site logo
  • ANASAYFA
  • FELSEFE
  • POLİTİKA
  • SANAT
  • HAKKINDA
  • KİTAPLAR
  • KONUK
  • ETKİNLİK
Ağustos 29, 2023  |  By Mehmet Akkaya In Etkinlik, Felsefe, Politika, Sanat

Merhaba Utangaç Gençliğim

666

Başlık yaptığım ifadeyi şair Mustafa Turan’ın yeni yayımlanan şiir kitabından aldım. Bugün şiir ve felsefe gibi bir konuyu tartışmak istiyorum. Turan’ın şiirinden kısa bir bölümü de buraya alıntılamak sanırım isabetli bir başlangıç olur.

Grevler mitingler

Özgürlük marşları

Uçup giden kuşlar merhaba!

Merhaba

Beni sevgiyle besleyen elleri annemin

Merhaba yorgun babacığım

Ve sıra dağları sırtımın

Merhaba!

Merhaba ey güzel ırmaklar

Akan suyun gücü merhaba!

Ey başağa durmuş ovalar

Damlayı duyan dal

Sevdayı bilen gül

Ey yanmışlığım

Yunusluğum merhaba!

Turan’ın şiirine birazdan döneceğim. Şiir ne işe yarar? sorusu, şiirin konuşulduğu platformlarda sıklıkla karşıma çıkıyor. Felsefenin bir yararı var mı? sorusu da aynı türden, benzer bir mantığın sorusu ve ürünüdür. Bence bu sorular burjuva yaşam ve düşünüş tarzının bir icadı ve inşasıdır. Neticede bu sorular felsefeye, şiire ilişkin sorulacak en son sorulardır.

Yarar, Kesinlikle Yararsızdır

Buradaki “yarar”, eskilerin deyişiyle menfaat, burjuva çağının ruhunu yansıtır. Her varlığa değer açısından özellikle de yarar üzerinden bakmak, haddizatında varlığı ve burada konu edeceğim şiiri de değersiz kılar. Mevzu sanat, estetik, edebiyat ve şiir olduğunda yararlı olduğu düşünülen her objenin yararsız olduğu ortaya çıkar. Yani yarar, yararsızdır. Değer, değersizdir de diyebiliriz.

Kant’a, göre şiir, şiir içindir ama biz biliyoruz ki, Hegel ve Marx gibi filozofların da vurguladığı üzere şiirin toplumsal bir boyutu var. Sanat ve şiirde kaba bir yarardan ziyade incelik, güzellik, doğallık, duygu ve zerafet vardır. Güzel ve doğal olan ise güzel ve doğaldan ibaret değildir. Bunlar, kaynağını sosyal dünyadan, sınıf ilişkilerinden ve özgür gelecek arzusundan alır. Özgür gelecek arzusu, günümüz şairleri kadar “yeni felsefeler”in de çıkış noktasıdır. Bu motivasyonun, filozof ve şairler için bir tercih meselesi olduğunu sanmıyorum. Çağımızın yapısal özelliğinden kaynaklanır.

Felsefe, Şiir ve Özerklik

Filozoflar gibi şairlere yol haritası veren de, sözünü ettiğim kaynaklardır. Yine de entelektüel faillerin bu yol haritasına birebir uyduklarını varsaymak yanıltıcı olur. Zira felsefe gibi şiir de özgün bir ürün olarak özerk bir pozisyonda yer almaktadır. Böylesi bir ürün üzerine yazmak için Mustafa Turan’ın yeni şiir kitabındaki şiirleri incelemek ilginç olabilir. Turan’ın ilk ve yeni kitabı Ebedi Gecenin Ağzında adını taşıyor (Ceren / Ceylan Kültür Yayınları, 2023).

Kitabın tanıtımını yapmak, basın ve komuoyu duyurusu için yapılan bir kokteyle ben de davetliydim. Cumartesi (26. 8. 2023) günü sanat ve şiirsever dostlarla Odak Müzik Cafe’de (İstanbul-Bahçelievler) bir araya geldik. Çok değerli arkadaşlarla da kadeh kaldırmış, şarkılar türküler söylemiş olduk. Tanıdıklarım çoktu. Şair Ahmet Can Akyol, tiyatrocu Ali Yıldırım, demokratik kurumlardan Mazlum Köse, Hakan Rakip, hukukcu yazar Feyzi Çelik, öykücü Hakan Kizir, semtten Ulaş, Cengiz, Emre, Bülent, Güney ilk aklıma gelenler. Mekan işletmecileri Sibel ve Mesut arkadaşların hizmetleri dikkat çekiciydi. Mahmut ve Fırat’ın piyano resitali ile Vedat ve Burak’ın yaptığı müzik programının da geceye değer kattığını söylemek gerekir.

