Alman filozof ve politik aktivist Karl Kaustky, sanatçının anarşist bir doğaya sahip olduğunu ileri sürmüştür. Buna göre sanatçı, kural, yasa ve sınır tanımaz. Önceki akşam Ruhi Su anmasına katılıp da, sanatçı üzerinde düşünürken öncelikle aklıma Kaustky’nin bu yaklaşımı geldi. 1912-1985 yılları arasında yaşamış olan sanatçı bize neler söyletir diye düşündüm sonra. İmparatorluk yıllarının zulmünü görmüş, katliama uğramış Ermeni halkına mensup biri. Cumhuriyet yıllarıyla birlikte de faşizmin hışmıyla karşılaşmış bir sanatçı, halk ozanı, düşünür ve eylemci.
Atatürk Kültür ve Sanat Merkezi’nde (Beylikdüzü-İst) yapılan anmada Ruhi Su’nun hayat hikayesi konu edilirken bir yandan da onun şarkıları, türküleri seslendirildi. Anmaya, ressam-heykeltraş Canip Doğutürk, fotoğraf sanatçısı Harun Koçtaş ve Alevi aktivisti Mazlum Köse’yle birlikte katıldık. Ruhi Su üzerine konuşmayı, programdan sonra da sürdürdük. Katılımın beklenenden düşük olduğu, içeriğin de biraz zayıf kaldığı kanaati ortak düşüncemiz oldu. Dolayısıyla konuştuklarımızdan hareketle bu yazıda, sanatçıya ilişkin birkaç noktaya değinmek istiyorum.
Ruhi Su ve Thales Bağlantısı
Ruhi Su’ya filozofça bakanlar ondaki felsefi-estetik derinliği hemen fark edeceklerdir. Ruhi Su’yu doğru anlamak için felsefe tarihine atıf yapmak enteresan olabilir. Thales’in arkhe araştırmasında çözümü su’da bulduğunu biliyoruz. Su’yun, müzik filozofumuzun soyadı olması da güzel bir rastlantı olsa gerek.
Ruhi Su, meslekten bir filozof olsaydı, dünyanın doğasını (arkhe) inceler ve belki de bunun müzik olduğunu söylerdi. Varlığa, müziğin içinden hareket ederek baktığı ve dünyaya müziksel bir anlam verdiği anlaşılıyor. Nitekim müziğin matematik ve sayılarla ilgisini kuran ve evrenin doğasının sayılar olduğunu Antik filozoflardan Pisagor açığa çıkarmıştır. Ruhi Su’nun müziğin ufkunu ve sınırlarını genişlettiğini de görüyoruz. Bu yüzden de ona müzik filozofu demekte bir beis görmüyorum.
Ruhi Su ve Sanatların Kardeşliği
Müzik, şiir yönünde genişlediği gibi sinemaya, operaya, folklore ve siyasete dek geniş bir alana yayılmıştır. Bu da bize Voltaire’in bir yaklaşımını anımsatıyor. Ünlü Fransız düşünürü Voltaire’e göre sanatlar, kardeştir. Özleri birdir yani. Birisini bildiğinizde diğerleri hakkında da bilginiz, ilginiz ve yeteneğiniz artar. Ruhi Su açısından sanatın kardeşliği halkların kardeşliğine gönderme yapar. Ruhi Su’nun, kendisini daha çok devrimci sazı ve estetik sesiyle, türküleriyle tanısak da, onun temel uzmanlık alanı operadır. Çok sayıda yerli ve yapancı operada rol aldığı biliniyor.
Türk Beşleri ve Klasik Beşler
“Türk beşleri” olarak bilinen klasik bestecilerin ön plana çıktığı yıllarda Ruhi Su da, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda aldığı eğitim sayesinde Batı şan tekniğini, Batı armonisini öğrenerek Türkiye müziğinde adeta devrim sayılacak icatlarda bulunmuştur. Batı armonisini türkülere uygulayarak opera ağzıyla türküleri seslendirmiştir. Bu yüzden de Ruhi Su’ yu, Batının “atonal” müzikçilerine benzetmek mümkündür.
