Dünya barışının koşullarını tartışmak üzere haftasonu bir grup arkadaşla Almanya’nın Stuttgart kentinde bir araya geldik. Dünya barışını, emperyalizm ve savaş politikalarından giderek açıklama yolu izlendi. Emperyalizm analizleriyle başlayan programda, konu somut / aktüel sorunlara kadar genişledi. Emperyalizmin sermaye, savaş ve işgal kavramlarıyla birlikte ele alınırken barışın önündeki en büyük engel olarak görülmesi, dikkat çekiciydi. Buna göre emperyalizm koşullarında dönemsel olarak adına barış ve ateşkes denilen süreçler vuku bulsa bile ebedi bir dünya barışının asla mümkün olmayacağının altı kalın çizgilerle çizildi.
Toplantı, panel formatında yapıldı. Programın mekanı ve adresi ise Avrupa Türkiye İşçiler Konfederasyonu’na (ATİK) bağlı olarak Stuttgart’ta faaliyet gösteren Tohum Kültür Derneği idi. Panelde ATİK temsilcisi Zeynep Çalışkan ile birlikte konuşmacıydık. Çalışkan, konuşmasında dünyanın yeni emperyalist savaşlarla karşı karşıya olduğunu söyledi. Bunu da emperyalist devletlerdeki savaşa yapılan hazırlıklara bağladı. Emperyalist savaşların yarattığı tahribatlara dikkat çekerken de yerel ve genel olmak üzere bir çok tecrübeyi paylaştığı görüldü. Bu kısa girişten sonra ben, bu metinde kendi sunumumdan bazı satırbaşlarını paylaşmak istiyorum.

Savaşın Evrensel Boyutları
Savaş deyince daha çok nükleer silahlarla yapılan büyük savaşları, ülkeler ve bölgeler arasındaki şiddetli savaşları anlıyoruz. Oysa toplum içinde, emek – sermaye arasındaki savaşı unutamayız. Kadın – erkek arasında, kent – köy arasında, birey – toplum arasında, sosyal dünya ile doğa arasında, ebeveynler ile çocuklar arasında, öğrenci – öğretmen arasındaki savaşları, karı – koca arasındaki çelişkileri, cemaat ile imam arasındaki mücadeleyi de eklemek gerekiyor.
Günümüz açısından yalnız sömürgeler, emperyalist işgal altında değil. Zihinler, tezler, teoriler ve Marksizm de emperyalist işgal altında. Aydınlar ve halklar kuşatılmış durumda. Doğa, canlılar alemi, ormanlar da… Saymakla bitmez. Bunların tümünün temelinde emek – sermaye arasındaki savaş yatmaktadır. Barışın, bu çatışma ve savaşların son bulmasıyla gerçekleşeceği ortadadır. Dolayısıyla savaş analizleri yapmak zorunlu görülmektedir.
Burjuva Bilginleri, Savaş ve Barış
Toplantıda savaşın nedenleri konusunda burjuva bilgin ve filozoflarının neler söylediğini açığa çıkarmak ve bunların neden yanlış olduğunu lanse etmek zorunlu oldu. Çünkü bu konuda burjuva bilginleri kitleleri büyük oranda yanlış manipüle etmektedir. Burjuva psikolojisi, insanın doğuştan saldırgan ve savaşçı olduğunu söyler. Burjuva sosyolojisi de ondan geri kalmaz. Savaşın din, dil, etnisite farkından meydana geldiğini söyler ki bu da savaşın temel nedenlerini açıklamaktan uzak bir görüştür. Keza burjuva antropolojsi de bu konu da yanılmaktadır. Zira eskiden, insanların vahşi doğa ve hayvanlara yönelik savaşma alışkanlığını, savaşların motivasyonu olarak gösteriyor.
Burjuva tarihçilerine göre kıtlıklar, esas savaş nedenidir. Oysa tam tersine savaşlar aşırı üretimden ve birikimden doğuyor. Burjuva siyaset bilimi ise savaşın nedenini kötü yöneticilerin üzerine yıkıyor ki, savaş kişilerle açıklanamaz. Egemen dinbilimi de açmaz içindir. Zira ona göre savaş, Allah’ın takdiri ilahisi olarak vardır. Burjuva felsefesi ve filozofları ise savaşın nedenini nüfus artışında arıyor. Marx’a göre burjuva bilgin ve filozofları elbette ki yanılıyor. Savaşlar mülkiyet siteminin yapısı gereği ve sınıfların varlığı nedeniyle çıkıyor. Marx ve Engels’in sınıf savaşı teorisi ve emperyalist savaşlar…
Antikçağ’da Barış Sorunu
Barış arayışlarını tespit etmek için ilkçağlara kadar gerilere gidildi. İlk akla gelen savaş filozofu Sun Tzu’dur. Savaş Sanatı adlı kitabı ünlüdür. Ona göre iyi komutan, ülkeyi savaşa sokmayandır. Eğer savaşa girildiyse, iyi komutan savaşı, savaşmadan kazanan kişidir. Peki savaşa ne zaman girilir? Bir, ülke işgal edildiyse. İleride Mao’nun da bu düşünceye bağlandığı görülür. İki, yönetici Tiran’a dönüştüyse. Antik Yunan felsefesi de savaşla ilgilenmiştir. Thales, Persler’e karşı konfederasyonu önerir. Platon, iç savaşı yasaklar, dış Savası meşru görüyor. Aristoteles de aynı kanaatte. Aristoteles Yunan dışındaki tüm halkları barbar ve aşağılık görüyor.