Şiiri Şarapla Sürdürmek

Şiir yazıp, şiir okumayı ve şiir düşünmeyi şaraplarla sürdürdük yani. Sürdürdük diyorum, çünkü diğer estetik ürünler gibi yazıldığında bitmez şiir. Bence yayımlandığında da bitmiyor. Daha doğrusu entelektüel ürenlerde olduğu üzere şiirde de bir “son söz” ya da “son nokta” söz konusu olmaz. Şiir, okurun yorumu, ona anlam vermesi, itirazı ve onayı ile sürüp gider. Lafı biraz uzattım galiba. Kitabın içeriğine gelmek istiyorum şimdi. Kutlama sırasında da kısmen ifade ettiğim düşüncelerimi burada daha derli toplu bir biçimde dile getirmek istiyorum.

Bir süredir böyle bir çalışmanın yayımlanacağından haberdardım. Nihayet kitap çıkmış. Ebedi Gecenin Ağzında, şairin ilk eseri. Kitap son yirmi yılın Türkiye ve dünya gerçeklerine tutulan bir aynayı andırıyor. Yazar, “otuz yılın emeği var” diyor. Konular açısından düşünülürse bir sosyolojik metin gibi görünüyor. Oysa şiir sosyolojik metin değildir. Kişiyi şair yapan bu sosyolojik olgu ve varlıkları dizelere ve imgelere dökme yeteneğidir. Turan’ın eserindeki daha ilk şiiri okuduğunuzda böylesi bir yeteneğin ipuçlarını görürsünüz. Eser On Ekim Bildirisi adlı şiirle başlıyor Zeytin Ağacı ile bitiyor.

Felsefe ve Düzyazı Şiir

Şiir adlarını mercek altına aldığınızda bile şiirin gerisindeki sosyal zemini görmek zor olmuyor. Şiirlerdeki sözcükleri düşündüğümüzde sosyolojinin felsefe ve şiirle bir bileşen oluşturduğu da ortaya çıkıyor. Felsefe ve Şiir başlıklı bir metin yazılacak olsaydı okumaya Turan’ın eserinden başlamak iyi bir isabet olabilirdi. Şiir dizelerinin kurulumunda felsefi bir bakış açısı kendisini gösteriyor. Töz, monad, mantık, Sokrates, Epikuros, Marx gibi kavramları görürseniz şaşırmayın kitapta. Ebedi Gecenin Ağzında’yı okuyanlar ondan bir felsefe tadı aldıkları gibi öykü tadı da alırlar.

“Düz yazı şiir” diyebileceğimiz bir tarzın egemen olduğunu görmek zor olmuyor Mustafa’nın kitabında. Kimi okurlar, öyküye şiirsel bir öz verilmiş de diyebilir. Yine de sıklıkla dizelerin öykü sınırını aşan tarzda kurulduğu dikkat çekmektedir. Her dize, önceki dizenin devamı olsa da kendi özerkliği olan dizelerdir. Dolayısıyla Turan’ın her şiirinin bir öyküsü de var denilebilir.

Şairin, okunması hem zor hem kolay bir şiir kurduğunu düşünmek mümkündür. Öyküler anlamayı kolaylaştırırken imgesel anlatımlar biraz estetik çaba gerektirir. Bu haliyle bana Fransız romantiklerini anımsatıyor: Baudalaire, Verlaine, Mallarme, Rimbaud…

Şiir, Matematik ve Realizm

Şiire başlamak, ilk dizisini yazmak önemlidir, gerisi “matematiktir” denilir. Turan’ın mesleki olarak matematikçi olduğu düşünülürse şair ile bu tez arasında bir bağ kurmak da zor olmuyor. Onun şiiri, dizeleri, kelimeleri, kafiyeleri dikkate alındığında matematik ve şiir ilişkisi de bir temel bulmuş oluyor. Nihayetinde her ikisinde de bir sayı, nicelik ve ölçü var. “Matematik – şiir ilişkisi aruz ve hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde olur” diyebilirsiniz. Hayır, bence bu bütünlük, bu felsefe devam ediyor. Hiç değilse şiirdeki simetri kendisini matematik düşüncesine borçlu.