Tonal müziğin dışına çıkarak müzik yapmak zordur. Oysa Schönberg, Alban Berg ve Strawinski gibi besteciler bunu denemiştir. Frankfurt Okulu’dan Adorno, bunun felsefesini de yapmıştır. Hakim enstrüman yoktur bu müzikte. Demokratik ve eşitlikçi topluma tekabül eder. “Atonalcıların” Batı müziğinde yaptığını, denediğini Ruhi Su ise türkülerde denemiş ve üstelik çok da başarılı olmuştur.
Halk türkülerini opera tekniğiyle (opera ağzıyla) okumuştur. Dolayısıyla bu yenilik ve başarıdan dolayı Ruhi Su’nun “atonalcılardan” ve Türk beşleri’inden ileride olduğu iddia edilebilir. Bu yüzden de Ruhi Su’yu “klasik beşler” içinde değerlendirdiğimi anımsatmak isterim. Klasik beşler: Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Yılmaz Güney, Muzaffer Oruçoğlu.
Şişli Meydanında Üç Kız
Ruhi Su’nun estetik ve müzik aktivitesini felsefi etkinlikle kıyaslamak mümkündür. Nasıl ki Sokrates felsefeyi gökyüzünden yeryüzüne indirdiyse Ruhi Su da müziği gökyüzünden yeryüzüne indirmiştir. Geniş halk kitlelerine müziği sevdirmiş, yeni jenerasyon müzisyenlere rol-model olmuştur. Özellikle halk müziğini kırsal alandan kentlere, konser salonlarına, akademik alanlara taşımıştır.
“Klasik beşler” gibi Ruhi Su’yu da bir alana sıkıştırmak yanlış olur. Müziğin şiirle bir bütün olduğunu biliyor sanatçı. Yazdığı şiirlerden anlamak mümkündür bunu. Şiirleri de müziği gibi yalın bir estetik üzerinden yazılmıştır. Şişli Meydanında Üç Kız ve Hayali Gönlümde Yadigar Kalan adlı şiir ve bestelerinin özgünlüğünü anlamak zor olmuyor.
Ruhi Su, Shakespeare ve Halk Kaynağı
Ruhi Su, yalına yönelme gibi halk kaynaklarına yönelme açısından da yaratıcı bir noktada bulunuyor. Türküler derlediği, notaya aldığı ve seslendirdiği bilinmektedir. Eserlerinde Anadolu’nun öz kültüründen hareket ettiğini, bunu Yunus Emre, Karacaoğlan yanında Köroğlu ve Dadaloğlu’na olan merakından anlayabiliyoruz. Keza Pir Sultan şiirlerini bestelediği ve Alevi deyişleri okuduğu da mutlaka anımsanmalıdır. Ki, bunların bedelini de ağır ödediği anlaşılmaktadır.
Ruhi Su’, müziği, yalnızca şiir sanatıyla değil opera yanında sinema ile de ilişki içinde ele almıştır. Birçok filme müzikler yaptığını da tespit ediyoruz. Sanattan anladığı, doğaldır ki toplumcu gerçekçi müzik anlayışı üzerinden olmuştur. Dolayısıyla Shakespeare’e atıfla söylenen “halkın türkülerini yapanlar yasalarını yapanlardan daha güçlüdür” anlayışına bağlanmıştır.
Modern dönemin düşün ve sanat insanlarındaki eski, halk kaynaklarından beslenme anlayışı Shakespeare, Marlow, Goethe vs gibi Ruhi Su için de söz konusudur. Türküler, gelenekten geleceğe diyalektiği içinde dillendirilmiştir. Bu durum, Alman filozof Leibniz’in ünlü monadaoloji teorisini anımsatır. Filozofa göre her monad, geçmişin izlerini ve geleceğin taslağını kendinde taşır. Ruhi Su’nun müziği de benzer özelliktedir. Yani müzik de monad gibidir.
