Düşünce nedir? Nasıl düşünüyoruz? Ne zamandan beri düşünüyoruz? Neden düşünüyoruz? Ne düşünüyoruz? Mevzu düşünce olunca sorular çoğaltılabilir. Hafta içinde Zerdeşt Tv’de konuyu tartışmaya açtık ve Kemal Varol’un sorularını yanıtladım. Programda düşünceye dair konuştuğumuz konuların bir kısmını burada da paylaşmak istiyorum.
Düşünce, maddi dünyayı ve üretim süreçlerini izleyen bir bilinç düzeneği olarak vardır. İnsan, yalnızca duyum ve duygu varlığı olan hayvandan düşünme yoluyla ayrılır/ayrılmıştır. Eşitlikçi toplumlarda düşüncenin (bilginin) sosyal-gerçeklikle özdeş olduğunu ileri sürmek mümkündür. Hegel’in özdeşlik ilkesinin eşitlikçi, ilkel, kandaş, kabile toplumlarında geçerli olduğunu varsayabiliriz: Her düşünsel olan gerçek, her gerçek olan da düşünseldir. Düşüncenin içerik ve form kazanması, toplumların sınıfsal içerik ve form kazanmasıyla belirgin hale gelir, gelmiştir de. Bu yüzden Marx ve Engels’in de vurguladığı gibi toplumsal bilincimizi ya da düşüncemizi belirleyen toplumsal varlığımızdır. Bunun tersi doğru değildir ve idealizmdir.
Büyük Filozoflar ve İdealizm
Düşünceyi, düşünceyle düşünmek de idealizme deniliyor. Platon’un kendisi, varlığı düşünme konusu yaparken yine düşünsel ya da kavramsal olarak betimlenen idea teriminden ya da düşüncesinden hareket eder. Felsefe tarihi boyunca bütün büyük filozoflar bu tür metafizik kavramlardan hareket etmişlerdir. Töz, Tanrı, monad, geist, conatus, irade vs bunlardandır. Filozoflar, varlığa bir köken ararken önceki düşüncelerden yola çıkarak idealist ontolojiler/metafizikler kurmuşlardır. Buna deneyciler, doğacılar, pozitivistler ve materyalistler de dahildir. Varlık ve düşünce arasındaki ilişki sorunu en tutarlı yanıtını tarihsel materyalizm ile bulmuştur. Şimdi bu istikamette düşüncenin izini sürelim.
Düşünce ve Düşünce Formları
Düşünce ve duygu durumu, sınıfsız toplumların ortak özelliğidir dedik. Düşünce formları, yani felsefe, bilim, siyaset, sanat, bunlar düşüncenin yeni formlar kazanmasıdır. Dört disiplin olarak söylediğim düşünüş biçimleri sınıflarla birlikte var oldular. Dolayısıyla sınıf dinamiğinin, sınıf çatışmasının olduğu her toplumda, bu disiplinler tarihin her döneminde sürekli aktif ve günceldir. Bu yüzden de “Ortaçağ’da veya eskiçağlarda düşünce yoktu” denilemez. Keza Doğu toplumlarında veya Türkiye’de, Kürdistan’da, Ortadoğu’da felsefe, bilim yoktu demek, gerçekleri yansıtmıyor.
Her toplumun kendi özelliklerine uygun bir kültürü vardır. Sömürücü ve emekçi sınıfları vardır. Düşünce ürünleri esasen bu süreçleri ve gelişmeleri izler. Bu düşünceleri, (bilim, sanat, felsefe, siyaset) yüceltmek de lüzumsuzdur. Çünkü bunlar çoğu zaman egemen sınıfların çıkarını temsil ederler. Bu yüzden de bilim dahil olmak üzere hiçbirinin masum olmadığını biliyoruz. Bilimi ve marifetlerini, son günlerde Ukrayna ile Rusya savaşında, Filistin, İsrail ve Kürdistan savaşlarında “savaş sanayisi” olarak izliyoruz. Tutucu ve gerici sanatlara, felsefelere nice örnekler verilebilir. Çağımızda/günümüzde siyaset ise kendisini büyük oranda zulum, sömürü ve faşizm olarak göstermektedir.
Düşünce ve Sınıf Mücadelesi
Düşünce süreçleri her zaman aktiftir. Özellikle de toplumların ya da insanlığın yükseliş ve düşüş dönemlerinde. Düşünce, genellikle sorunlara çözüm aranırken gelişir. Çok rahat toplumlarda düşüncenin gelişimi sınırlıdır. Peki sorun dediğimiz nedir? Düşüncenin dinamiği açısından sınıflı toplumlarda ve kapitalizm koşullarında egemen sınıflar için sömürü ve talan yapmak esastır. Bunun için bilime, silaha teknolojiye ihtiyaç duyar burjuvazi. Bu da düşünceyi geliştirir! Bu yüzden de düşüncenin gelişme dinamikleri, “uygar dünya” var oldukça her zaman vardır.