Turan’ın şiirlerindeki konu/izlek okura bir resim de veriyor. Resim, sizin şiirin içine girmenize ve onunla didişmenize de imkan yaratmaktadır. Elbette, Ebedi Gecenin Ağzında adlı eser realist bir eserdir. Kitabı okurken Aragon, Lorca, Neruda, Nazım Hikmet, A. Kadir, Enver Gökçe, Nihat Behram gibi şairleri de hayal dünyanızdan geçireceğinizi tahmin ediyorum.

Sesler, Sözcükler ve Şiirler

Şimdi Turan’ın eserinden kesitler vererek birlikte bakalım şiirlere. Boyacı’da şunlar söylenir:

“Genç bir çınarın altında

Oturuyor sandık başında

Alnı çocuk

Burnu çocuk

Yüzü çocuk

Bir

Çocuk…” (Age, S. 39).

Askerin Karısı adlı şiirde de kadın, askerdeki kocasına şöyle seslenir:

“Seni bir yaz günü

Bir savaş meydanında düşlüyorum

Yatıyorsun sırt üstü

Bulutlar sessizce kayıp gidiyor

Yaralı göğsünden…” (Age, S. 29).

Zeytin Ağacı adlı şiirde ise adeta ağaç kuruyor dizeleri:

“Sonra büyüdü sular ayaklarda

Ve göründü ötede sisler içinde

Solgun ışıkları melcelerin

Ve elleri alnında

Bir insan gibi

Eğilip baktı denize doğru

Gecenin üçünde bir zeytin ağacı…” (Age, S. 173).

Şiirlerdeki müziğe dikkat çekmek istiyorum. Buraya kadar Turan’ın şiirini konu ederken felsefe, sosyoloji, matematik ve resimden de söz etmiş oldum. Onun şiirlerinde müziğin izini de süreceğinizi tahmin ediyorum. Kaldı ki, bana göre bir şiirde müzik yoksa o şiir eksik ve zayıftır.

Verlaine, şiir her şeyden önce müziktir demiş. Nurullah Ataç da Ahmet Haşim’in şiirlerindeki başarısızlığı, şairin müzik kültüründeki yeteneksizliğe bağlar. Turan’ın, şiiri müziğin içinden kurmaya ayrıca önem verdiğini düşünmek mümkündür. Bir çok ortamda kendi şiirlerini müzik yapar gibi okuduğunu anımsarım. Kutlama sırasında piyano eşliğinde şiirler seslendirmesi de bunun somut göstergesi olmuştur. Yukarıda andığım ilk şiirdeki “k” sesine, ikincisindeki “r” sesine ve üçüncüsündeki “ı, i, r, k” seslerine dikkatinizi çekmek isterim.

Şiirde Dil Tasarrufu

Mustafa’nın kitabında 100’ün üzerinde şiir yer alıyor. Nispeten hacimli bir şiir kitabı. Sanat ürünlerinin tümü için geçerli olan “dil tasarrufu” şiir için de geçerlidir. Şiirde maksat, on sözcükle verilecek olanı iki sözcükle çarpıcı bir biçimde vermektir. “Dil tasarrufu” bakımından Turan’ın şiirleri, özellikle şiir adlarından dolayı okurun hemen ilgisini çekecek cinstendir

Şiirlerin adları ekseriyetle bir sözcükten oluşuyor: Anita, Anna, Boyacı, Cellad, Durum, Düğün, Düpedüş, Epiküryen, İhbar, Kent, Küskün, Sınıf, Serseri, Şizofrenik, Yokluk, Yoksunluk… Adları andığım bu bahiste Düpedüş adlı şiiri ayrıca konu etmek ilginç olabilir. Şair, bu tür örneklere sıklıkla başvuruyor. Nesir cümlelerini başarıyla kırıp şiir dizeleri oluşturduğu gibi kelimelere de aynı mantıkla müdahale ettiği anlaşılmaktadır.

Türkçeden iyi bildiğimiz “düpedüz” sözcüğü şairimizin zihin süzgecinden geçerken “Düpedüş” haline geliyor. Böylesi bir yaratıcılık bazen saplantı haline de gelebiliyor. Bu saplantının bazı örneklerini Turan’ın şiirlerinde de görüyoruz. Beni en çok rahatsız eden de budur: Orijinal terim üretmek ve gündelik yaşamda olmayan terimlere gereğinden fazla yer vermek! Bunların şiire sokulmasının sakıncalarını okurken hissedersiniz. Mesela şiir akıp giderken, acemi şöförün lüzumsuz frene bastığında sarsılmanıza benzer bir ruh haliyle sarsılıp duraksarsınız. Oysa bence şair duraklama yapmak yerine ileriye bakmalı, şiirin hızını kesmeden motoru özgürlüğe doğru sürmekle meşgul olmalıdır.

