Genel olarak düşünce dünyamızda özel olarak felsefe dünyasında bir “zenginliktir” devam ediyor. Arzu felsefesi, duygu felsefesi, öznesiz felsefe, postmodern felsefe, söylem felsefesi, farkındalık felsefesi, yorum felsefesi, dilbilim, yapısalcı felsefe, post yapısalcı felsefeler, varoluşçu felsefe, yeni Marksizm, post Marksizm, radikal demokrasi gibi terim ve kavramlar ilk akla gelenler. Geleneksel toplumların yerini modern toplumlar, modernizmin yerini de post modern durumun aldığı düşünülüyor. Felsefe de bu sürecin paralelinde bir yönelim içindedir.
Günümüzdeki felsefeler, sosyal dünyanın değiştiğini, buna bağlı olarak da kavram dünyamızın da değişmiş olacağını savunuyor. Modern zamanların yerini post modern zamanların ve durumların aldığı ileri sürülüyor. Böyle bir bakış açısına karşı “hayır, dünya değişmedi, eskisi gibi olduğu yerde duruyor” demenin de izaha muhtaç bir görüş olduğu çok açık. Yine de bu “yeni felsefeler”le esas hedefin Marksizm olduğunu ileri sürmek yanlış görünmüyor. Çağın filozofları, bu tutumları ile bilerek veya bilmeyerek geniş anlamda Marksizmi dar anlamda da Marksist felsefeyi kuşatmaya almış görünüyor.
Felsefede Paradigma Değişikliği
Biraz önceye giderek şunu diyebiliriz ki, Marx ve Engels’in felsefeye getirdikleri yenilik ve tüm düşünce disiplinlerinde yaptıkları paradigma değişikliği, burjuvazinin bütün filozofları için bir hedef haline gelmesini de beraberinde getirdi. Bununla birlikte bunca filozofun, geniş toplum kesimlerini etkileyen bu “yeni felsefeler”in, birtakım kötü niyetli kişilerin ürünü olduğunu ya da burjuvazinin laboratuvarlarında imal edildiğini de söylemek, konuyu basite almak anlamına gelir.
Bir kere Sovyetik yönetimlerin çökmesi, “yeni felsefeler” için önemli bir motivasyon olmuştur. Yanlış bir fikir yürütme nedeniyle, sosyalist uygulamaların başarısızlığı Marksist teorinin ve felsefenin zayıflığı olarak yorumlanmıştır. Elbette burjuvazi, bu türden eğilimleri ve anlayışları çeşitli yol, araç ve yöntemlerle desteklemiştir/destekliyor.
Devrimler ve Felsefeler
Rusya, Çin ve Doğu Avrupa devrimlerinden sonraki devrim son olarak Küba’da oldu (1959). Devrime ramak kalmış hareketleri dışta tutuyorum. Buna göre sınıf mücadelesi emekçiler lehine gelişme göstermemiş, bırakalım gelişmeyi bir duraklama ve gerileme içine girmiştir. Bölgesel ve mevsimsel diyebileceğimiz bazı devrimci atılımların varlığı (68 hareketi, Peru ve Nepal tecrübesiyle birlikte Kürt direnişi), durumu özsel olarak değiştirmez.
Yine son 50-60 yıllık süre zarfında sermaye daha da büyümüş emperyalist blok, yeni emperyalist devletlerle birlikte daha da güçlenmiştir. Diyalektik felsefeden bakılırsa karşı devrim cephesindeki bu güçlenme, devrimin olanaklarını da “potansiyel olarak” büyütmüştür. Çünkü emperyalizm ve kapitalizmin gelişmesi, feodalizmin egemen olduğu coğrafyalarda proleterleşme sürecini de tetikler. Sınıf çatışması teorik planda daha da antagonist bir nitelik kazanır. Tüm bu “yeni durumlar”ın, tartışmakta olduğumuz “yeni felsefeler”in ortaya çıkmasında şüphesiz ki rolü vardır ve büyüktür.
Marksizm ve “Yeni Felsefeler”
“Yeni felsefeler”, dünyanın değiştiğini söylerken, aklın, bilimin, pozitivizmin, aydınlanmanın, materyalizmin ve elbette ki Marksizmin de iflas ettiği kanaatindeler. Gerçi Gramsci, Althusser, Foucault, Lyotard, Sarte, Laclau, Negri, Hard ve daha bir çoğu Marksist olduğunu düşünüyor. Nitekim J. Poul Sarte için “çağımızın aşılamaz felsefesi Marksizmdir”. Görülüyor ki, “yeni filozoflar”ın birçoğu zaten Marksist teori ve pratiği içinden geliyor. Teorilerini kurarken, felsefe yaparken de Marx, Lenin, Mao gibi kişilere referans veriyorlar, onlardan alıntı yapıyor ve onlarla polemiğe giriyorlar. Zizek ve Badiou gibileri doğrudan Mao Zedung üzerine tezler yazmış durumda.
