Nazimiye ve Mazgirt ilçelerinden sonra, Dersim turunun bugünkü durakları Ovacık ve Hozat oldu. Otobüs yolculuğunu felsefi, estetik ve şiir sunumlarıyla sürdürdük. Konu Nihat Behram gibi şairlere, Mehmet Akif Ersoy gibi Türk – İslam ideolojisinin şahsiyetlerine dek genişledi. Otobüs içinde iki defa felsefi sunum yapma imkanı ve önerisi oldu. Kaptanımız yol aldıkça biz de felsefe içinde yolculuğumuzu sürdürdük. Çok disiplinli bir sunum olmasa da, yeni felsefi aktivite göstermenin olanaklarını denediğimiz için önemli bir tecrübe olduğunu söyleyebiliriz. Mekan, Dersim olduğu için konu içeriği genellikle siyaset felsefesi, sanat felsefesi ve etikten oluşuyordu.
Bugünkü turun içeriğine geçmeden evvel, önceki sunumların geri dönüşlerine de işaret etmek istiyorum. Felsefe ve filozof akla gelince yolda olmak ve yolculuk da anlam kazanır. Bu noktada Dersim etkinliğini, sosyal medyadan izleyen değerli akademisyen Prof. Dr. Yüksel Akkaya’nın çıkardığı sonucu burada anmak ilginç olabilir. Yüksel hocaya göre böylesi entelektüel aktiviteleri “Yürüyen Felsefe Okulu” olarak kavramlaştırmak isabetli olur. Bence de isabetlidir, çünkü felsefe, sanayi toplumunun değil kırın ve kırsalın (Antik) hareketli, gezici tarzının bir ürünü ve üretimi olarak doğmuştur.
Yürüyen Felsefe Okulu, bugün de akarsular, dağlar, tepeler, ormanlar aşarak yoluna devam etti. Dersim merkezden Munzur vadisi boyunca Ovacık’a doğru yol almak varken kaptanlar (iki kişi) sol taraftan, yani Hozat üzeri bir yol izlediler. Her şeye sıklıkla yükseklerden baktık! Yol kenarlarındaki polis kontrol noktaları, dağ başlarındaki karakolların, Dersim’de estetiği bozan bir işlev gördüğünü söyledim konuşmamda. Buraya yalnızca modern ulus devletin değil, yalnız Osmanlının da değil efsanevi kral Darius’un Doğu’dan gelerek, Büyük İskender’in Batı’dan gelerek saldırılar, seferler yaptığını anımsattım. Seferler yapılsa da mazlum Dersim halkının büyük bedeller vererek etik, estetik, politik değerlerine sahip çıktığını da sözlerime ekledim.
Sabah kahvaltısını Ovacık Cemevinin karşısındaki vadide, su kenarında yaptık. İmkanlar kısıtlı olsa da birlik ve dayanışma psikolojisi, ortama egemen olduğu için güzel ve hoşluk duygusu içinde kahvaltılar yapıldı. Ortam yalnız filozoflar için değil sosyal bilimciler, sanatçılar, politik aktivist ve teorisyenler için de yaratıcı sahnelerle, davranışlarla doluydu. İki yaşlı kadını doğal yanlarıyla, hırslarıyla, bencil ve fedakar ruh halleriyle izlemek benim için son derece bilinçlendirici oldu. Keza üç de genç kızımız vardı ki, şoförler de dahil olmak üzere sanırım herkesin dikkatini çekmişlerdir. Kızlarımızın Dersimli olduğunu sonradan öğrensem de biraz tahmin etmiştim zaten. Çünkü klan, komünal toplumlardan kalma bir ruh dünyaları vardı. Böylesi bir ruh dünyasını büyük kentlerin yarattığı yozlaşma, yabancılaşma dengeliyordu denilebilir.