Sert Sözcükler Seçmek!

Ebedi Gecenin Ağzında’ya, yakından bir göz atarsanız konu ve mekan genişliği de ilginizi çekecektir. Bunun bir nedeni şiirlerin 30 yıllık bir sürece paralel olarak yayılmasıyla ilgilidir. Bir de Mustafa’nın yaşamını sürdürdüğü mekanlarla ilgili olabilir. Şiirlerin kimliğine ve künyesine bakılırsa İstanbul, Giresun, Erzurum, yeniden Giresun ve yeniden İstanbul adreslerini görüyoruz. Şairin Seyahatı, bana sorulursa şiirin Seyahatı anlamına gelir. Çok gezen, tutunamayan romantikleri andırıyor Mustafa’nın yaşamı. Bu yüzden sert olmak zorunda kalıyor belki. Bitmemiş adlı şiirde olduğu gibi sözcüklere yansıyor sertlik. “En sert sözcükleri seçmelisin” diyor (Age, S. 36).

Şairin olgunluğuyla şiirin olgunluğu arasında bir bağ ve paralellik kurmak da zor olmuyor. Olgunlaşmanın yetkinlikle ilgili olduğunu düşünüyorum. Hegel, her filozof çağının çocuğudur demişti. Bu yaklaşım şair için de geçerlidir. Üstelik ben şiirin felsefeden de yetkin olduğuna inanırım. Kutlamadaki konuşmamda da belirttiğim gibi nasıl ki felsefe bütün düşünce disiplinlerinin anası/atası ise şiir de bütün sanatların atayurdudur. Çünkü bütün hadise sese, sözcüklere, dile, eyleme dayanır.

Şiir, Dil ile Didişmeye Girmektir

Dilin, en devrimci olduğu alan şiirdir. Turan’nın şiirlerinde dil ile ne denli didişmelere girildiğinin anlamını da burada aramak lazım. Demin “Düpedüş” örneğini vermiştim. Buradaki yaratıcılık sıklıkla abartılır ve şiirin sınırını zorlayan sözcüklerin dizelere girmesine neden olur. Mesela Turan’ın şiirleri tarandığında birçok sözcük yanında şunları da göreceğinizden eminim: Sevaçya, alarga, Syracusa, marengo, joumana, mastori, irişen, nazenin… Bunlar bende suni bir tarzda, şiire dikte edilen zorlama sözcüklermiş gibi bir algı bırakıyor.

Kitapta sözünü ettiğim zorlama sözcüklerle kurulan şiirlerin “akan şiirler” ile dengelendiğini görüyoruz. Haziran Ayaklanması’nda (Haziran 2013) kaybettiğimiz Ali İsmail Korkmaz için Turan’ın yazdığı şu dizeler öğretici olabilir. Şiir şöyle başlıyor:

“Çocuklar gibi koşuyorsun çığlık çığlığa

Sonra ölüyorsun uykunun son sokağında

Yorgunluğunu topluyorum her şehirden

Örtüyorum üstünü bin defa buralı bir denizden”. (Age, S. 64).

Halk şiirinin mirasıyla yazılmışa benzeyen şiirden bir kesit bunlar. Sonuçta divan şiiri ve halk şiiri geleneği içinden geliyoruz. Yine büyük çoğunluğu şiir yazan bir kültürün çocuklarıyız. Bu kültürle Turan’ın şiirlerinde bir kez daha birlikte oluyoruz. Halkın seslenme biçimleri, yöresel ağızların varlığı da bu mirasla alakalıdır. Gız Ayşa adlı şiir ilk aklıma gelendir. Gönül adlı şiirde ise “Gönül”, “Gönül, ey gönül”, “deme ey gönül” gibi dizeleri okuyoruz (Age, S. 73).

Özgünlük ve Benim Üniversitelerim

Mustafa’nın şiirleri üzerinde bir gezinti yapmış olduk. Ebedi Gecenin Ağzında başka neleri söyletir bize? sorusunu yanıtlayarak bitireyim. Şiir bir bilgi, bilinç ve güzellik olayı olarak görülür. Şiir ile şuur arasındaki bağı hatırlatır bize. Kendi şiir serüvenimizi açığa çıkarır. Kelimeleri ve dolayısıyla bu kelimelerle kurulan şiir gereğinden fazla yüceltilir. “Elitist” diyebileceğimiz sözcüklere sıklıkla rastlarız. Şair de bunun farkında olduğu için bir kaç kelimeye dipnot düşme ihtiyacı duymuştur. Yahya Kemal’in de bu konuda titiz olduğu, bir şiiri nedeniyle uygun sözcüğü bulmak için dört yıl beklediği söylenir.