Bir çok radikal diyebileceğimiz düşünceye imza atmalarına rağmen “yeni filozoflar”ın felsefe yapma yönteminde bir değişiklik yaptıkları söylenemez. Deleuze ve Gattari’nin birlikte yazdıkları “Felsefe Nedir” adlı kitapta “felsefe kavramlarla yapılan bir etkinlik” olarak tanımlanıyor. Klasik filozofların sergilediği kavram setinin yerini, günümüz felsefelerinde yeni kavram ve kavram setleri aldığı görülüyor.
Klasik Felsefeler ve Kavramlar
Felsefenin rasyonel bir etkinlik olarak kavramlarla başladığını, somut kavramlarla birlikte özellikle Herakleitos’da ortaya çıkan logos ile Platon’a bağlandığını biliyoruz. Platon şeylerin arkhesi için idea’lar alemini işaret etmişti. Töz ile devam eden felsefe, Ortaçağ’da Tanrı ve teolojiyle yeni boyutlar kazanır. Yeni çağda cogito, conatus, monad felsefeleri rasyonalizmi derinleştirip genişletir. Ayrıntılar bir yana Hegel ve Marx’ın felsefeleri tüm olup biteni tarihselleştirir ve iki karşıt sistem kurulur: Hegel’in geist felsefesi ile Marx’ın diyalektik materyalist felsefesi.
Hegel, her şeyi bilinçten çıkarıyor idi, Marx için her şey maddi üretim sürecinin bir sonucudur. Sıçrayarak söylüyorum, Jacques Derrida ise geist ve maddi ilişkilerin yerine “metni” koyar. Zira ona göre metin dışında hiçbir şey yoktur. Deleuze ve Gattari’de ise insanın özü “arzu” olur. Postmodern felsefelerde özne, özerkliğini yitirir, arzuya, yapıya, söyleme dönüşür. Kuran değil kurulan bir varlıktır özne. Felsefedeki bu “yeni durum” sanatta da geçerlidir. Zira “yeni düşünceler” esasen sanat alanında başlamıştır. 20. yüzyılda her iki buçuk yıla bir sanat akım ve anlayışı düşüyor denilir. Zizek’in, Picasso ile sanatın yapısal dönüşümünü belirtmesi de aynı paralelde bir yeniliktir.
Modern ve Postmodern Kavramlar
“Yeni felsefeler”le birlikte felsefe tarihindeki klasik kavramların yerini modern, çağdaş ve postmodern kavramlar almış oluyor. Bir gezinti yapılırsa şunlar akla gelir öncelikle: Varoluş, yapı, metin, söylem, ideoloji, iktidar, mikro iktidar, yapısökümü, bioiktidar, mikro iktidar, rizom, arzu, duygu, bilinç, bilinçaltı, yersizyurtsuz, semptomal okuma, çokluk, kültürel hegamonya, paradigma, modern prens, habitus, iletişim, kültür endüstrisi, negatif diyalektik, imparatorluk, anything goes (her şey gider), prekarya…
Bu kavramlar üzerinden kurulan “yeni felsefeler”in ortak noktaları üretim süreçlerini paranteze almalarıdır. Dolayısıyla Marksizmde içkin ve merkezi bir konumda yer alan ekonomik ve sosyal altyapının kültürel üstyapı kurumlarını belirlediği tezi “aşılmak” isteniyor. Sıkça tartışılan bir konudur: Belirleme tezine determinizm de deniliyor. Buna mukabil özneye, teoriye, proletaryaya ve komünist partisine belirleme rolü verildiğinde ise volüntarizm söz konusu oluyor. Marksist teori içinde buna benzer bazı düalist düşünceler vardır. Mesela insan kendi tarihini kendisi yapar denir. Cümle burada bitmez “koşulların el verdiği oranda” diyerek ekleme yapılır. “Yeni felsefeler”in, bu düalizmleri “düzeltme” yolunu izledikleri anlaşılıyor.
3. Yol Felsefeleri
Rus, Çin ve diğer devrimleri yapanlar tüm bu tartışmaları, anlama ve yorumları bir yana bırakıp devrimci bir müdahale ile feodal ve kapitalist ilişkileri yıkmışlardı. Böylece altyapı – üstyapı düalizmini ya da krizini aşmış oldular. Anlaşılıyor ki devrimci durum ve dalganın geri çekilmesi, yeni felsefi krizler getirmektedir. Bu krizlerden beslenen “yeni felsefeler”in, Kaustky ve Bernstein’ın geliştirdiği ekonomik determinizme ve Sarte’ın geliştirdiği “özne felsefesi”ne karşı ifade yerindeyse “3. yol felsefeleri” icat ettikleri ortaya çıkıyor.