Ekonomik Formlar ve Düşünce Formları
Düşünce denilince bilim, sanat, siyaset ve felsefi düşünce biçimlerini anlıyorum. Bunların, devrimci – demokratik nitelik kazanmış formlarını inşa etmek gerekiyor. Bu da toplumun ve dünyanın devrimci – demokratik istikamette değişmesi ile paraleldir. Ekonomik ve sosyal formlar değişince düşünce formları “biz değişmiyoruz” diyemez. Düşünce de değişir. Günümüzde kapitalist, emperyalist çağdayız dolayısıyla düşünceye asıl olarak damgasını vuran ve rengini veren sermayenin ihtiyaçlarıdır. Dolayısıyla sermayenin tetiklediği bilimsel, teknolojik düşünce başta geliyor. Buna paralel olarak sanat, siyaset ve felsefede de egemen düşüncenin böyle şekillendiğini görüyoruz. Tüm bunlara karşılık ezilen sınıfların, halkların, inançların ve ulusların çıkarını savunan düşünceler de kendilerini karşıt kutupta var ediyor. Ne var ki kitleler, egemen düşüncenin etkisinde kalarak onun düşüncesinin payandası oluyor.
Din Üzerinden Düşünmek Yanlış
Programda Osmanlı-Türkiye tarihindeki düşünce devinimleri de söz konusu edildi. Türkiye’nin gelişme tarihini din üzerinden okumak yanlış olur dedik. Daha doğrusu hiçbir düşünce, din üzerinden okunmaz. Osmanlı – Türkiye’yi konu ederken “dinci olduğu için geride kaldı” veya tersine “din karşıtı olduğu için geri kaldı” diyenler yanılıyor. Ekonomik etkinlikler belirler gelişmişliği. Din, üretim alanında ve somut sosyal ilişkilerde bir rol oynamaz. Yalnız dilde, duyguda var olan ikincil unsurdur. Genellikle egemen sınıflar tarafından şişirilir. Dolayısıyla önemli olan iktisadi ilişkiler ve üretim süreçleridir.
Ekonomik olarak Batı kapitalizmine bağlılık, kültürel ve felsefi olarak da Batı’ya bağlılığı getirmiştir. Emperyalizm ile sömürgesi, sömürgeleri arasında bir bağımlılık ilişkisi doğmuştur. Burada altını çizmek gerekir ki sınıflı toplum koşullarında insanlığın eşitliği, özgürlüğü söz konusu değildir. Marksist düşüncenin söylediği budur. Misal Osmanlı imparatorluğu, gerileyip yıkılmasa idi, tersine hem ekonomik hem düşünsel ve kültürel yönden gelişip ilerlese idi, emperyalist bir güce dönüşüp diğer emperyalist devletler gibi dünya halklarının baş düşmanı olacak idi.
Çöküşün nedeni, ekonomik, sosyal ve tarihsel gidişatta değil birtakım sosyal, kültürel, dinsel, düşünsel gelişmelerde olduğu zannedilmiştir. Bu yüzden de kültürel önlemler, yasal düzenlemeler krizlere çözüm aranıyor. Kapitalizm sayesinde öne geçen Avrupa taklit ediliyor. Bugün de böyle bir eğilim var. Osmanlı-Türkiye tarihinde bu, hep var olmuş. Avrupa Birliği’ne girme, İMF’den yardım isteme vs.
Düşünce ve Kriz Dönemleri
Düşünceler kriz anlarında depreşir. Bir kısmı eskiyerek zihinlerden çıkar, sorunları aşmak üzere yeni fikirler çıkar. Kriz, çağların değişme dönemlerinde kendini belli eder. Örneğin köleci üretim tarzından feodal üretim tarzına geçerken düşüncelerin bir kısmı müzelik olur, olmuştur da. Keza feodalizmden kapitalizme geçerken de, buradaki “devrim”, düşünce dünyasında da devrime yol açar. Yanlış düşüncelerin düzeltilmesinin mercii ise burada anıldığı tarzda tarihsel ve sosyal pratiktir. İdealizm, kaba idealizm ve bilhassa nesnel idealizm açısından ise yanlış düşünceler, yine düşünceyle açıklanır ve düzeltilir! Kitaplar, farklı kitaplarla aşılmaya çalışılırken, metin ve makaleler de sosyal gerçeklik paranteze alınarak yine benzer metinlerle düzeltilir!
Rönesans yıllarında gündeme gelen keşifler de masum değildir. Köylere kadar götürülen elektriğin de masum olmadığı gibi. Yine de bunlar düşüncenin motoru olurlar. Örneğin keşif fikri (coğrafi keşifler), üretimi geliştirme düşüncesi, demokrasi bilinci, doğayı tanıma isteği, epistemoloji için kaynak haline gelmiştir. Osmanlıdan modern cumhuriyet dönemine geçince de düşünce zenginliği ve atılımı kendini belli eder. Osmanlı düşünce dünyasında, imparatorluğun kriz içinde olduğu anlaşılır ve bunu çözecek düşünceler araştırılır. Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık türünden düşüncelerin, çöküş döneminde ortaya çıkması manidardır. Bu farklı düşünceler, aynı zamanda da felsefi fraksiyonlar arasındaki çatışmayı imler.