Yukarıda da belirttiğim gibi şiir demek, dili operasyonel tarzda kullanabilme yeteneğidir. Dil meselesini Heidegger gibi filozoflar daha da abartır ve dili varlığın evi (idealizm) olarak görürler. Şiirin hammaddesi sözcüklerdir. Onun yaratıcı tarzda estetize edilmesiyle “güzel” sonuçlar alınabiliyor. Bu kelimeler çoğu zaman hazırdır ama şairin de sözcük üretme özgürlüğü vardır.

Mustafa’yı okurken Cemal Süreya’nın bir sözcüğü, kitabının adı aklıma geldi: Üvercinka. Böylesi tavır “şiiri üst perdeden yazmak” gibi yoruma da olanak veriyor. Turan’ın, “üstenci” dili kırmak için halk deyiş ve söyleyiş biçimlerine, şiiri öyküleştirme gibi yollara başvurduğunu tespit etmek zor olmuyor. Kısaca diyebilirim ki, Mustafa’nın şiirleri özgürlük koşullarında yazılmıştır. Matematikçi ve eğitimci olması, dili özenli kullanmasını koşullamış gibidir. Şiirlerindeki özgünlüğü, akademi, atölye ve ekol dışında kalışına, Gorki’nin “benim üniversitelerim” dediği yaşamın içinde yetişmiş olmasına borçludur.

Previous StoryÖnemsiz Olayların Önemi
Next StoryDersim Yolculuğu Başladı

Son Yazılar

  • Bilim, Barış ve Kızılbaşlar
  • Suya Karışan Sürgün
  • Kızılbaşlar ve Barış Felsefesi
  • Sanatın Boyalı Protestosu
  • Hangi Aydınlanmanın Mirasçısıyız?

Arşivler

  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Ocak 2024
  • Aralık 2023
  • Kasım 2023
  • Ekim 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023
  • Haziran 2023
  • Mayıs 2023
  • Nisan 2023
  • Mart 2023
  • Şubat 2023
  • Ocak 2023
  • Aralık 2022
  • Kasım 2022
  • Ekim 2022
  • Eylül 2022
  • Ağustos 2022
  • Temmuz 2022
  • Haziran 2022
  • Mayıs 2022
  • Nisan 2022
  • Mart 2022
  • Şubat 2022
  • Ocak 2022
  • Aralık 2021
  • Kasım 2021
  • Ekim 2021
  • Eylül 2021
  • Ağustos 2021
  • Temmuz 2021
  • Haziran 2021
  • Mayıs 2021
  • Nisan 2021
  • Mart 2021
  • Şubat 2021
  • Ocak 2021
  • Aralık 2020
  • Kasım 2020
  • Ekim 2020
  • Eylül 2020
  • Temmuz 2020
  • Haziran 2020
  • Mayıs 2020
  • Nisan 2020
  • Mart 2020
  • Şubat 2020
  • Ocak 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Ekim 2019

Kategoriler

  • Etkinlik
  • Felsefe
  • Genel
  • Hakkında
  • Kitaplar
  • Konuk Yazar
  • Politika
  • Sanat
  • slider
  • Uncategorized

Sayfalar

  • #14 (başlık yok)
  • Biyografi
  • İletişim
  • Sample Page

Sayfalar

  • #14 (başlık yok)
  • Biyografi
  • İletişim
  • Sample Page

Son Yazılar

  • Bilim, Barış ve Kızılbaşlar
  • Suya Karışan Sürgün
  • Kızılbaşlar ve Barış Felsefesi
  • Sanatın Boyalı Protestosu
  • Hangi Aydınlanmanın Mirasçısıyız?

Kategoriler

  • Etkinlik
  • Felsefe
  • Genel
  • Hakkında
  • Kitaplar
  • Konuk Yazar
  • Politika
  • Sanat
  • slider
  • Uncategorized

İletişim

e-posta – akkaya44@hotmail.com Telefon - 0544694 5456
Bu site 2019 Tarihinde Mehmet Akkaya Tarafından Yapılmıştır