Dün, İstanbul’da güneşli, güzel bir gün vardı. Yüzlerce insanla bir araya geldik, binlercesine temas ettik. Sanki felekten bir gün çalmıştık! Çimlerin üzerinde, büfelerin, yiyecek içecek çadırları arasında, çaylı çorbalı, konser ve konferanslar eşliğinde bir zaman geçirdik. Görünüşe bakılırsa böyleydi. Herkesin durumdan memnun göründüğü ortamda kalışımız yaklaşık 5-6 saat sürdü.
İkincisi yapılan Serçeşme Festivali’nden söz ediyorum. Alevi kurum yöneticisi Kenan Yerlitaş’ın önerisi ve daveti üzerine bir kaç arkadaşla bilikte katıldık programa. İstanbul-Yenikapı’da, Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen etkinliğin tam adı “Hünkar Hacı Bektaş Veli Festivali – 2” olarak belirlenmiş (14-15 Ekim 2023). Afişleme, stant sistemi, sloganlar, çevre düzenlemesi, kürsüler, katılımcılar, konuşmacılar, sanatçılar, sanırım belirli bir kesime özgür bir çabaya işaret ediyor gibi görünmüştür. Bana öyle geliyor ki yine bu festival üzerine derince düşünen gözlemcilerin pek çoğu tarafından da etkinlik, tüm güzel ve renkli görünümüne rağmen, Kızılbaş kültürüne bir kuşatma olarak okunmuştur!
Festival’in Amacı ve Anlamı
Evin, ailenin, çalışmanın, kahvehanenin, pikniğin, pişpiriğin, okeyin, maçın esiri olmayan bir grup arkadaşla birlikte festival alanına vardığımızda saat 13-14.00 civarı idi. Polis kontrol noktalarını, lüzumsuz bürokrasiyi ve fişleme noktalarını da geçtikten sonra sonbaharın, son güneşli günlerinden birinde, Marmara Denizi’nden gelen havayı da soluyarak festival alanındaki kitleyi ve festivalin amacını anlamaya çalıştık. Festival, genel kitlenin de adlandırdığı gibi Alevi festivali idi. Fakat anlaşılan o ki, siyaset, ticaret ve inanç ögeleri iç içe girmişti. Kapitalizm koşullarında bu biraz da zorunlu ve normaldir!
İslam’da Kin ve Nefret Yoktur!
Halil arkadaşın telefonumu çaldırmasıyla alanın ruhundan ayrılır gibi oldum. Ama Halil manalı bir soru sordu: Senin Kızılbaşlar sınıf taleplerini de dile getiriyor mu? Belli ki beni zorda bırakmak isteyen bir soru. “Sonra yazarım, okursun, kitleden uzak, seni küçük burjuva devrimcisi” dedim. Gülüştük telefonda. Bir an “sınıf” diye düşündüm. Kendi kendime dedim ki, “Bırakalım sınıfı, burada Kızılbaş veya Alevilik mevzusu ve konusu bile yoktur”.
Bitişiğimdeki vakfın afişlerine baktım bir ara. İslam’ın kin ve nefrete karşı bir din olduğu yazılıydı. Sizin de umarım dikkatinizi çekmiştir bu yazdığım cümle. Alevilik demiyor, İslam diyor. Mizahıyla söylersek, buna Müslüman mahallesinde salyangoz satmak denilir. Bu cansıkıcı durum, konferans salonunda bir Alevi aktivistini dinleyinceye kadar sürdü. Sonra Elif’le sohbete daldık. Güneş, serince yüzümüze vuruyor, ayaklarımız, toprağa ve çimlere dokunuyor ve biz denizin havasını almayı da ihmal etmiyorduk. Peşinden Erol birkaç kare fotoğrafımızı çekti.
Devletin Alevisi Olmayacağız!
Fotoğraf çektirme işi, müzisyen arkadaşım Ali’nin yanımıza gelmesiyle artistik çekimler şeklinde sürdü. Ortamın ve insanların görünüşü bunları söylüyor da acaba konuşanların dilleri ne söylüyordu diye sorabilirsiniz. Biz de bunu anlamak için Mazlum ve Kenan ile birlikte konferans salonuna girdik. Konuşmacının “devletin Alevisi olmayacağız” cümlesini duyunca biraz sarsılma oldu ve mahcup da olduk düşündüklerimizden. Tabi kendi adıma söylüyorum. Konuşmacı, bu minvalde Kültür Bakanlığı’na bağlı yeni uygulamaları eleştiriyor ve buna teşne olan dedeleri, kanaat önderlerini ve Alevi kurumlarını topa tutuyordu. Sanki kültürel kuşatmanın bilincindeydi. Konuşma içeriği ikna edici ve radikaldi. İzleyen Kızılbaşları memnun ve teselli ettiği düşünülebilir. Diyeceğim şu ki, bütün bu değerli tavır ve düşünceler, anlattığım ve birazdan anlatacağım curcuna içinde belki de tuz buz olup yok olmuştur.
Kapitalizm ve Lüzumsuz Meslekler
Konferans salonundan çıktığımızda bir kez daha grup grup insanların aşağı yukarı hareket ettiğini izledik. Bunlar Alevi aktivisti, kanaat önderi, dernek başkan ve yöneticileriydi. Bir de, söylendiğine göre belediye bürokratları, yönetici ve çalışanları vardı alanda. Başka? Basın mensupları, temizlik emekçileri, stant görevlileri, katılımcı kadar da angaryadan insan vardı diyebiliriz. Bu kadar olsa iyi. Kapitalizm yalnızca sanayi sektörü, tarım üretimi, bürokrasi, güvenlik ve hizmet sektörü icat etmekle kalmadı. Bilimi, düşünceyi, sanatı parçaladı, hizmet sektörünü de uzmanlaştırdı.