Yeni Şartlar, Yeni İdeolojiler/Düşünceler
Kemalizm de konu edildi programda. Kemalizmin resmi ideoloji olarak kendini meşrulaştırmak için çeşitli kültürel atılımlar yaptığına dikkat çekildi. Sovyetlere benzeterek Halkevleri, Köy Enstitüleri, Kadro dergileri, DTCF gibi kurumlar inşa etti Kemalistler. Bunlar, muhalif güçlere dönüşünce ortadan kaldırmakta bir beis görülmedi. Sermaye, kendisi inşa etti yine kendisi ortadan kaldırdı bu kurumları. Amaç Türk/İslamcı resmi ideolojiyi geliştirip etkili kılmak, kapitalizmi geliştirmekti. Bu kurumlarda komünist bir eğilim hissedilince, aynı devlet, çözümü kurumları ortadan kaldırmakta bulmuştur.
Sınıf mücadelesine bağlı olarak gelişen düşünce akımlarını ülkemizin de yakın tarihinde görmek mümkündür. Marksist çizgide olan düşünce, kendisini Hikmet Kıvılcımlı gibi örneklerde göstermiştir öncelikle. Daha sonra Selahattin Hilav, Yılmaz Öner, Orhan Hançerlioğlu var. DTCF örneği çok önemlidir. Behice Boran, P. N. Boratav, Muzaffer Şerif, N. Berkes, Sabahattin Ali… Bunlar Kemalizmden kopma eğilimi taşıyan kesimler. Dışlandılar ve sürülürken bazıları da hapse atıldı veya öldürüldü. Öncesinde Şevket Süreyya, Vedat Nedim Tör gibi Kemalizm ile ulaşmış simaları görüyoruz. Aynı yıllarda milliyetçi düşünceler de, Orhan Şaik, Nihal Atsız, Velidi Togan vs. var. Bunların öncesinde de Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve edebiyatçılar kuşağını görüyoruz.
Burjuvazinin sanat ve edebiyatçılar kuşağına karşılık Türkiye ve Kürdistan halklarının da klasik beşler şahsında düşün ve sanat insanları çıkardığını biliyoruz: Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Yılmaz Güney, Muzaffer Oruçoğlu. Azra Erhat ve Sanattin Eyüboğlu ekolünü ise cumhuriyet ideolojisinin içine yazmak yanlış olmaz. Programda söylemeyi unuttuğum bir kaç ekolü temsil etmek üzere yaşayan düşünürlere de atıf yapmak konuyu daha anlaşılır kılabilir: Murat Belge, Yalçın Küçük, Taner Timur, Fikret Başkaya…
Yeni Fikirler ve Yeni Sosyal Hareketler
Yeni fikirler, yeni toplumsal hareketleri gerektiriyor. Yeni toplumsal hareketler de üretim güçlerinin gelişmesi ile mümkün oluyor. Yeni toplumsal hareketler çerçevesinde düşüncenin gelişimi için dört kategori saptayabiliriz. Kadın hareketinden dolayı feminist düşünce, Kürt sorunundan dolayı ulusalcı düşünce, Kızılbaş toplumunun varlığı nedeniyle dinsel, mistik düşünce, doğanın talanı nedeniyle ekolojik düşünce.
Sınıf Hareketleri,
Dergicilik ve
Düşünce Hareketleri
Düşünce hareketleri, eskiden olduğu gibi günümüzde de dergi ve gazete çevreleriyle yürümüştür. Tanzimat döneminde ilk gazetelerin yayımı buna ilk örnektir. 1908 dönemi dergiciliği, 1930 dergiciliği, 1950’li, 1968 ve 2000’li yıllarda dergicilik. 1930-50 arası… Kadro Dergisi susturulunca 1934’te, ilerleyen yeni dergiler yayına başlar. İş ve Dünya, İnsan, Yurt ve Dünya, Adımlar… Adımlar’ı Behice Boran ve Muzaffer Şerif çıkarıyor. 1968 hareketi bağlamında da Yön ve Türk Solu gibi dergileri anmak gerekiyor. Zira dönemin düşüncesi büyük çoğunlukla dergilerde mekan bulmuştur. Dergi faaliyetleri Kaypakkaya, Çayan, Gezmiş, Öcalan şahsında farklı düşüncelere zemin yaratmışlardır.
Düşüncenin Güncelliği
Düşüncenin güncel bir olgu olduğunu tespit etmek zor olmuyor. Son zamanlarda deprem, yaşamımızda büyük bir problem olduğu için düşüncenin gündemine deprem oturdu. Kentsel dönüşüm de bununla bağlantılı olarak düşünce dünyamızda önemli bir rol oynamaktadır. Enflasyon olduğu için ekonomik konular düşüncenin gündemine giriyor. Ülkemizde her zaman bir din, milliyetçilik, İslam, laiklik, yaşam tarzı sorunu olduğu için düşünce buralardan neşet ediyor. Sınıf sorunu ve sınıf mücadelesi, zaten temel bir meseledir ve Marksist düşünce her zaman aktüeldir.