HEDEP’İN HEDEFİ
Demokratik Halk İktidarı
Hafta sonu HEDEP İstanbul il kongresindeydik. Geniş bir salonda, söylendiğine göre on bin civarı insan vardı. Dinamik bir kitle, renkli bir topluluk, kendine güveni olan, kadın erkek, genç yaşlı bir çevre ile birlikteydik. Cesaret, birlik duygusu, dayanışma ve özgürlük hayaleti dolaşıyordu salonda. Halaylarla, şarkı, türkü ve nutuklarla geçen bir kongre oldu. Konuşmalar içinde demokratik halk iktidarına işaret edilmesi, kongrenin politik-ideolojik hattını da belirleyen bir noktaydı denilebilir.
Atina Demokrasisinden HEDEP’e
Kongre öncelikle ne çağrıştırdı bana dersiniz? Birkaç cümle edeyim. Salondaki politik hava bizi, öncelikle eski çağlara, polis kentlerine, ütopik devlet tasarımlarına, Atina demokrasisine kadar gerilere götürdü. Batının siyaset felsefesini bilenler varsa, sanırım “Atina gelsin de demokrasi görsün” demiştir. Aristoteles zamanından beri insan zoon politikon olarak tanımlanır. Bunun ne demek olduğunu politik aktivite içinde ve ortamlarında anlamak daha kolay oluyor.
Böylesi ortamlarda insanın bütün ruh dünyası değişiyor ve adeta politik bir varlık olduğu akla geliyor. Elbette Aristoteles, bunun insan için yapısal bir özellik olduğunu zannettiği için yanılıyor. Çünkü sınıflı toplum şartlarında politik özelliği kazanıyor insan. Üstelik her politik çevrenin, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ndeki kadar politik olduğunu düşünmek de zordur. Çünkü egemen politika, bindirilmiş kıtalar üzerinden, Nietzsche’nin deyişiyle sürüler üzerinden yürümektedir. Dolayısıyla devrimci politik ortamlar ile hakim/yaygın politik ortamlar arasına da sınır koymak gerekiyor. Kongre bunları çağrıştırdı öncelikle.
Panzerler Eşliğinde Kongre
Kongre, 12 Kasım’da (2023) Yahya Kemal Beyatlı Gösteri Merkezi’nde yapıldı (Halkalı – İstanbul) Semtten bir grup arkadaş ile yola çıktık. Mekanı bilmeyince nevigasyon yöntemiyle yolculuğu biraz kolaylaştıralım dedik. Bu sırada çok şükür ki imdadımıza panzerler yetişti ve işimizi oldukça kolaylaştırdı. Başka nereye gidebilirlerdi ki? En iyisi bunları takip edelim dedi araç kaptanı. Ne de olsa bunlar da aynı yere gidiyor. Yanılmadık. Panzer ve bir TOMA önde biz arkada kongre salonuna geldik. Üst baş aramasından sonra salona girdik. İlk gördüğüm, duvardaki Jin Jiyan Azadi pankartı oldu. Her zaman olduğu gibi fotoğraflar aldım birkaç kare.
HEDEP İstanbul il kongresinin politika ve toplum açısından düşündürdükleri didaktiktir. Şöyle ki, yeni pratikler, yeni davranış biçimleri, yeni mücadele tarzları yeni kavram, tez ve teorilerle birlikte var olur. Kongre bunların izini sürmek bakımından her sınıftan, her meslekten, her kesimden kişiler için, gazeteci, yazar, aydın, akademisyen, bilim ve düşün insanları için içeriği yüklü bir kongreydi denilebilir. Bu türden mekanlara dokunmadan, tanıklık etmeden, buraların atmosferini solumadan siyasal ve sosyal tahlil yapmak, havanda su dövmek kadar lüzumsuz bir faaliyet olur.
Kongre ve Devrimci Politika
Görünüş gerçek ilişkisinde gerçeğe yönelmek, gerçeğin dünyasında da dinamik olana temas etmek son derece önemlidir. Bu da ancak böylesi, politik dozu yüksek ortamlarda kazanılabilir. Dolayısıyla marifet politik olmak değil doğru ve dinamik bir hat üzerinden politik olmaktır. Dinamik ve doğru, hatta politik olmayan hiçbir özne, hiçbir güç politikanın doğasına dokunamaz, gerçekleri tespit edemez ve bu nedenle de özgür geleceği kurmada başarı gösteremez.
