Bu hafta birçok yerde ve merkezde İbrahim Kaypakkaya anmaları oldu. Kaypakkaya, 68 kuşağının devrimci, komünist gençlik liderleri arasında yer almıştı. 1973 yılında Dersim’de yaralı bir haldeyken tutsak düşüyor. Sonra Diyarbakır’a götürülmüş. İşkenceli sorgular sırasında hapishanede öldürüldüğü halde intihar ettiği ileri sürülmüştü. Bu sene ölümünün 51. yılında bir kez daha anılırken görüşleri ve eylemleri de pek çok platformda tartışma konusu olmaktadır.
Devrimci bir genç liderin 51 yıldır kendisinden söz ettirmesi kuşkusuz ki çok kritik bir meseledir. Eylem ve düşünce tarihinde böylesi örnekler pek nadirdir. Üstelik geniş kitlelerin halen umudu olması ve siyasi gelişmelere yön vermesi de son derece düşündürücüdür. Onu anmak için kendisine meraklı bir kitleyle birlikte bu pazar, Kadıköy’de bir araya geldik (19 Mayıs, İstanbul). Kitleyi buluşturan kurumlar ise Sosyalist Meclisler Federasyonu ile Partizan idi.
Anma, Sermayeye Karşı Bir Tavırdır
Her tezin sulandırıldığı, komünizmin öldüğü, ideolojilerin bittiği türünden klişelerin yayıldığı günümüzde Kaypakkaya konulu bir panel yapmak, sermaye cephesine güçlü ve devrimci bir darbe vurmak anlamına gelir ve değerlidir. Dağınıklık (parçalandılar, bittiler) edebiyatının ve ruh halinin kitleleri kuşattığı günümüzde sınırlı sayıda bile olsa muhaliflerin bir arada oluşu da önemlidir. Keza malum geleneğin iki ana kanadının birlikte anmalar organize etmesi de bir o kadar desteklenmeye değerdir.
Anma programındaki tartışmalar, afişte de ilan edildiği gibi esasen emperyalizm odaklı oldu. Dolayısıyla sunumlarda emperyalizmin lokal düzeyde savaşlar çıkardığına ve daha büyük savaşlara hazırlandığına işaret edilirken proletarya enternasyonalizmine de vurgu yapıldı. Sınıf mücadelesinde evrensellik ve enternasyonalizm vurgusu yabana atılamaz. Bu yüzden de Kaypakkaya’nın birçok kentte ve birçok ülkede anılıyor oluşunu enternasyonalizm çerçevesinde düşünmek gerekir. İstanbul – Kadıköy anmasına bu noktadan bakıldığında önemli bir eksikliği doldurduğu da ortaya çıkmış oluyor.
Zayıf, Cılız ve Hatalı Yanlar
Kaypakkaya’yı anma amaçlı yapılan toplantıdaki sunumlarda, emperyalizm analizi üzerine detaylar da verildi. Anmada aynı zamanda soru, eleştiri ve tartışmalara da zaman ayrılmıştı. Yani interaktif bir boyut da söz konusu oldu. Sunumların devrimci fonksiyonuna rağmen zayıf, cılız ve hatalı yanları da az değildi. Bunları birkaç cümleyle özetleyip yeniden öze gelmek istiyorum. Öncelikle söylemek gerekir ki, izleyicileri bilmem ama benim açımdan “içerik” doyurucu ve ikna edici olmadı. Biçimsel yetersizlikler bir yana “devrimci tarz” umduğumdan çok zayıftı. Şu kadarını anımsatmak isterim ki, konuşmalar Kaypakkaya’nın çevresinde dolaştı durdu! Konuya bir de emperyalizm eklendiği için olsa gerek, tartışma kapitalizme, feodalizme, Türkiye ve Kürdistan’a bir türlü gelemedi bazen de teğet geçti.
Mayıs ayının sınıf mücadelesindeki yerine işaret edilmesi, kayıpların saygıyla anılması isabetli olsa da sınıf savaşı, şiddet aygıtları, Vartinik ruhu, Dersim ve Rojava tecrübesi de sunumlarda yoktu! Bunlar yoktu ama Türkiye, Ortadoğu, Asya, Amerika ve dünyaya dair büyük “tahliller” vardı. Toplantıda sıra nadiren Kaypakkaya’ya geldi, geldiğinde de özgün, devrimci, komünist fikirleri ile Türkiye tarihini sarsan bir Kaypakkaya söz konusu olmadı. Yaşamış, mücadele etmiş ve aramızdan ayrılmış bir devrimci tasvir edildi sanki.
