Son yıllarda genç ve kadın aktivistleri kitlesel bir şekilde bir arada görmek pek mümkün olmuyor. Olsa bile bilinçli ve nitelikli etkinliklere tanık olmak da söz konusu değil. Geçtiğimiz hafta sonu katıldığım toplantıdaki manzara kanaatimde bazı değişikliklere sebebiyet verdi. Yüzlerce genç avukatı, kadınlı erkekli bir arada görünce iyimser bir ruh dünyasından hareketle birkaç saat, düzenlenen toplantıyı izleme olanağım oldu. Avukat Hakan Günaslan’ın önerisi ve daveti üzerine katıldığım toplantıyı Çağdaş Hukukçular Derneği düzenlemişti. Bilmeyenler için söyleyeyim, hani şu akşam hapishaneden serbest bırakılıp sabah sudan sebeplerle yeniden gözaltına alınıp tutuklanan Selçuk Kozağaçlı’nın da üyesi ve bir dönemler genel başkanlığını yaptığı dernek.
Konuşmacı ve sunumlara bakılırsa genç kadın avukatlar ön planda görünüyordu. Genç derken sanırım 25-30 yaş kuşağıydı. Yaş rekoru kuşkusuz ki bendeydi. Belki bana yakın bir kaç kişi daha vardı. Genç hukukçuların sanırım her zamanki performansı idi gördüklerim. Son günlerde gençlerin harekete geçmesi de hukukçularımızın bu performansını tetiklemiş olabilir miydi, bilemiyorum. Somut olaylar üzerinden hukukçuların tavrını açığa çıkaran panel içeriklerine, konunun soyut, felsefi yönünden ziyade sosyolojik boyutuna bakarak hem toplantıyı tanıtmak hem de kanaatimi paylaşmak istiyorum.
Avukatlar ve Gözaltı Takibi
Öncelikle Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul şube başkanı Av. Ezgi Önalan ile Av. Çiğdem Akbulut’un sunumunu dinledik. İki konuşmacının olduğu panel tazındaki toplantının konusu ise “gözaltı takibinin” nasıl yapılacağı olarak belirlenmiş. Müvekkil olsun olmasın avukatlar, gözaltına alınan kişiyi, emniyette, adliyede veya tutuklanmışsa hapishanede hangi yöntemlerle takip etmelidir? Sunum ve tartışmalar bu soru / sorun çerçevesinde ilerlerken vatandaşın haklarına ilişkin pekçok imkanın da altı çizildi. Vatandaş olarak bunları da bilmek gerektiği önemli bir sorunsal. Dolayısıyla her ne kadar toplantı meslek içi bir eğitim ve bilinçlenme amacı güdüyorsa da, benzer durumun vatandaşlar için de olmasının yararlı olup olmayacağını da düşündüm. Öyle ya, polis her ortamda arama yapabilir mi, hangi hallerde bunu savcı ve mahkeme kararı ile yapmalıdır?
Konuşmacıların soruları muhtelifti. Polis hangi koşullarda evleri, işyerlerini basabilir, üstbaş arayabilir, kapıları kırabilir? Polisin çanta, kimlik, cüzdan ve telefon gibi eşyalara el koymasının koşulları nedir? Kelepçe, plastik kelepçe, ters kelepçe hangi şartlarda hukuka uygun veya aykırıdır? Ki avukatların söylediklerine bakılırsa bunların birçoğunun hukuka aykırı olduğu anlaşılıyor. Konut ve işyerindeki aramalarda dijital malzemeye el konulmasının koşulları ve yöntemleri nelerdir? Burada da polisin el koyma hakkının olmadığına işaret edilmesi ilginçtir. Şüphelinin “miranda kurallarını” bilmesi ne işe yarar? Tüm bu durumlarda avukatlar sürece nasıl katılmalı ve ne tür müdahalede bulunmalıdır? Avukatların meslektaş dayanışması ve baro ile diyaloğunun koşulları da sorgulanan mevzular arasındaydı.