Örneğin devrimci politikanın kendini gösterdiği kongre salonundaki katılıma bakarak yapılacak bir yorum gerçeği yansıtmayacaktır. Çünkü yalnızca gördüğünü not eden bir sıradan gözlemci ya da gazeteci, baskı, korku, saldırı ve şiddete rağmen salonda on bin kişinin olduğunu düşünmeyeceksin. Ana akım düşünme sistemi içinde yetişmiş bir profesyonel analizci, özgürlük koşullarında olası bir kongrenin on bin’den misliyle fazla bir katılımla gerçekleşeceğinden bihaberdir.
Yapmak Değil, Doğruyu Yapmak
İnsan kendi halinde çevresine bakar, dinler ve anlamaya çalışır. Bu bakış ve kavrayış biçimlerinin hiçbiri büyük filozofların, psikologların söylediği gibi masum ve kendiliğinden değildir. Politik ve taraflıdır. Kitleler bu görme ve bilme biçimlerinin masum olmadığını bilmese de durum böyledir, taraflıdır. Bu durumu fark eden bilinçli öznelere, muhalif, devrimci özne ve partilere merkezi bir rol düştüğü açıktır. Bilmek, harekete geçmek ve yapmak… İşte bilinçli olmak… Bu açıdan kongre içeriğine bakıldığında hedefin görmek değil doğruyu görmek, yapmak değil doğruyu yapmak olduğunu anlamak da zor olmuyor.
Lenin, Sermaye ve Siyaset
Yaşam, bilhassa sınıflı toplumlarda yaşam, politik olarak yaşamak anlamına gelir. Politika ise Lenin’in de işaret ettiği gibi sermayenin yoğunlaşmış biçimidir. Bu da günümüzde büyük mücadele alanlarının eskiye oranla daha yoğunlaştığı ve zirve yaptığı anlamına gelir. Kongrede sınıf mücadelesine, sınıf önderlerine, ulusal mücadeleye, kadın ve ekolojik mücadeleye vurgu yapılması da, politik alandaki yoğunlaşmaya tekabül eder. Politikanın yoğunlaşması noktasında genel olarak dünyada ama özel ve esas olarak ülkemizde temel katkı kuşkusuz ki Kürt Özgürlük Hareketi’nindir. Politik analizlere bu hareket üzerinden bakmayan tahlillerin politikayla ilgili güdük kalacağı çok açıktır.
Marx’ın düşünüş yönteminde, incelemeye en gelişmiş olandan başlamak türünden bir yaklaşım hakimdir. Bu yüzden Kürt Özgürlük Hareketi’nin özel bir konumda durduğu, siyasetin en üst düzeyini temsil ettiği bellidir. Osmanlı-Türkiye tarihinde sınıfsal çatışmalaların zirve yapması Kürt toplumunun özneleşmesiyle söz konusu olmuştur. Dolayısıyla ülkemizin politik gerçekliğini Marksist bir yöntemle ele alan her gözlemci, politik varlığın en gelişmiş biçiminden, Kürt toplumundan ve ona önderlik eden politik özneden (parti) başlaması gerekir. Konumuz bu değil.
Birey ve Kitle Diyalektiği
Başarılı politik hücumlarla kendini gösteren güçlerin hata ve zaaflar konusunda da zirvede olması anlamlıdır. Kongrede böylesi bir hatalı politik-ideolojik çizgiyi izlemek de zor olmamıştır. Bütün enerjisini, kazanımı ve yaratıcılığı, aynı zamanda devrimci moral ve motivasyonu kişi kültü içinde eritme eğilimi taşıyan bir politika da, ne yazık ki kendini var ediyor. Türk resmi ideolojisini, haklı olarak eleştiri konusu yapan ve tekçi zihniyeti mahkum eden bir hareketin, benzer bir durumu bireyi yücelterek tapınç haline getirirken kendisinin de benzer bir yönelim içinde olması, sorgulanması gereken bir anlayıştır.
