Cogito, Conatus, Monad:
DESCARTES, SPİNOZA, LEİBNİZ
17. Yüzyılın üç büyükleri olarak bilinen Descartes, Spinoza ve Leibniz, felsefe tarihine üç önemli kavram armağan ettiler: Cogito, conatus ve monad. Bu kavramları sırasıyla düşünce, yetenek ve atom olarak düşünmek yanlış olmaz. Demek oluyor ki, felsefe tarihinde belirleyici olan maddi üretim ilişkileri olsa da filozofların bu ilişkileri, bir takım idealist kabuklar içine yerleştirmeleri Yeniçağ’da da sürmüştür.
Üstelik üç büyükler’in kurdukları felsefeler kendilerinden sonraki filozofları da derinden etkilemiştir. Dolayısıyla aktüel sonuçları da olan bir idealist felsefe geleneğinden söz ediyoruz. Geleneğin temel iddialarını tartışmaya açmak üzere bu hafta Felsefenin Gözü’nde buluşuyoruz. Salı günü Komün TV’de ekrana gelecek olan programda üç büyüklerin varlık, bilgi, bilim ve siyaset anlayışlarına ilişkin felsefelerini tartışmayı planlıyoruz.
Kuzey Avrupa’da ortaya çıkan Descartes (Fransa, Hollanda, İsveç), Spinoza (Hollanda), Leibniz (Almanya, İngiltere), siyasal açıdan aristokrasi ve burjuvazi arasında konumlanmış olsalar da son çözümlemede burjuvaziye hizmet etmiş oldular. Önceki filozoflar gibi üç büyüklerin de üretim ilişkileri, sınıf, mülkiyet, emek, sermaye gibi temel maddi gerçekliklerle ilgileri olmadı. Olduğu düzlemlerde de emekçilerin ve ezilenlerin yanında değil hakim sınıfların safında yer aldılar.
Descartes için Türkler ve kadınların felsefeyi anlaması mümkün değildi. Spinoza için devletsiz ve dinsiz bir toplum düşünemeyiz. Leibniz içinse Türkler şeytandan başka bir şey değildi. Peki bu büyük filozoflara ün getiren özellikleri neydi? Bunun nedenini üç büyüklerin, ontoloji, epistemoloji ve bilime yaptıkları katkılarda aramak gerekiyor.
DESCARTES
Descartes: Cogito ergo sum diyor. Descartes için iki temel töz bulunuyor. Yer kaplayan ve düşünen tözden söz ediliyor yani. İlkini Latince olarak res extentia, ikincisini res cogitans biçiminde yazmak mümkündür. Burada da düşünce, maddi olanı kapsıyor. Çünkü filozof, Latince yazdığımız cümlede de olduğu gibi “Düşünüyorum öyleyse varım” diyor. Her şeyden kuşkulanan Descartes, düşündüğünden, kuşkulandığından kuşku duymuyor. Bu yüzden de temele, doğruluğundan “emin” olduğu bir argümanı yerleştiriyor. Ona göre “yöntemli” olmak şart! Nihayet Descartes’e yöntem filozofu denilmesi manidardır. Diğer kuşkuculuklardan ayırmak için onun kuşkuculuğuna yöntemli kuşkuculuk deniliyor. Felsefeyi ağaca benzetmesi de ilginçtir.
Descartes’a göre felsefe ağaca benzer. Kökler metafizik, gövde fizik, dallar ise mantık, etik, estetik vs. Analitik felsefenin olduğu kadar analitik geometrinin de kurucusu olarak bilinir. Böylesi bir konumlanmadan dolayı onu ilk modern düşünür olarak tasvir etmek yanlış olmaz. Epistemolojik açıdan açık ve seçik bilgiye vurgu yapması, ontolojik bakımdan varlık dünyasının tepesine Tanrı’yı yerleştirmesi Descartes’in felsefesini anlamak için önemlidir.
SPİNOZA
Spinoza: Natura naturans, natura naturata. Bu Latince sözü, doğrudan doğa, doğurulan doğa biçiminde çevirirmek mümkündür. Filozofa göre Tanrı veya doğa aynı şeydir. Töz bir tanedir yani: Deus sive Natura. Her varlık başka bir varlıktan geliyor. Buna Tanrı da dahildir. Temel varlık ya da tözü, doğa veya Tanrı olarak kodlamak mümkündür. Panteist, monist, natüralist bir varlık ve doğa felsefesi savunuluyor. Spinoza’yı Stoa felsefesine kadar geri götürebiliriz. Ne var ki bu katı varlık anlayışı özneye fazla da yer vermez. Çünkü Spinoza’ya göre her şey zorunlu olarak gerçekleşiyor. Özgürlük de, zorunlu olanın bilinmesi anlamına gelir (Engels).
Etika’da imperium in imperium olamaz diye yazar. Hegel’in de ilgisini çekmiştir Spinoza. Çünkü diyalektiğin temel ilkesini söyleyen de odur: Her olumluma bir olumsuzlamadır. Onun felsefesinde varlık dünyasında olup bitenler, conatus sayesinde gerçekleşir. Conatus, varlık durumunun, mevcut biçimde olmasını sağlayan evrensel yetenek ya da yasadır. Devleti ve dini önemseyen Spinoza, düşünce özgürlüğünü savunur ve bu noktada devletten ve dinden kopar. Felsefesiyle sömürücü sınıfların hiçbir kanadına yaranamaz. Sansüre uğrar, aforoz edilir, bıçaklanır. Erken yaşta hayatını kaybeder.
LEİBNİZ
Leibniz de, Descartes ve Spinoza gibi felsefesine Tanrı ile başlar ve felsefeyi Tanrı ile bitirir. Yine de bu tinsel kabuk içinde maddi bir evren, insan ve yaşam vardır. İlk Alman filozofu denilse yanlış olmaz. Töz teke inmiştir. Leibniz, onu monad terimi ile karşılıyor. Monad’ın pencereleri yoktur. En küçük birimdir. Üstelik maddi de değildir monad. Ama maddi dünyaya imkan veriyor. Geçmiş ve gelecek momad’da içkindir. Leibniz’in Monadoloji adlı eseri ünlüdür. Filozof Leibniz, matematiği son derece dönemser, fizik, kimya, biyoloji alanında da ün yapmış biridir. Kalkülüs hesapları, hesap makinesi teknolojisinde Newton ile yarışmıştır.
Osmanlı saldırılarına karşı diplomatik faaliyetlere giren Leibniz’in gelişmekte olan Alman burjuvazisinin sözcüsü olduğu söylenebilir. Epistemolojik açıdan olgunun doğruları ile aklın doğruları ayrımı yaparken özgün bir yerde duruyor. Keza “yeter neden prensibi” kuramı da filozofu önemli kılan bir özelliktir. Descartes ve Spinoza’da merkezde bulunan evrensel dil (matematik) arayışı Leibniz’de de söz konusudur: Mathesis universalis. Onun önemli bir özelliği de iyimser olmasıdır. Çünkü 30 yıl savaşlarının bütün Avrupa’yı kasıp kavurduğu, Osmanlı işgallerinin sürdüğü bir çağda “en iyi dünya”da yaşandığını söylemesi şaşırtıcı. Ona göre mevcut dünya olası dünyaların en iyisi. Bu güzel dünyayı Tanrı özgür iradesiyle yaratmıştır.