Anma: Kitlelere Moral ve Bilinç Taşıma
Eksiklerin ve hatalı yanların konjonktürel olduğu da düşünülebilir. Nihayet Kadıköy anmasının, devrimci durum ve sınıf mücadelesinin yüzeysel ve tereddütlü bir düzeyde olduğu koşullarda yapılmış olması mutlaka not edilmesi gereken bir husustur. Bu yüzeysellik ve tereddütlerin anmalara, analizlere, panellere ve konuşmacıların psikolojisine yansıması doğaldır. Dolayısıyla etkinliklerde bu olgunun dikkate alınarak hareket edilmesi gerekirdi. Eksiklerin bir nedeni olarak panel bileşenleri gösterilebilir. Zira panelistler özenli seçilmemiş gibi geldi bana. Kurum temsilcilerinin de Kaypakkaya’nın pratiğini, teorisini ve günümüz açısından önemini yeterince sergileyemedikleri kanaatindeyim. İçinde, Kadıköy belediye seçiminde otuz bin oy almış bir hareketin de olduğu bir örgütün, aynı bölgede 150 kişilik bir salon tutmuş / kiralamış olması da bana izaha muhtaç bir sorun olarak göründü. Salonda seçim ve belediyecilik üzerinden bazı görüşler de eleştiri konusu oldu ve salon ile kürsü arasında dozu düşük bile olsa, tartışmalar da yaşandı. Şimdi konumuz orası değil.
Eksiklerine rağmen Kadıköy anmasının, post devrimci bir gerileme döneminde sermaye, devlet ve düzen düşmanı bir şahsiyette billurlaşan komünizm ideolojisini ön plana çıkartması dikkat çekicidir. Bu yüzden de toplantıyı proletarya, yoksul köylülük ve ezilenlere moral veren bir etkinlik olarak okumak yanlış olmaz. Keza Kaypakkaya’yı gündemde tutmanın, küçük burjuva devrimciliğini ve reformizmini aşmaya katkı da yapacağı kanaatindeyim. Ayrıca böylesi çabalar, geleneğin çeperine düşmüş kesimleri kendileriyle yüzleştirip birleşme kültürünün içine çekme eğilimi de yaratabilir. Bu açıdan da panelin fonksiyonel olduğunu belirtmekte fayda var. Dolayısıyla Kadıköy toplantısının, emekçiler ve ezilenler için birlik, dayanışma ve mücadele çerçevesinde operasyonel bir bilinç oluşumuna katkı yapacağını söylemek yanlış değildir.
Kaypakkaya’nın Özgünlüğü ve Ayrıcalığı
Toplumun büyük bir kesiminin, sermaye partilerine ve resmi ideolojiye yakın durduğu günümüz koşullarında Kaypakkaya’ya başvurmak işlevseldir. Onu anmak, cumhuriyet ideolojisinin faşizm olduğunu ve Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını savunmak anlamına da gelir ki, Kadıköy anması bu tezleri de güncellemiş oluyor. Onun anılması, pratiğine ve teorisine ilgiyi artırır, yazdıklarının yeniden okunmasını etkili kılmada rol oynar. Kaypakkaya’nın, devrimci duruşu itibariyle kendi kuşağının ihtilalcileri olan Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan ile paralellik gösterse de yazdığı metinlerin içeriği bakımından ayrı ve ayrıcalıklı bir yerde durduğu da aşikar.
Kadıköy toplantısının, Kaypakkaya’nın metinlerine ilgiyi artırmada da fonksiyon oynayacağı açıktır. Bu metinlere yakından bakıldığında Kaypakkaya’nın sermaye ve devlet güçlerine yönelik üç cephede mücadele yürüttüğü anlaşılmaktadır. Birinci mücadele arenasında sermayenin şiddet aygıtları olan ordu, polis, hapishane ve mahkemeler yer almaktadır. Bunlara karşı mücadele savunuluyor. İkincisi politik alandaki mücadeledir. Burada Kaypakkaya, cumhuriyetin ve bilhassa parlamentonun gerici işlevine işaret ediyor. Ona göre parlamento faşizmin üzerini örten perdeden başka bir şey değildir. Güçler ayrılığı ve hukuk da bir aldatmacadan ibaret oluyor. Kaypakkaya’nın mücadele yürüttüğü üçüncü alan ise ideolojik cephede kurulmuştur. Ona göre sermayenin yani kendi jargonuyla söylersek komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının ideolojisi Kemalizmdir. Bu da Kaypakkaya’ya göre görünüşte demokrasi gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür.
