalması, adeta yeni gerici, tutucu alışkanlıklar getiriyor. Modern dini bağnazlıklar eksik olmuyor. Yasal, yasadışı kumar, şans oyunları, hayvan yarışları…
Günümüzün “çağdaş” insanı, zamanının büyük kısmını sosyal medyada geçiriyor. Bir araştırmaya göre 8 saat uyku, 8 saat çalışma, 8 saat sosyal medya. Oysa ömür dediğimiz süreç, yaşamak için olmalıdır. Bence medya ve sosyal medya içinde geçen yaşam, yaşanmaya değmez. Aynı zamanda kitapsız yaşam da yaşanmaya değmez diyebiliriz. Canlı yaşama temas ederek ömür sürmek esas olmalı diye düşünürüm.
Chatgpt kitabın yerini alır mı? Bence sel gider kum kalır. Yapay olan yok olur, doğal olan baki kalır. Sosyal medya yayınları gibi dijital kitabın güvenilirliği de yoktur. İçeriklere kolay müdahale edilip çarpıtılıyor. Sahte mektuplar, yazılar, kitaplar sanal alemde az değil. Oysa sahte kitap yoktur. Korsan kitap bile içeriği doğru yansıtıyor. Dijital ortamda senin yazının başlığı, içeriği değiştirilebiliyor.
Medya (eski usul), sosyal medyaya göre daha güvenilir idi. Matbu / kağıt baskılı kitaplar da, dijital kitaplara oranla daha güvenilir. İlkinde, gerçeklere ve metinlere müdahale etmek mümkün değilken ikincilerde her türden müdahale teknik olarak mümkündür.
Kitap, dergi, gazete yoluyla kurulan kültürel yaşam, test edilebilir, teyit edilebilirken internetin sunduğu kültürel yaşam kontrol edilebilir değil. Kültürel iklim, bilgi ve bilinç paramparça. Somut kültürel yaşam, epistemolojik açıdan diyalektik düşünceye ve yönteme bağlanırken sanal kültürel yaşam ise analitik düşünceye ve yönteme bağlanır. İnternet, adı üzerinde parçalıdır. Türkçesi ağlar arasıdır… İnter ile net’in birleşmesinden oluşur.
Kitap uzun zamanda oluşup bugüne geldiği için gazete ve dergiye, başka icatlara benzemez. Çok emekle, uzun yıllarda oluşan değerlerin yok olması kolay olmuyor. Sosyal medya ve dijital üretimin moda olduğunu varsayabiliriz. Ben modaların yok olacağına, kitaba yeniden döneceğimize inanıyorum. Şunu da söyleyeyim ki günümüzde kitap yayını kolaylaştı. Matbaadan bin baskı gerekmiyor artık. Dijital baskı tekniğiyle 200 adet basılabiliyor.
Kitap deyince kutsal kitaplar, milli kitaplar başta gelir. Demek ki kitaplar ikiye ayrılır diyebiliriz: Emekçiler ve ezilenler için olanlar. Burjuva ve feodaller için olanlar. Kapitalizm ve feodalizm içerikli dediğimiz dini kitaplar ve milli kitaplar. Sistemin taşıyıcısı, resmi ideoloji kitapları… Bu yüzden kötü yazar ve kötü kitaptan, her zaman söz etmek olasıdır. Kitaplar sınıfsal içerikler taşıdığı için her çağda egemen sınıfların askeri, hukuki, siyasi hedefi olmuşlardır.
Nitekim kitaplar eskiden beri yasaklanıyor, yakılıyor. Neden? Çünkü sınıfsal işlev görüyor. Okulu, kiliseyi yasaklamıyorlar, neden? Çünkü egemen sınıflar bu kurumlardan yeterince yararlanıyor. Darbe, cunta yıllarında, açık faşizm koşullarında kitap düşmanlığı had sayfaya yükselir. Yasakların ve kitap yakmaların tarihi eski çağlardan beri, Yunan ve Çin’den günümüze dek devam etmiştir, etmektedir. Kitap düşmanlığını Kilisenin Darwin’e karşı kullandığı sözler pek güzel açıklıyor: Evrim, ne kadar az bilinirse o kadar hayırlıdır!
Diğer icatlar ve teknolojik gelişmeler gibi kitaplar ve okullar da sermayenin ihtiyacına göre değişir, gelişir ve dönüşür… Kitap gibi bütün yeni icatlardan öncelikle sömürücü sınıflar yararlanır. Emekçiler ve ezilenler de bundan yararlanmaya başlarsa egemen sınıflar eskiyi bırakıp yeni icatlar buluyor. Matbaa icadıyla birlikte ilk önce İncil’in basıldığı söylenir. Cumhuriyet döneminde olsaydı herhalde, öncelikle Nutuk ya da milliyetçi kitaplar basılırdı. Bu durum, liberal yayınlar ve ırkçı kitaplar için de geçerlidir. Henri Lefevbre, Lenin’in Yaşamı adıyla bir kitap yazmıştı. Türkçeye çevirisinin hikayesini okumanızı öneriyorum. Ayrıca Manifesto’nun, Osmanlıca / Türkiye çevirisine dair Engels’in yazdıklarını okumak da ilginç olabilir.