Kısacası şu söylenebilir ki, tekçilik eleştirisi yapan, her türlü bedeli ödeyen, ödeme riski alan ve geleceği temsil ettiği birçok teorik-politik yöneliminden belli olan bir hareketin, birey merkezli siyaset yapması tartışma kaldırır. Bireyin tarihteki rolü elbette önemlidir. Amma ve lakin hiç bir güç kitlelerin devrimci gücünün üzerinde değildir. Devrimci hareketler, tecrübe üzerinden ilerledikleri için her zaman yanlışlar yapma riski altında olurlar. Onlar için hatalı yan talidir, belirleyici olan doğru ve devrimci çizgidir. Büyük halk hareketleri gibi Kürt Özgürlük Hareketi de bu türden mevsimsel hataları aşacak niteliktedir. Mevsimsel hatalar, devrimci hareketler için stratejik değil taktik düzeydedir ve belirleyici değildir.
Devrimci Politika ve Bilim
Sınıfsal karakterli devrimler de ulusal talepli devrimler de kitlelerin eseridir. Devrim ve kitle diyalektiğini göstermesi, devrimin kitlelerin eseri olacağını kanıtlaması açısından da Kürt Özgürlük Hareketi’nin özgün bir pozisyonda durduğu söylenebilir. On milyon civarı bir kitle ile yaşama ağırlığını koyması, dünya tarihinde ender rastlanan bir örnektir. Üstelik bu kitleselliği 50 yıldır sürdürüyor oluşu da üzerinde düşünmeyi değer. Dolayısıyla hareketin, kongrede de dillendirildiği gibi kadın devrimi, yeni bilimler, yeni teoriler icat ettiği tezleri abartılı olmakla birlikte bir çok bilim anlayışını, tez ve teoriyi eskittiği de bir gerçektir. Misal, bu koşullarda Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’ya ilişkin bir araştırma ve analiz yapacak olan siyaset bilimci, HEDEP’i çalışmasının odak noktasına koymadıkça gerçek sonuçlara asla ulaşamaz.
Kongreye, devrimci, demokratik, sol çevrelerden gelen mesajlara, mesaj içeriklerine bakınca da bu özgünlüğünü görmek olasıdır. Türkiye ve Kürdistan toplumunun emek ve ezilen eksenli birlikteliğinin ilk defa Kürt toplumunun çabasıyla gerçekleştiği aşikardır. Yine de birikimin ve birliğin, evrimsel bir süreci izlediği de gözardı edilemez. 1970’li, 80’li, 90’lı yıllardaki, işçi sınıfının ve Türkiyeli sol, komünist hareketlerin mücadelesi de önemli bir bileşen olarak düşünülmelidir. Kongrede bu evrimsel sürece atıf yapılması ve birleşik mücadeleye işaret edilmesi manidardır.
Ulusal Mücadele ve Enternasyonalizm
Tülay Hatimoğulları, Pervin Buldan ve Saruhan Oluç gibi simaların da katıldığı kongrede HEDEP İstanbul il başkanlığına Gonca Yangöz ile Murat Kalmaz seçildi. Divan başkanlığında ise Ömer Öcalan bulundu. Genel Başkan Hatimoğulları’nın, konuşmasında işsizlik, yoksulluk ve toplumsal barışa dikkat çekmesi önemliydi. Keza dünyadaki gidişata, savaş ve sömürü düzenine vurgu yapması, Filistin halkının dramına ve mücadelesine sahip çıkması da partinin devrimci ve enternasyonal olmak üzere iki eğilimine işaret etmektedir.
Konuşmaların içeriğinde sıklıkla, egemen sınıfların iki partisi arasında özde fark olmadığına dikkat çekildi. Asıl çatışmanın bu partilerle halk arasında olduğuna işaret edildi. Yerel seçimlere de bu perspektifle hazırlandıklarını söyleyen Hatimoğulları, örgütlenmedik il, ilçe ve köy bırakılmayacağını söyledi. Devamında da gidilmedik mahalle bırakılmayacağını, kapısı çalınmadık ev, eli sıkılmadık halkın kalmayacağını belirtti. Kongrede TİP ve EMEP gibi partilerin adları anons edilirken pek çok devrimci örgüt ve partinin de mesajları okundu.