Bu türden gözlemlerin de etkisiyle otobüs içindeki konuşmalarımda Dersim ve yabancılaşma konusuna özel olarak vurgu yaptığımı anımsatmak isterim. Çünkü ordularla kuşatılamayan Dersim, sanayi toplumunun (kapitalizm) estetik, politik ve etik değerleriyle kuşatılıyor anlaşılan. Konuşmamda bunun yalnızca Dersim için değil evrensel bir problem olduğunu belirtmem umarım “yoldaşların” dikkatini çekmiştir. Sanayi toplumuna ve uygar dünya eleştirisine bir Kızılbaş anasının yerelden verdiği örnekler de önemli bir katkı oldu. Ana’ya göre Hozat ve Ovacık’taki bir çok yol “güvenlik”, nedeniyle “isyancılara” kolay ulaşmak için yapılmıştır. Dersim’de olanın isyan değil direniş olduğunu da bilmek gerekiyor.
Dersim ve direniş deyince sayısı on binleri çok aşan insan kaybını hatırlamak gerekiyor. Dersim’i, ancak böylesi bir bilinçle turlamanın bir değeri olabilir. Öbür türlü doğal, kaba bilgiyle Dersim’e temas etmek sığlık, estetikten yoksunluk, etik incelikten bihaber olmak anlamına gelir. Çünkü Dersim, Mehmet Akif’in Anadolu için söylediği “şüheda fışkıracak toprağı sıksan şuheda” sözü, Anadolu’dan çok, Dersim için geçerlidir. Osmanlıca yazılmış şiirin Türkçesi, “şehitler fışkıracak, toprağı sıksan şehitler”. Bence Dersim, hiç bir şey bilinmiyorsa bile hiç değilse bu şiirsel sözlerin – şehitler- bilinciyle gezilmelidir. Bu bağlamda, bölgede şehit düşen Marksist savaşçılar ve devrimci Kürt savaşçıları, otobüste söylenen şarkı ve türkülerle anılmış oldu.
Ovacık deyince Munzur gözleri akla gelir ki dünya harikası denilse abartı sayılmaz sanırım. Suyun içimi, manzaranın görüntüsü, insanların davranış tarzı, kibarlığı birbirine paralellik arz eder. Gerekli estetik hazzı almak için elbette ki belirli bir doğa felsefesi, estetik bilinç edinmiş olmak gerekir. Aksi halde her şey taş bayır ve maddi değerden ibaret kalır. Otobüs konuşmasında da işaret ettiğim gibi kapitalizm, mekanları kendine benzetme eğilimi gösterir. Buna karşı yalnızca felsefi mücadele yürütmek yetersizdir. Etik, politik ve estetik mücadele de yürütmek gerekir. Bu çerçeve de edinilen bilinci kitlelerle paylaşmak, genç kuşaklara taşımak elzemdir. Bu bağlamda Dersim turu gençleri de gözetmiş sanırım. Genç kardeşlerim Burak ve Berrin ile güzel, sıcak ve samimi sohbetlerimiz, fikir alışverişlerimiz oldu. Sohbetlerin, Hozat merkezde verdiğimiz kahve molasında da sürdüğünü anımsatmış olayım.
Şairin olmadığı ortamlarda bazen şiir de okuduğum oluyor. Otobüs konuşmalarını iki defa şiirle bitirdim. Bunlardan birisi de Nihat Behram’ın Dersim’i Unutma Yoldaş adlı şiiri oldu. Sizlerle bu şiiri paylaşarak bugünlük de veda etmek istiyorum.
DERSİM’İ UNUTMA YOLDAŞ
Aştı yeryüzünün kızartısı
günbatımı rengini…
Akan kandır: oluk oluk bebelerden, yaşlılardan…
Aştı dağların uğultusu
gök gürültüsünü…
Döven top mermileridir:
göğüsleri, alınları…
Akan kandır, döven top mermileri
O mazlum halkı, o öksüz vatanı…
Derinleşti Lâç Deresi,
Harçik Çayı, Zilan…
Yükseldi Halis Dağı,
Haydaran, Munzur…
Akan kandır, döven top sesleri mahzun vatanı…
Aksakallar, ölü canlar,
kundak bezleri
İnim inim kan içinde kaynadı,
Günlerce yaraları yaladı
zulüm rüzgârı,
Analar yavrular için,
yavrular bacılar için
Gökyüzünün yıldızınca ağladı…
Akan kandır,
Dersim’i unutma yoldaş,
Bin kat daha akıtılsa savun nazlı vatanı…
Bımre koletî…
Bıji Azadî…