Tartışmayı “Marksizm ne değildir?” sorusuyla başlatmak sanırım dikkat çekmiştir. Konuyu açıklama yöntemi olarak felsefi yolu seçmiş olmamız da umarım anlamlı olmuştur. Böyle bir sunum, tartışma veya yazılacak metinde ister istemez tarihsel bir gezintiye çıkmak da kaçınılmaz oluyor. Tarihsellik meselesi bizi bir yandan toplumsal bir yandan da diyalektiğe bağlar.
Bu yüzdendir ki empirizm, pozitivizm, aydınlanmacılık, laiklik ve sekülerizm Marksizm olmadığı gibi ateizm, materyalizm türünden kaba din karşıtı, akımlar ve maddecilikler de Marksizm değildir. Çünkü ontolojik ve epistemolojik açıdan düşündüğümüzde Marksizmin “tarihsel materyalizm” temelli olduğu besbellidir.
Böyle bir girişi, metnin konusu olan Danimarka’daki tartışmayı açıklamak için yaptım.
Bu hafta sonu Danimarka’nın büyük kentlerinden birisi olan Aarhus’da felsefe, sanat ve politika içinden ülke, toplum, insan ve dünya sorunlarına dönük bir tahlil yapmaya çalıştık. Marksizmin özü itibariyle bir emek hareketi olduğu halde bilmek gerekiyor ki, Marx ve Engels açısından “emek, en yüce değer” değildir. Lassale ve sosyal demokratlara ait olan bu görüşün Marksizm sanılması büyük bir yanılgıdır. Deneycilik, laiklik, materyalizm gibi emeğin yüceltilmesi de Marksist teori dışına atılmalıdır.
Materyalizm de deneycilik de, ateizm de aydınlanma faaliyetleri de Marx ve Marksizm öncesinde zaten vardı. Emek de, sermayenin, savaşın, silahın, sömürünün kaynağı olduğu için Marx ve Engels tarafından sorgulanıp bilince çıkarılmıştır. Dolayısıyla bunlar Marksist teorinin içine sızmış burjuva, liberal teorilerdir diyebiliriz. Emek, yalnızca emekçiler için yani kullanım değeri ürettiği oranda önemlidir. Artı değer ürettiği, bu değere de kapitalistler el koyduğu sürece “emek, ancak burjuvazi için en yüce değer” olabilir; proletarya için değil.
Marksizm, burjuva – liberal ideolojilerin etkisinde kalan kesimlerin zannettiği gibi Aydınlanmanın, bilimciliğin, teknolojinin bir çocuğu değildir, tabiri maruz görün, Marksizm proletaryanın çocuğudur. Kapitalizm koşullarında, emek – sermaye çatışmasının vuku bulması sonucu hayatımıza girmiş bir devrimci teoridir. Sınıfların ortadan kalkması ile de miadını doldurup son bulacaktır.
Tartışma ve toplantılar boyunca sıklıkla proletaryanın küçüldüğü düşüncelerine yanıt vermek zorunda kaldığımı da anımsatıp bir iki cümle de bu bağlamda etmek isterim. Böyle düşünen dostlar, bana kalırsa dünyanın merkezini kendi bulundukları nokta, örneğimizde Danimarka veya Avrupa zannediyorlar. Avrupa’nın bir ülkesinde, bir çevrenin insanını karnı tok, sosyal ve özgür olarak gördüğü için bunun, Avrupalının aklından kaynaklandığını zannedenler var. Oysa Avrupa’da veya Danimarka’da sosyal adalet, ekonomik imkanlar ve özgürlük söz konusu ise bilmek gerekir ki, dünyanın büyük kıtalarında insanlar sömürüye daha yoğun maruz kaldıkları içindir.
Marx’da söyler, mülkiyet olmadığı için mülkiyet vardır! Yani dünyada milyarlarca insan aç olduğu için Avrupalının karnı toktur! Kant’ın zannettiği gibi “beyazın aklı” daha kuvvetli diye daha iyi çalışıyor diye değil. Kaldı ki Avrupalıların tümü için durumlarının iyi olduğunu söylemek de şüphelidir.
