1 Mayıs ve Emek Tarihine
FELSEFENİN OPTİĞİNDEN BAKMAK
Emek hareketine ve 1 Mayıs’a ilişkin sunum yapacağım deyince bir öğretmen arkadaşın yaklaşımı çok şaşırtıcı geldi bana. Felsefe ya da filozof ile 1 Mayıs, emekçilerin mücadele ve dayanışma günü arasında bir bağ olduğunu düşünmüyor. Sorusu net: “1 Mayıs’ın felsefesi olur mu?” Benzer bir tavır, 5, 6 yıl evvel de “Dinin felsefesi olur mu, din ve felsefe bir araya gelir mi?” biçiminde ortaya çıkıyordu. Din felsefesi adlı kitabı yazdıktan sonra ortalık kısmen de olsa duruldu. Şimdi benzer durum emek hareketi, felsefe ve 1 Mayıs’ın birlikte görünmesinde kendini belli ediyor. Böylesi sığ bakış açılarıyla sıklıkla karşılaşıyorum. Somut olarak söylemek gerekirse her olgunun, olayın, sürecin felsefesi yapılabilir ve bunların içerdiği felsefeler de açığa çıkartılabilir. Yeter ki filozofun ilgili alanda bir birikimi, kültürü ve tecrübesi olsun. Her filozofun her şeyi bilmesini veya her konuda yetkin olmasını elbette bekleyemeyiz.
CHP Beylikdüzü ilçesinde, Çalışanların Hakları ve Sendikal Haklar Komisyonu tarafından bir etkinlik düzenleniyor. 1 Mayıs öncesi, emek tarihine ve sınıf mücadelesine felsefenin Optiğinden bakmak üzere bir araya geliyoruz. Programın, kitleleri 1 Mayıs’a davet etmek üzere planlandığı anlaşılıyor. İlçe merkezinde düzenlenen program konferans – söyleşi formatında olacak.
Bizim sol kesimlerde olsun, seküler ve Aydınlanmacı burjuva, küçük burjuva kesimlerde olsun, felsefe konusunda bir bilinç bulanıklığıdır sürüyor. Felsefe halen Sokrates’ten, Platon’dan, Aristoteles’ten söz etmek olarak anlaşılıyor. Bazen de tarihsel momentlerden, Grekler’den veya Atina’dan dem vurmak zannediliyor. Şunu ileri sürüyorum ki felsefe tarihini öğrenmek, felsefeyi öğrenmek ve felsefe yapmak, üçü birbiriyle ilgili olsa da esasen birbirlerinden farklıdırlar. Bu etkinliklerin ne anlama geldiğinin bilinmesi gerekiyor. İlk ikisi bir yana konumuz olan felsefe yapmak, felsefenin özünü oluşturuyor.
Felsefenin, bilim, siyaset ve sanat yanında, düşünce formlarından biri olduğunu söylüyoruz. Varlık, temelde bu formlarla bilinir. Siyaset bilimi, varlığı bilmeye örgüt, parti, grev, miting gibi araçlara yönelir. Sanat, imgelerle, renklerle, seslerle anlamaya çalışır olup biteni. Bilim, formüllerle anlar ve açıklar. Felsefe ise bunu kavramlarla yapıyor. O halde, bilimini veya politikasını yapamayacağımız bir olgu, varlık, varlık tarzı olmadığı gibi sanat da yoktur. Dolayısıyla her türden varlığın felsefesi de yapılır. Konumuz olan 1 Mayıs da buna dahildir. Bu noktada felsefenin ve felsefi düşünmenin temellerini atanlar da -haddizatında- emekçilerdir.
Misal, “1 Mayıs’ın hazırlıklarına 2 Mayıs’ta başlanır” diyen bir sendikacı veya işçi belki de anlamlı bir felsefe cümlesi kurduğunun farkında değil. Diyeceğim şu ki, üretim olmadan, toplumsal zenginlik ortaya çıkmadan felsefe de ortaya çıkmıyor. Yalnızca felsefe mi? Hayır, sanat, siyaset ve bilim de söz konusu olmuyor. Tüm bunların kaynağı emek gücü ve her çağda emekçi sınıflar oluyor. Felsefenin en temel motivasyonu da işte burada; üretenlerin, ürettiklerine sahip olamayışlarından kaynaklanıyor.
1 Mayıs ve Hukuk Felsefesi
Emek olgusuna ve emekçilerin mücadele tarihine felsefeden bakmak bizi emekçiler ve hukuk felsefesi gibi bir tartışmanın içine çeker. Örneğin haklar ve özgürlükler nasıl elde ediliyor? Bunların verilen haklar olduğunu düşünmek abesle iştigal olur. İnsanlığın kullandığı tüm değerler bedel ödenerek alınmış haklardır. Demek ki haklar ve özgürlükler mücadele ile oluyor. Bedel ödemeden özgürlük olmuyor.