Bunları düşününce angarya bile olmayan, lüzumsuz unsurlar da aklıma geldi. Şöyle diyeyim. Alana girdiğinizde bir “güvenlik ordusu” var ki, dillere destan olur. Kapitalizmin, branşlaşmayı mitoz bölünmeye uğrattığını görmek zor olmuyor. Dışarıda ve festival alanında çevik kuvvet, zabıta, asayiş şube, mali şube, özel güvenlik, tem şube, trafik yazılı elbiseler giymiş binlerce “genç” insan vardı. Benim için lüzumsuz meslekler, insana ve dünyaya yabancılaşmış hayatlar ve yaşanmamış ömürler. Bunca angarya ve lüzumsuz meslek erbabı, acaba Alevi toplumu sayesinde geçim sağladığını biliyor mu, sorusu da kafama takılan bir başka konuydu.
Konser Alanına Gitmek Farz Oldu
Kapitalizmin marifetlerini anlamak için dalıp gitmişken estetik bir müzik sesi, kitlenin birden dikkat kesilmesine neden oldu sanırım. Başlar sahneye çevrilmişti ve Sevcan Orhan’ın güzel sesinden Ozan Emekçi türküleri söyleniyordu. Kenan Yerlitaş, “Hocam konser alanına gitmek farz oldu” dedi. İyi de demiş. Gittik ki, ana baba günü ortam. Bir biz eksiğiz. Kötü mana da düşünürsek ipini koparan gelmiş de denilebilir. Bence öyle değil elbette. Ekonomik nedenler, yoksulluk, sosyal gerçeklerden kaçış, dine, camiye, kiliseye sığınır gibi kitleyi konser salonlarına, festival alanlarına sürükler/sürüklemiş.
Kitle, düşündüğümüzden çok daha kalabalıktı. Eğlence, coşku zirvedeydi. Ne dert ne keder vardı ülkede! Ne de Kürdistan, Filistin ve Ukrayna’da savaş vardı! Üç beş bin kişi diyebiliriz izleyici sayısı için. Bunca insan, stantlarda neden yok, konferans ve panellere neden katılmazlar? Bunları analiz etmeye şimdilik girmiyorum. Belki başka bir yazının konusu olabilir. Konser ve konferanslar, birlikte düşünüldüğünde bir soru daha ortaya çıkıyor: Böylesi etkinlikler Kızılbaş/Alevi kültürüne bir katkı mı yoksa onu kuşatma projesi midir?
Krallar ve Festivallerin İşlevi
Konunun ayrıntısı bir yana, bir anekdotu hatırlamakla yetineyim. Söylentiye göre Portekiz kralı Salazar’a sormuşlar, “siz kırk yıl bu halkı nasıl zaptedip susturdunuz” o da, “futbol” dedikten sonra “fado” demiş ve “festivalle” demeyi de unutmamış. Kapitalizm öyle “akıllı ve makul” görünümlü bir sistem ki, görünüşte de olsa, kısa ve anlık zaman dilimlerinde toplumu “ikna” ediyor! Herkes yağmadan kendince küçük/büyük bir pay alabiliyor veya aldığını düşünüyor, alamayanlar da ileride pay alma sırasının kendilerine de geleceğine mutlaka inanıyor. Belki bir avuç sınıf bilinçli kesimi ayrı tutabiliriz. Umut da buradadır, geleceği kuracak olan da… Bu kısa “sınıf” değinileri de Halil’e gitsin!
“Yağmadan senin payına da bir şeyler düştü mü, diyebilirsiniz belki. “Evet”. Elif’in hazırladığı dilimlenmiş eski kaşar peyniri, siyah zeytin, ekmek ve Erol’un büfeden aldığı çay. Üzerine bir de güzel gofret. Neyse, yediğimizi içtiğimizi reklam etmeyelim, konuya dönelim.
Genç Aleviler Topluluğu
Serçeşme olarak ya da pirlerin piri olarak bilinen Hacı Bektaş Veli mevzusuna şimdilik giremiyorum. Genç Aleviler Topluluğu’nun üyeleriyle tanıştık ve kısa bir fikir teatisi de oldu aramızda. Ne var ki o da başka bir yazının konusu olabilir. Konser programında Kardeş Türküler ve Erkan Oğur gibi daha başka değerli müzisyenler de vardı. İzlesek iyi olurdu. Zaman çok geçmişti. Dönüş için harekete geçtik. Velhasıl alandan yoğun düşünceler eşliğinde ayrıldım. Roma imparatorları gözümün önüne geldi. Yıl boyunca sömürdükleri, yaşamlarını zindan ettikleri emekçiler için yılın bir gününde şenlikler yaparak onlara güzellikler bahşederlermiş.
Bu şenliklerde emekçilerin (köle, işçi, kadın, göçmen, rehin vs) yıl boyu susmasına neden olurmuş ve hatta köle olduklarını bile unutmalarına neden olurmuş. Köleliğin yıkılması ise ta ki kölelerin, köle olduklarının bilincine varmasıyla mümkün olmuştur. Buna benzeterek denilebilir ki, Kızılbaşların, Kızılbaş olduklarının bilincine varmasıyla da kültürel kuşatma “inşallah” ortadan kaldırılmış olur.