Ruhi Su bakımından müzik, halkların tarihi, sosyoloji, monad ve felsefe demektir. Dolayısıyla Ruhi Su için sanat, yalnızca sanat için değildir. Müzik de öyle. Çünkü müzik yalnızca estetik değer üretmek ve iletmekle kalmıyor, örneğin etik ve politik değerler de üretir ve topluma iletir. Bu yüzden de Ruhi Su’ya sanat ve müzik, sınıf mücadelesinin estetik araç ve kaygılarla yürütülmesi olarak görülmüştür.
Ruhi Su’nun Politik Yaşamı
Ruhi Su’nun, estetik, politik ve entelektüel yaşam öyküsü incelendiğinde yakın tarihimizdeki sanat ve siyasetin durumu hakkında da bilgi sahibi olmak mümkündür. Ankara Üniversitesi DTCF’nde, ülkemizin pekçok sanatçı, bilim ve düşün insanıyla bir arada olmuştur. Behice Boran, Sabahattin Ali, Muzaffer Şerif, Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Adnan Cemgil, Azra Erhat, Adil Esat, Enver Gökçe, Ahmet Arif… Buradaki devrimci komünist dayanışmayı fark eden Türk egemen sınıfları 1946’da üniversiteye bir operasyon yapar ve tüm bu kadroları alan dışına hatta ülke dışına sürgün eder. Ruhi Su da, elbette ki bundan nasibini alır.
Ruhi Su, müziğin sınırlarını sanatın diğer alanlarına kadar genişlettiği gibi sanatın sınırlarını da politika, bilim ve felsefeye kadar ilerletmiş bir değerdir. Türkiye operasının kuruluşunda onun da payı vardır. Figaronun Düğünü, Maskeli Balo başta olmak üzere çok sayıda operada oynamıştır. Halkbilim çalışmaları yapmış, folklor ve halk müziği üzerine tezler geliştirmiştir. Komünist faaliyetlerde bulunarak politik aktivite göstermiş ve zindanlara konulmuştur. Zindanları da devrimci mücadelenin “okulu” haline getirmiş, sazı sözü ve besteleriyle “içerdekileri” de derinden etkilemiştir. Felsefe eğitimi de almış olan Sıdıka Su ile evliliğini, şiirlerindeki felsefi içeriği de anımsatmakta fayda var.
Şiir ve müzik dediğimizde Hegel ve Schopenhauer adlarını da anmak gerekiyor. Hegel’e göre şiir, kavramsala en yakın sanat türü olduğu için yeterince olgunlaşmış ve yerini felsefeye bırakmıştır. Schopenhauer içinse müzik, kavramsal olana daha yakındır. Yani müzik, yeterince olgunlaşmış bir sanattır. Buradan felsefeye geçilir. İşte müzikteki olgunlaşma deyince Ruhi Su’nun müziğinin akla gelmesi bu nedenledir. Dolayısıyla “klasik beşler” gibi Ruhi Su’nun da, henüz aşılamayan bir sanatçı ve politik aktivist olduğunu ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
Ruhi Su’nun Ölümü ve Devam Eden Saldırılar
Ölümü, cenazesi ve mezarı bile Türk egemen sınıflarında tedirginlik, korku, kaygı yaratmıştır. Tedavisi için yurtdışına çıkışı engellenmiş, ölümü üzerine cenazesi “kontrol” altına alınmak istenmiş, sessiz sedasız, sahipsiz gömülmesi düşünülmüştür. Buna rağmen devrimci bir gösteriye ve mitinge dönüşen cenazesine devlet güçleri saldırmış ve çok sayıda insana gözaltı yapılmıştır. 20 Eylül 1985’te Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilen sanatçının, mezarına da saldırı ve saygısızlıklar sürmüştür. Gazetelerin, Ruhi Su’nun mezarına silahlı saldırı olduğunu yazmaları halen hafızalardadır.