Bu felsefelerin, son on yıllardır bütün entelektüel dünyayı kuşattığını söylemek yanlış olmaz. Toplumda, gençlik içinde, felsefe bölümlerinde, akademik çevrelerde önemli bir ilgi de görüyor. İzlediğim kadarıyla sol, Marksist ve komünist cenahtan “yeni felsefelere” ikna edici, derin ve güçlü argümanlarla yanıt verilmiş değil, şimdilik bu yönlü bir merak ve eğilim de görülmüyor. Belli bir çevrenin ise “yeni felsefeler”e yukarıdan baktığı, küçümsediği veya yok saydığı görülüyor ki, bu da sorgulanması gereken bir husustur.
Yeni Filozofların Karmaşık Dili
Düşünce çalışmaları belli bir entelektüel tecrübe ve birikimi gerektiriyor. İlk duyulan fikirleri anlamak kolay olmuyor. “Yeni felsefeler”le ilgilenmeyenlerin bir kısmı, bunları anlamakta zorlandıklarını söylüyor ki, ben de aynı kanaatteyim. Postmodern felsefelere ilişkin yeterince yazmıyor oluşum, iyi ve doğru anlamadığım, dolayısıyla da yetersizliğimle ilgilidir. Şimdilik biraz da beklenti ve önerilerden dolayı yazmış oluyorum. Habermas da “yeni filozoflar”ın dilinin anlaşılması zor olduğunu söylemiş ve eleştirmiştir.
Yine de, hiç değilse onları anlayanları okuyarak ve dinleyerek de olsa (ikincil kaynakların yardımıyla) konunun içeriğinden haberdar olmak mümkündür. Kaldı ki bu filozofların birçoğu için “anlaşılma” sorunu da yoktur. Çünkü sabit, nesnel, mutlak bir gerçeklik de, bilgi de söz konusu değil. Herkes kendince, kendine göre anlar ve anlatır! Bu filozoflarda tek ve “büyük anlatı”nın yerini “çoklu” anlama almıştır.
Hart ve Negri’nin İmparator’u
“Yeni felsefeler” ortodoks, ihtilalci Marksistleri huzursuz ettikleri gibi liberal kesimleri de huzursuz etmişlerdir. Bilimci, bilimin pozitif yorumcuları ve aydınlanmacılar için de at sineği oldular. Biraz Sokrates’i andırıyorlar. Özellikle de “devletçi sol” ve “milliyetçi sol” olarak varlık gösteren kesimler için at sineği örneği daha da uygun düşüyor. Çünkü bunlar Hart ve Negri örneğinde de olduğu gibi modern ulus devletlerin köküne kibrit suyu döküyorlar. İmparatorluk çağına dikkat çekiliyor. Bu adla kitaplar kaleme alıyorlar. Böylece dini ve çok önemsenen “milli eğitimler” de değersizleşiyor. Aslında Marx’ın “katı olan her şey buharlaşıyor” düşüncesini günümüz filozofları da paylaşıyor.
Dünyada sınıflar olduğu müddetçe felsefeler de olacaktır. Dünya değiştikçe, yeni yaşam alanları ve yeni yaşam tarzları ortaya çıktıkça felsefelerde nüansların olması, tarihsel materyalizm açısından anlaşılır bir durumdur. Marksist teori ve onun felsefesi, “yeni filozoflar”ı duymazlıktan gelemez. Adorno’nun negatif diyalektiği, Marcuse’nin “tek boyutlu insan”ından öğrenecekleri olmalıdır. “Yeni felsefeler”in üzerinde durduğu kimlik dinamikleri, etnik ve dinsel hareketler, kadın sorunu, çevre meselesi, orta sınıfların yaşam tarzı, gençlik mücadelesi ve yeni köylü hareketleri de yok sayılamaz.
Proletaryanın Rolü ve Felsefe
Yeni üretim biçimleri ve süreçleri, kapitalizmden nitel olarak yeni bir biçim değilse de, modernizmde kısmi, nicel değişiklikler vardır. Bunlar üzerinde yeni tahliller yapmadan, bu modern sonrası felsefeleri anlamak zor olacaktır. Görülen ve yanlış olan şu ki, Türkiye ve Kürdistan sol hareketi “yeni felsefeleri”i, anlayıp onunla bir polemiğe girmek yerine halen onu görmezden ve karşısına çıktığında da üzerini örtmekten yana görünüyor. Bu ilgisizliğin kendisi de “Yeni filozoflar”a ilham kaynağı olabiliyor. Çünkü bunlara göre teoriye ilgisizlik, sosyal yaşama ilgisizliğin bir sonucu olarak görülüyor.
Sonuç olarak proletaryanın, eskisi gibi yaşama ağırlığını koymayışı, devrimci öznenin suskunluğu, komünist teorinin eskiyle yetinmesi, devrim dalgasının geri çekilmiş oluşu, Parti’nin kendini tekrar etmesi bir boşluğun oluşmasına yol açar; bireysel ve toplumsal bilinç de boşluk kaldıramayacağı için “yeni felsefeler” bilinçlere doğru akar ve zihni kuşatır. Kuşatmanın ortadan kaldırılması sorununa gelince, bu sorun başka bir yazının konusu olabilir.