Egemen hukuk anlayışının sorgulanması zorunlu görülüyor. Örneğin adil ücret deniliyor. Ücretin adili de aslında adil değildir. Üretilen tüm değerin, onu üreten emekçiye verilmesi gerekiyor. Bu yüzden proletarya yalnız iyi ücret almak için mücadele etmiyor. Çünkü iktidar olmak istiyor. Ülkemizde bir çok sol ve devrimci örgüt / partinin sloganı “üreten biziz yöneten de biz olacağız” biçimindedir.
Emekçi sınıflar, kazanılmış haklar için de, yeniden mücadele etmek zorunda kalıyor. Örneğin 1 Mayıs’ın resmi tatil, ücretli izin sayılması için mücadele edip bedel ödemiş olan işçi sınıfı, bunun uygulanması için de ayrıca mücadele ediyor. Taksim’i mücadele ile bedel ödeyerek kazanıyor ama kullanmak için yeniden mücadele etmesi gerekiyor.
Heymark olaylarından dolayı 1886 Yargılamaları gibi 1 Mayıs yargılamalarının da hukuki olmadığı bilinmektedir. 1 Mayıs mitinglerinde burjuva hukukuna bile uyulmayan nice pratik vardır. Orantısız güç kullanımı, keyfi gözaltı ve yasakların haddi hesabı belirsizdir. 1886’daki Şikago duruşmalarının hukuka uygun olmadığı, adil yargılanma hakkının çiğnendiği sonraki yıllarda ortaya çıkmıştır. Albert Persons, George Engel, Adolp Fischer ve August Spies’in haksız yere asıldıkları ortaya çıkmıştır. 5 yıl sonraki mahkemelerde bunları suçlayan belgelerin düzmece olduğu, olaylara neden olanların güvenlik güçleri olduğu ve bunların çeşitli cezalar aldıkları bilinmektedir.
1 Mayıs ve Tarih Felsefesi
İşçi sınıfından önce serfler ve köleler sınıfı vardı. Her sınıfın tarihsel bir olgu olduğunu anlamak zor değil. Kaba bir sosyal tarih bilgisi bile, bize bu gerçeği gösterecektir. Bu yüzden işçi sınıfının bir tarih bilincine, bunun için de bir tarih felsefesine ihtiyacı olduğu açıktır. Ne var ki tarihi, her türlü zenginliği üreten emekçiler yapıyor ama ezen sınıflar yazıyor.
Tarih felsefesi denilince Hegel ve Marx gibi filozoflar önplana çıkıyor. Hegel, tarihi geist ile açıklıyor. Doğu dünyasında özgürlük yolculuğuna çıkan geist Yunan ve Roma uygarlıklarından geçerek Hıristiyan – Cermen dünyasında özgürlüğüne kavuşur. Marx içinse tarihte sınıflar vardır. Köleci toplumda köle sınıfı, feodal dönemde serfler, köylüler, kapitalist toplumda ise işçi sınıfı vardır. Marx’a göre tarihte sömüren ve sömürülen sınıflar arasındaki çatışma komünist toplumda son bulacaktır. Gerçek insanlık tarihi de o zaman başlar.
Marx ve Marksizm açısından sınıf savaşı, yalnızca kapitalizmde ve günümüzde var değildir. İlkel komünal toplumun sona etmesiyle başlar. Köleci toplumda, köleler köle efendilerine karşı sıklıkla ayaklanmıştır. En bilinen Roma’daki Spartaküs ayaklanmasıdır. Tarihi etkiler bırakmıştır. Alman işçi sınıfı da Rosa Luxemburg önderliğinde örgütlenirken Spartaküs ismini kullanmıştır. Emekçilerin mücadelesi Ortaçağlarda da sürmüştür. Londra’da Wat Tyler önderliğinde kurulan halk Komünü 20 yıl sürmüştür. Osmanlı’da 1415’te Şeyh Bedreddin önderliğinde köylü devrimi olmuş bir iki yıl yaşamış ve yenilmiştir. Almanya’da Thomas Münzer, İran’da Hasan Sabbah, Rusya’da Pogeçev ayaklanması var. Fransa’da Babeüf var. Peşinden dillere destan Paris Komünü gelir. Belediye işçileri ayaklanmış ve Paris yönetimini ele geçirmişlerdir (Mart 1871).
1 Mayıs ve Sanat Felsefesi
Maddi ve manevi değerleri üretenlerin toprağa, makineye temas edenler olduğunu söylüyoruz. Sanat sosyolojisi, sanatın kaynağı olarak toplu üretimi görüyor. Dolayısıyla bugün yapılacak bir sanat felsefesi de bu tarihi gerçeklikten hareket eder.
Sanatın yaratıcısı halktır. Emek mücadelesine bağlı olarak. Müzikler, tiyatrolar, marşlar, resimler yapılır. Bir söylentiye göre Shakespeare demiştir ki, halkın türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür. İşçi sınıfının ideolojisiyle yapılan sanatın gücünü 1 Mayıs eylemlerine / kutlamalarına yansımasından anlayabiliyoruz. Enternasyonal Marşı, Avusturya İşçi Marşı, Çaw Bella, ülkemiz yerelinde 1 Mayıs Marşı, ilk aklıma gelenler.