Hukuk Bilincinin Önemi
Tartışılan konular bağlamında iki noktanın altını çizmek isterim. Birisi burada soruları özetlesem de, ele alınan konu ve sorunlara bakılırsa, abartmış olmayalım ama sonsuz sayıda hukuki mevzu var. İkincisi de güya hukuk çok kesinlikli bir disiplindir ya, oysa avukatların “ceza muhakemesi kanunundan” ve kendi pratiklerinden hareketle verdikleri bilgilere bakılırsa hukukta kesin olan bir durum da yok, sınır da yok. Bu durumda kitlelerin olası bir muhalif hukuk bilinci edinnesinin koşulları da, anlamı da kuşkulu hale geliyor. Netice itibariyle topluma, egemen ideoloji tarafından sunulan şatafatlı hukuk kavramları da, deyim yerindeyse “yalan” oluyor. Yine de genç – yetişkin hukuk adamlarının yürüttüğü mücadelenin boşa düştüğünü söylemesek bile sorgulanır hale geldiği de bir realite oluyor. Kanaatim o ki kapitalist – feodal sistemin ortadan kaldırılmasını hedeflemeyen bir hukuk mücadelesinin, devrimci bir işlev görmesi zordur.

Tartışmalara bakarak çıkartılması gereken bir sonuç da, hukuku siyasetin belirlediği, hatta aktüel siyasetin belirlediğidir. Bu yüzden de sunumda örnek verilen onlarca yakalama, gözaltı, tutuklama, soruşturma ve hapis kararının, hukuki olmadığı, mevcut hükümetlerin kararıyla olduğu anlaşılıyor. Elbette hukuk ve siyaset ilişkisi son derece önemli olmakla beraber benim açımdan yetersiz ve bir ölçüde de hatalı bir analizdir. Çünkü hukuk özünde siyasetin ya da hükümet veya siyasi partilerin değil mülkiyet ve sermaye ilişkilerinin bir yansıması olarak vardır ve bu çerçevede işlev görmektedir. Hukuka kumanda eden asıl iktidar ve güç odakları, hükümet olsalar bile tek tek siyasi partiler değildir. Sermaye ve esasında da büyük sermayedir. Bu özellik, feodalizmden farklı olarak burjuva toplumunun yapısıyla ilgilidir.
Burjuva Toplumu ve Hukuk
Burjuva toplumunda sermaye sınıfı, aynı zamanda bizatihi yönetimde de olmak istemez. Mecbur kalmadığı sürece, artı değer kendi kasasına akması kaydıyla yönetime dinci, liberal, hatta “komünist” partisinin bile gelmesine izin verir ve bunu teşvik eder. Böylece toplumun karşısına sermayenin kendisi çıkmaz, halk kitlelerine kirli yüzünü göstermez. Toplum, olup biten kötü gidişattan sermayeyi değil hukuku, siyaseti, hakimi, savcıyı, polisi, işkenceciyi, adliyeyi, hapishaneyi sorumlu tutar. Toplum birbiri ile münakaşa ederken kapitalist, servetine servet katarak uzaktan siyasal ve hukuki alanı izler.
Genç hukukçular topluluğu, “devrimci hukuk”, “halkın avukatları”, “emekçilerin adil yargısı” türünden konuları da anımsattı bana. Hukuk mücadelesinin de sınıf mücadelesine koşut yürüdüğü, birinin zayıflaması durumunda diğerinin de zayıfladığı anlaşılıyor. Sunumda, hukuku tarihselleştirmek için verilen örnekler de az değildi. Bu yüzden hukuk, her zanan benzer, aynı pratiklerle uygulanmıyor. Dolayısıyla bugün sonuç alınamıyor diye, misal “suç duyurusu” yapmaktan vazgeçmemek gerekir. Zira siyasal iktidar değiştiğinde yeni klik, kurduğu hukuk kadrosu ve politikası ile eski defterleri de mutlaka açar, hukuk adamları bile olsa suçluları cezalandırır.
