Hukuk Felsefesi adlı kitabını geçen yıl okumuştum Mehmet Akkaya’nın. Son günlerde, felsefenin temel sorunlarını, sosyal dünyadan hareketle ortaya koyduğu yeni bir eseriyle tekrar buluşmuş olduk: Felsefe Üzerine Genel Tezler (Belge Yayınları, 2024). Marx 11. Tez’de “Şimdiye kadar bütün filozoflar dünyayı yorumladılar, oysa dünyayı değiştirmek gerekir” der. Akkaya’da yeni çalışmasında bunun neden doğru olduğu ve nasıl mümkün olacağı üzerine konuşalım diyor. Felsefe Üzerine Genel Tezler’i yazma arzusunun sadece dünyayı değiştirmek için ve yalnızca bu istikamette olduğunu söylüyor.
Kitap için sınıf mücadelesi tarihinin yansımasıdır diyebiliriz. Yazarın tabiriyle sorgulama bilinciyle yazılmış, okuruna da aynısını öneriyor. Hem bildiğini hem tezleri ek sorularla sorgulayın, güvenilirliğini arayın, çelişkilerini bulun çağrısıyla okuru tahrik ediyor. Yazar iddialı ve kendinden emin bir dil yakalamışsa da kendi tezlerinin de sorgulanmasını istiyor. Okurundan tek beklentisi kendi hikayesine katkıda bulunurken dünyayı değiştirmek hedefi için düşünülmesi ve harekete geçilmesi. Bu da Tezler’in iç tutarlılığından kaynaklanıyor.
Yazar, artık anlamsızlaşmış olan önceki felsefeleri ana hatlarıyla bilmek gerektiğini inkar etmese de, bu noktada kalmak da istemiyor. Bu bağlamda Marx’a, Türkiye coğrafyası üzerinden yeni bir yorum da getirdiği iddiasında. Akkaya’ya göre Marx’ın bugüne kadarki filozofların dünyayı yorumladığını söylemesi manidardır. Artık dünyayı değiştirmek gerektiği için eskiler hurafe olmuştur. Eskilerin hurafe haline gelmesinden dolayı da bunların detayları içinde kaybolmadan, tarihe yani eski olana batıp kalmadan gideceği yolu bilmek, dünyayı değiştirmek için ilerlemek gerekiyor. Descartes’ın tarih görüşü de örnek verilmiş: Tarihe fazla yönelenler gidecekleri hedefi unuturlar!
Sınıflı toplumu ve burjuva sınıfını meşrulaştırmak için yapılan felsefeyi de güncelle bağı içerisinde ve gerektiği kadar özetliyor kitap. Ana akım felsefe tarihini övmeden tersine eleştirerek onun güncelle bağını kuruyor ve kendi tezlerinin de aşılması gereken bir kültür olduğunu ileri sürüyor.
Kitabın modern felsefelerle adına post modern felsefeler denilen sistemlerin çatıştığı bir süreçte yazıldığını söylüyor. Mehmet hocamız, bu her iki felsefenin de ortak noktasının, ekonomik ve sosyal temeli dikkate almamak olduğunu işaret ediyor. Oysa dünyayı değiştirmek hedefine yürüyen Marksizm ve tarihsel materyalizmin ise üretim, ekonomik ilişkiler, sınıf, sınıf mücadelesi, mülkiyet biçimleri, üretim güçleri, sermaye, artı değer, piyasa / pazar, tarih, toplum olduğuna vurgu yapıyor. Netice itibariyle yazar, emeğin, merkezi konumda yer aldığını, birikmiş emeğin sermayeye dönüştüğünü, sermayenin yoğunlaşmış halinin siyaset olduğunu siyasetin silahlarla yapılmasına savaş denildiği çıkarımında bulunuyor.
Tezler, evrensel değerlerle yerel değerleri bağlamaya özen gösterirken yalnız Batı felsefesine, ya da Antikçağ Yunan felsefesine de değil tüm tarihte ve yeryüzünün tüm uygarlıklarında (Çin, Mısır, Hindistan) bir geziye çıkarıyor okurunu. Varlığa, doğaya, dünyaya ve felsefeye evrensel planda mercek tutarken yerelin penceresini kullanıyor.
Mezopotamya, Anadolu, Kürdistan ve Türkiye toplumuyla ilişkilendirerek yaşadığımız bölgenin sorunları ve devletlerin konu edilmesi, Kürt, Kızılbaş, kadın ve çevreye dair tezler de içeriyor kitap. Yazar özdeşleşmeden kurtulmak ve monotonluğu aşmak için B. Brecht’in tiyatroda kullandığı yabancılaşma tekniğini kullanmış. Bu da okumayı monotonluktan çıkarıyor. Tezler’den birbirine geçerken özdeşlik kırılıyor. Okuma, daha operasyonel bir düzey kazanıyor. Kitabı, nispeten çabuk okuyup bitirmemde bu metodun da etkisi olabilir. Kitap, felsefenin ülkemizde genellikle bilinmediğini, Marksist teorinin bilim, siyaset ve özel olarak da felsefesinin yeterince içselleşmediğini varsaymasının çalışmayı zorunlu olarak hacimli kıldığını söylüyor.
Akkaya’nın tabiriyle söylersek kitapta anlatılan senin hikâyendir, yani kitap hepimizin hikayesi. Kitap, bana kalırsa özgür bir dünyanın kurulacağı inancı ve iyimserliği ile yazılmış. Dolayısıyla eser, emeğin özgür olduğu koşullardan başlayarak, dünyayı değiştirmek için okurunun rehberi oluyor, yolunu kaybetmesine izin vermeden okuruna evrensel ile yerelin, geçmişle bugünün bağını kuran tezleriyle gelecek güzel günlere taşıyor insanı.
Mehmet hocamız, insanın insanlaşma serüveninde felsefenin, bilimin, siyasetin sorgulanması gerektiği teziyle yetinmiyor bunların ortadan kalkacağı gibi çok iddialı bir de varsayımda bulunmuş oluyor. Bu yeni nitel sıçramanın, gerçek insanlığa dönüşün ücretli emek sisteminin son bulmasıyla ancak gerçekleşeceğini söylüyor. Şimdiye kadar kitapların dünyayı yalnızca yorumladıklarını düşünüyor, oysa kitaplar dünyayı değiştirmeli diyor. Ona göre bir kitap, dünyanın değiştirilmesini söylemiyorsa hiç bir şey söylemiyor demektir.