Enternasyonal Marşı, Eugene Pottier’i akla getirir. Paris Komünarlarından birisidir ve tipik bir emekçidir. Marşı 1880’de yazmıştır. Marş, 1888’de bestelenip komünistler tarafından okunmaya başlamıştır. Bestecisini de anmak gerekiyor. Pierre Degeyter tarafından bestelenmiştir. Marş enternasyonal hareketin resmi marşı sayılmıştır. Bolşeviklerin de parti marşı sayılmış: 1918 – 1944 arasında Sovyetler Birliği’nin de resmi marşı olmuştur. Halen dünyanın pekçok komünist partisi, parti marşı olarak enternasyonal marşını kabul etmiştir.
1 Mayıs Marşı ve 1 Mayıs afişi de yerelde önemli sanat örnekleridir. İlkinin yazarı ve bestecisi Sarper Özsan’dır. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun talebi üzerine yazılmış olmasına rağmen kitleler tarafından sahiplenilmiştir. Gorki’nin Ana adlı romanını tiyatroya uygulayanların önerisi üzerine bestelenmiştir. Maalesef geçen yıl Özsan’ı kaybettik. Nasırlı eller içinde Dünya ve zincire vurulmuş işçi tabloları da, ülkemizde 1 Mayısların vazgeçilmez resimleri olmuştur. Ressam Orhan Taylan tarafından çizilen bu tablolar, işçi sınıfımızın sıklıkla taşıdığı pankart, afiş ve flamalara dönüşmüştür. Ne yazık ki yakın zamanda onu da kaybettik.
1 Mayıs ve Ontoloji
Ontolojiden, varlık felsefesini anlıyoruz. Varlığın ne olduğu en eski felsefelerden beri merkezi bir felsefi sorundur. Varlık nedir, bilinebilir mi, bilinse bile başkasına anlatmak mümkün mü? Filozoflar bunlara idea, töz, tanrı, hava, su gibi kavramlarla yanıtlar vermişlerdir. Bu kavramların, her şeye temel olduklarını, tüm maddi ve manevi değerleri bu kavramların yarattıklarını ileri sürmüşlerdir. Marx, Marksizm ve proletaryanın felsefi bakışı ise temel varlığın emekçi sınıflar olduğunu, çalışanlar olduğunu söyler: Proletarya.
Proletaryanın ortaya çıkışı, nispeten yenidir. Ona modern köle veya modern serf de deniliyor. Kapitalist üretim ilişkileri ile birlikte 17. yüzyılda doğan bu sınıf sanayi devrimi ile birlikte yaygınlaşmış ve özelikle Avrupa ve Amerika’da egemen hale gelmiştir. 1 Mayıs’ın temelleri de Batı coğrafyasında ve 1800’lü yollarla birlikte olmuştur. 1. Sanayi devrimi için 1770’ler başlangıç olarak düşünülür. Endüstri 1.0’da deniliyor. Buhar teknolojisi esastır. Bunu elektronik devrimi, bilgisayar teknolojisi ve dijital teknoloji izler. Her teknoloji, işçi sınıfını azaltacağına daha da artırır. 1 Mayıs, Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü’ne 100 yılı aşkındır ilgi azalmadan sürüyorsa proletaryanın büyümesinden dolayıdır.
1 Mayıs, Bilinç ve Dil
Bilginin kaynağı, doğruluk kriterleri, sınırları türünden sorular bizi epistemolojik tartışmaların içine çeker. Platon, Descartes, Kant ve daha pekçok düşünür bilginin kaynağını akılda, doğada, tanrıda, duygularda vs. bulurlar. Oysa bilgi üretim süreci içinde ortaya çıkar ve bilginin öznesi de üretici sınıflardır. Köleler, serfler, proletarya vs. Filozoflar buradan gelen bilgileri tasnif eder, teorileştirip kitabını yazan, dersini veren kişilerdir. Epistemoloji yani bilgi felsefesi, bizi emek mücadelesi ve 1 Mayıs meydanlarına taşır. Kısacası bilginin kaynağı emekçilerdir. Çocuk işçilerin yaratıcılığı önemli olmuştur. Bilgi, bilim, çalışma, verimi artırmak, sömürüyü yaygınlaştırmak için vardır. Emekçiler somut gerçekleri üretir. Filozoflar onu yalnızca kavramlaştırır, kitabileştirir.
Emekçi sınıfların tarihi bizi dil felsefesine ve sosyal felsefelere de taşır. İşçilerin kendine özgü terminolojisi olabiliyor. Bir sınıf bilinci kadar dil bilinci de emekçileri bekliyor. Kapitalist deniliyor, işveren değil. Grev, direniş, miting…
Sosyal felsefe yanında siyaset felsefi de emek mücadelesini konu etmek zorundadır. Zira sosyal ve modern yaşam için üretim yapmak gerekiyor. Zenginliği işçiler, emekçiler üretiyor, ama ne yazık ki kulübede yaşayan da onlardır. Dernekler, partiler, sendikalar ve her alanda örgütlenme emekçiler içindir.