Hegel, Marx ve Kaypakkaya
Toplantıda zaman zaman Hegel, Marx ve Kaypakkaya’nın düşünüş tarzı ile bağlar kurulsa da bunlar soyutlama düzeyinde kalmıştır. Anlaşılır kılınmadığı gibi somut örneklemeler de verilmemiştir. Belki zaman darlığı da bunda etkili olmuş olabilir. Yine de Kadıköy toplantısı, Kaypakkaya’nın düşünüş tarzı (diyalektik materyalizm) gereği sermayenin iki ana kampına karşı da devrimci mücadele yürütülmesi gerektiğini, sosyal şövenizme karşı cephe almak gerektiğini de güncellemiş oldu. Bu diyalektik bakışta, analitik felsefede yani Aristotelesci / kartezyenci mantıkta olduğu gibi “ya o ya da bu” mantığı geçerli değildir. Bu bakış emperyalizm tartışmasına da elbette ki uygulanmalıdır. Kaypakkaya, yazılarında emperyalist kamplardan birisini düşman ilan edip diğerine eğilim göstermeyi mahkum etmiştir. Misal, onun mantığında hem ABD hem de RSE reddedilir. Umarım Anma içerikleri, bugün de emperyalist kamplara karşı pozisyon belirlerken Kaypakkaya’nın bu düşünüş tarzını da aktüel hale getirmiştir.
Lenin, Mao ve Kaypakkaya
Kadıköy Anması’nda Kaypakkaya ile Lenin ve Mao Zedung arasında bağlar kurulması da isabetliydi, umarım dikkatlerden kaçmamıştır. Böylece Kaypakkaya vasıtasıyla Leninizm – Maoizm de toplantının olmazsa olmazları arasına girmiş oluyor. Ne var ki, burada da sunumlar emperyalizm çağında devrimin merkezinin Doğu’ya kaydığı, Lenin, Mao ve Kaypakkaya’nın da bu tespitten hareket ettikleri, izlediğim kadarıyla vurgulanmamıştır. Keza Kaypakkaya’nın Komintern ile olan gerilimli (olumlu ve olumsuz) ilişkisi de konu edilebilirdi, anımsadığım kadarıyla söylüyorum, bu konuya da girilmedi.
Birlik, dayanışma, ittifak konusunda yapılan açıklamalar teorik birikim ve bütünlükten yoksundu. Yine bu çerçevede Mao’nun birleşik cephe siyaseti, Engels’in köylüler savaşındaki tezleri ile Kaypakkaya arasında kurulması mümkün olan bağlara işaret edilmesi gerekirdi. Olmadı. Komünist partisinin, ezilenlerle, örneğin Kürtlerle, kadınlarla kuracağı dayanışma ilişkileri de aktüel bakımdan açıklığa kavuşurdu. Doğu’ya ve emperyalizmin zayıf halkası olan kırlara vurgu, Kaypakkaya’yı doğru anlamak için isabetli olurdu.
Üç Dağa Karşı Mücadele
Panelin başlığında emperyalist savaşlara ve devrimci tutumlara vurgunun yer alması öğreticidir. Mao Zedung, emperyalizm deyince kapitalizm ve feodalizm ile birlikte üç dağa parmak basar ve sınıf mücadelesi bu dağları devirmek üzere seferber edilir. Kaypakkaya’nın teorisi ve pratiği de bu çizgiye tekabül eder ki, bu da Maoculuğun evrensel boyutunu işaret eder. Marksizmin, Türkiye ve Kürdistan ile ilişkisini kurmak için Kaypakkaya’nın merkezi halkayı temsil ettiği söylenebilir. Bunun için kaynak metinleri karşılaştırmalı olarak ele almakta fayda var.
Anma içerikleri bizi, devrimci teorinin yer aldığı pekçok tez ve argümanı da birlikte düşünmeye sevk etmiştir. Kaypakkaya’nın “11 İlke” olarak ortaya koyduğu Nisan Toplantısı tutanakları ile Marx’ın 11 maddeden oluşan Feuerbach Üzerine Tezler’i arasındaki paralelliği görmek güç değildir. Yine Kaypakkaya önderliğinde 10 maddede özetlenen “Şubat Kararları” elbette ki Lenin’in 10 temadan oluşan “Nisan Tezleri” arasında da bir paralellik ve ittifak olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Metinler ve mücadeleler arasındaki sürekliliği keşfetmek yeni kuşakları bekliyor diyebiliriz. Dolayısıyla Kadıköy anmasının, eksiklerine rağmen geçmiş, şimdi ve gelecek diyalektiğinde kurulduğunu söyleyebiliriz. Şöyle bitireyim. Devrimci değerlerin, komünistlerin anılması, her halükarda işçi sınıfına, kitlelere ve ezilenlere moral, bilinç ve motivasyon aşılar. Kaypakkaya anmasının da böyle bir rol oynayacağına kuşku yoktur. Onun mücadelesi, Marx ve Marksizm zincirine Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyasından eklenmiş çelik bir halkadır.