Karşılıklı tartışmalarda bu konuya dair de pekçok tarihsel örnek verildi. Doğrusu da budur. Somut, canlı, defacte olarak avukatın müdahalesi ve hukuki mücadele kaçınılmaz hale gelebiliyor. Bu alan için en bariz örnekler Hitler döneminden verilebilir. Sonraki yıllarda hem Hitler rejiminin verdiği kararlar iptal edilmiş hem de bu kararlarda imzası olan mahkeme üyeleri yargılanıp ceza almıştır. Bu noktada da zayıf bir yan kendini belli ediyor ki, hukuka ihtiyaç duyulmayan bir dünya sistemi, golden age (altın çağ” tesis edilmedikçe hukuk, hep kendisini yeniden üreten bir yapı olarak karşımızda duracaktır. Dolayısıyla derneğin, “Gözaltı Takibi” üst başlığıyla düzenlediği toplantının alt başlığını anmak son derece önemli olacaktır: Hukuk Yoksa Sokak Var!
Hukukta, Teori ve Pratik Birliği
Gözaltı takibi konulu sunumlarda sıranın sokağa geleceği bellidir. Çünkü sınıf mücadelesi tarihinde hak ve özgürlüklerin yalnızca teorik mücadele yoluyla kazanıldığı görülmemiştir. Teori, pratikle bütünleştiği sürece değerlidir ki, hukuk mücadelesinde de son noktayı koyan her zaman pratik, panel afişinde de görüldüğü gibi sokak olmuştur. Sınıf teorisine uygun bir hukuk felsefesi de işte bu gerçekliği bilince çıkarmak için vardır.
Sunumda da işaret edildiği üzere ancak böyle bir bilinç sahibi, tutsaklık koşullarında hangi sorgu tutanağına, hangi ifadeye, hangi aşamada imza atmak gerektiğini bilir. Keza susma hakkı da vatandaşı koruyan bir hak olarak vardır. Bu noktada da epeyce detay verilmesi dikkat çekici oldu ve bunlar bana hukuktaki bulanıklıklar olarak da görüldü. Çünkü her türden tutanağı, avukat desteği almadan imzalamamak gerektiği halde imza etmenin işe yaradığı zamanlar da olabiliyor. Yine de, yanlış anlamadıysam genel olarak reddiyeci olmak, imzadan imtina etmekte fayda var.
Muayene ve Hipokrat Yemini
Yakalanma, gözaltı, mahkeme ve tutuklanma sırasındaki muayene işlemleri de mercek altındaydı. Muayene koşulları, polis, hekim, avukat ve şüpheli açısından tecrübeler konuşuldu. Bu tartışmadan da şöyle bir sonuç çıkartmak mümkündür: Devlet / hukuk ve savunma arasındaki çatışma, yargılamanın her aşamada karşımıza çıkıyor. Bu da sınıf mücadelesinin hukuk alanında da bütün canlılığıyla sürdüğünü göstermektedir.
Muayene aşamasında doktor, Hipokrat yeminine sadık davranmalı, kolluğun doktoru etkilemesi engellenmeli, şüpheli yakalandığı andan itibaren kötü muamele, işkence gördüyse bunu mutlaka doktora kaydettirmelidir. Avukat da sürecin hukuka uygun yürümesi için gerektiğinde kolluğa karşı tavır içinde olmalı.
Hukuk, Sokak ve Sınıf mücadelesi
Sonraki süreçler için de son derece didaktik sunumlar yapıldı. Sanık ya da tutuklu ile avukat görüşmeleri emniyette veya hapishanede özel bölmelerde başbaşa olmalıdır. Görüldüğü gibi sınıf mücadelesi, hukuki süreçlerin her aşamasında değişik formlara bürünerek devam ediyor. Panelin alt başlığında da vurgulandığı üzere emniyet, adliye ve hapishanede devam eden sınıf çatışması, sıklıkla ya da son kertede sokağa taşıyor.
Sokak vurgusuyla bitireyim. Burada sokak, teorinin, siyasetin, hukukun, yasaların soyut alanından ziyade dünyanın kendisi oluyor. Marx ve Engels de, hukuk deyince öncelikle somut dünyaya ve hukukun dünyevileşmesine işaret etmişlerdir. Hukuk mücadelesi, mevcut dünyanın değiştirilmesine yönelik olduğu oranda özgürleşir ve giderek altın çağda kendi varlığına son verir.