Hegel ve Marx
Hegel’in savaş ve barış görüşü didaktiktir. Ona göre Geist, Alman burjuva toplumunda özgürlüğüne kavuştu. Yani epistemolojik açıdan bilgi ile nesnesi özdeş oldu. Her gerçek olan ussal her ussal olan gerçek oldu. Hegel, buna ayrımda özdeşlik diyor: Özdeşlik esas, ayrım ve çatışma/savaş talidir. Ona göre ebedi barış da gerçek oldu. Yani Hegel, özdeşliği, eşitlik ve adil dünyayı burjuva toplumunda buluyor.
Marx, Hegel’in tersini düşünüyor. Ona göre özdeşlik geçerli değil. Çünkü sınıf mücadelesi burjuva toplumunda, Hegel’in dediğinin aksine daha da derinleşmiştir. Marx’ın diyalektiğine göre özdeşlikte ayrım ilkesi geçerlidir: Savaş / çatışma esas, özdeşlik talidir. Sınıflı toplumlar ve kapitalizm var olduğuna sürece barış tali, savaş esas eğilim olacaktır.
Carl Clausewitz
Almanya deyince Kant ve Hegel dışındaki önemli savaş teorisyenlerinden birisi de Carl Von Clausewitz’tir. Savaş Üzerine eseri ün yapmıştır. Lenin’in ona gönderme yaptığı söylenir. Clausewitz, savaşı politikanın devamı olarak, silahlarla sürdürülmesi olarak görüyor. “Başka araçlarla” diyor. Bu araçlardan kasıt, silah teknolojisidir. Lenin de siyaset, savaş ve şiddet arasında bağlar kurmuştur. Ona göre savaş, politikanın şiddet aygıtlarıyla yürütülmesidir.
Lenin için politika ise sermayenin yoğunlaşmış biçimi olarak vardır. Emperyalizm demek, değil ki barışa imkan versin tam tersine işgal, sömürü ve savaş anlamına geliyor. Netice itibariyle savaş, sermayenin büyümesi ve yeni pazarlar araması nedeniyle ortaya çıkıyor. Mao Zedung da bu çizgidedir. Ona göre de ebedi bir dünya barışı, ancak feodalizm, kapitalizm ve emperyalizm gibi üç büyük dağın aşılmasıyla yani yenilmesiyle mümkün olacaktır.
Abartılı Teoriler ve Eleştiriler
Konuşmamın son kısmında emperyalizm teorilerine yönelik eleştirilerim de oldu. Bu teorilerin yanlış olduğunu değil de “abartılı” yönlerinin bulunduğunu söyledim. Bu görüşleri şu şekilde özetlediğimi anımsatmak isterim. 1- Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da Avrupa merkezli dünya devriminin “yakın bir zamanda” gerçekleşeceğini söylerken abartıya düşmüşlerdir. 2- Lenin, emperyalizmin cançekişen sürece girdiğini söylerken süreci abartmıştır. 3- Mao Zedung, “emperyalizm kağıttan kapandır” derken sübjektivizme düşmüştür. ÇKP, Rus sosyal emperyalizmi tespiti ile abartılı bir tespit yapmış, Rus emperyalizmini gereğinden fazla / büyük göstermiştir.
4- Günümüzde Alman Marksist Leninist partisi, Türkiye dahil olmak üzere çok sayıda ülkenin emperyalist olduğunu savunurken abartılı tahliller yapmaktadır. 5- Kürt devrimci partisi, birkaç yıldır 3. Dünya Savaşı içinde olduğumuzu söylerken elbette ki abartılı bir tespit yapmaktadır. Kaldı ki son bir yıldır, bu söylemini de askıya almış durumdadır.
Ebedi Barış ve Sınıfsız Toplum
“Abartılı analizler” başlığıyla değindiğim konular ilgi çekmiş olmalı ki, ikinci bölümde tartışmalar daha çok bu durum ve tespitler üzerinden yürüdü. Konu Marx’tan, Lenin’den, Mao’dan yapılan alıntılarla sürdü. Sermaye ihracı, meta ihracı gibi kavramların da ön plana çıktığı görüldü. Hararetli itirazlar oldu, karşıt analizler birbirini izledi. İtirazları sorular takip etti. Konu, felsefe ve filozofların sorgulandığı bir noktaya dek geldi. 15.00’te başlayan programın 19.00’a kadar sürdüğü görüldü. Son sözler kısmında özetle şunlar da söylendi:
Emperyalizm koşullarında barış mümkün değildir. Barış ancak proletaryanın üretim ilişkilerine müdahale edip, emeğine sahip çıkmasıyla, dünya halklarının ezilme ve sömürge ilişkilerine son vermesiyle mümkün olabilir. Ebedi dünya barış için sınıfsız, sömürüsüz bir dünya toplumu gereklidir.