Toplantının tartışma bölümünde konunun genişlediği Alevilerin ve Kürtlerin mücadele tarihi ile emek hareketi arasındaki ilişkiler de sorgulandı. Bana göre çağımızda emek – sermaye çatışması esas çelişki biçimi olmakla birlikte yeni toplumsal hareketlerin varlığı da inkar edilemez. Dolayısıyla ezilen ulus, ezilen inanç ve ezilen cins mücadelesiyle ittifak içinde olmak zorunludur. Kaldı ki, bu hareketler bazı konjonktürlerde “baş çelişki” haline de gelebiliyor. Misal ülkemizde öncelikle Kürt dinamiğinin, bütün gelişmeleri etkilediği hatta belirlediği de bir realite.
Kışkırtıcı konulara da girildi. Benim Marx ile Şeyh Bedreddin arasında bir benzerlik kurduğum biliniyor. Felsefe tarihinde iki filozofun kitleleri peşlerinden sürüklediğini biliyoruz. İlki kendisini Anadolu, Mezopotamya ve Balkanlarda Bedreddin olarak göstermiştir. Marx ise çağımızın filozofu olarak evrensel bir sınıf teorisi geliştirmiştir. Bunu yaparken başta proletarya olmak üzere ezilen kesimleri, kapitalizmi yıkma doğrultusunda mobilize etmiştir.
Kitleleri harekete geçirme ve devrimci gelenekler oluşturma, bu iki filozof (zihniyet diyelim) dışında hiç bir filozof ve felsefede söz konusu değil. Özgünlükleri ise elbette ki, meseleye ekonomik alandan ve üretim ilişkileri içinden bakmalarında yatıyor. Çünkü Bedreddin’in Osmanlı feodalizmindeki üretim ve sömürü mekanizmalarından hareket etmesi gibi Marx da (Marksizm) kapitalist üretim ilişkilerini keşfederek yola çıkıyor. Ekonomik alandan hareket etmek, felsefe tarihinde ve büyük, ana akım filozoflarda neredeyse hiç bir zaman rastlamadığımız bir durumdur.
Toplantıya, dolayısıyla da sunuma ve felsefeye katkı yapan akademisyen / ozan Faiz Cebiroglu’nu da anmasam olmaz. Böylesi etkinliklerin yalnızca sunum içeriğinden ibaret olmadığını da düşünmek gerekiyor. İçeriğin, çevresi ile bir korelasyon içinde olduğunu biliyoruz. Diyalektik dediğimiz de, bu korelasyondur. İlişki veya süreç de diyebiliriz buna. Bizi evinde konuk eden, gün içinde Danimarka’nın önemli kentlerinden birisi olan Aarhus’u gezmemizi, ren geyiklerini ziyaretimizi sağlayan sevgili Sinan Ülgü’ye teşekkür ederim. Tüm toplantıların organize edilmesini sağlayan “yoldaş” hitabıyla ilgimizi çeken Feramuz Acar’a da en içten sevinçler diliyorum.
Kadınlar katılmasaydı, sunumlar da, içerikler de eksik kalırdı. Bilhassa toplantının moderatörlüğünü üstlenen Sultan Kıy’ın katkısının önemini anımsatmak isterim. Sevgili Güzide’nin, “felsefede taraf olmak” meselesini tartışmaya açması da diyaloglara renk katmış oldu. Evet, tek tarz bir felsefe olmadığını, filozofların da sınıfsal konumlarından söz ediyorum. Ayrıca Seycan’ın, merak – felsefe ilişkisi üzerinden açtığı tartışma ise bizi Aristoteles’in Metafizik adlı eserine kadar götürdü.
Hatırlanacağı gibi Aristoteles, kitabın ilk cümlesinde bilmenin meraktan kaynaklandığını iddia ediyor. Oysa bilme, dolayısıyla felsefe, üretim alanındaki, sosyal ve siyasal dünyadaki ihtiyaçlardan kaynaklanır. Bu yüzden insan merak eder. Bana göre Aristoteles, kısmen haklıdır ama merakın kaynağına (nedenine) inmediği için yüzeyde kalmıştır.
Danimarka – Aarhus’tan şimdilik bunlar. Yarın Kopenhag’da olacağız. Marksizm, Self Determinasyon Hakkı ve Kürtler konulu bir sunumum olacak.