Bilim ve Kapitalizm Eşliğinde
AKBELEN’DE DOĞAYI SÖMÜRMEK
Kapitalizm koşullarında bilim ve teknoloji çok boyutlu özellikleri ve işlevleriyle birlikte var oluyor. Sömürücü sınıfların ideolojisi olarak inşa edilen bilim ve teknoloji, şimdi de kepçesiyle, dozerleriyle, iş makinalarıyla ve benzer ağaç kesme, sökme, yakma araçlarıyla, tasmalı köpekleriyle, sermaye partileri ve bu partilerin milletvekiliyleriyle Akbelen’de (Muğla-Milas). Yine bu sermaye, bilim ve teknoloji bloğu askeriyle, jopuyla, postalı ve polisiyle; diniyle, dincisiyle; tomasıyla, hükümetiyle, patronuyla, boyalı basınıyla, sermayesiyle Akbelen’i kuşatmış durumda. Karşısında ise devrimci geleneğiyle yeniden tarih sahnesine çıkan köylüler var. Köylülerle ittifak halindeki kişi ve kesimler, çevreciler, sosyalistler…
Mücadele Bir Bütündür
Sermayecilik koşullarında bilim ve teknoloji yalnızca girdiği alanı yakıp yıkmakla, sadece lokal bir alanı tahrip edip talan ve yağma yapmakla kalmaz, kendini yeni teknikler doğrultusunda geliştirir, imkanlarını test eder ve sınırlarını daha da genişletir. Sermayenin, savaşlar yoluyla silah denemesine benzetebiliriz bunu. Dolayısıyla burjuvaziye karşı mücadele etmek, yalnız onun iktidarına, siyasetine ve baskı aygıtlarına karşı mücadele etmek değildir. Onun felsefesine, sanatına ve elbette ki önemli bir ideoloji işlevi gören bilim ve teknolojisine karşı da mücadele etmek gerekiyor.
Akbelen örneğinde bilim ve teknoloji derken temelde, alandaki ağaçları bir çırpıda kesip yok eden makinaları ve baskı aygıtlarını, silah, toma ve kimyasal gazları kastediyorum. Bu teknolojinin en önemli iki özelliği şudur. Birisi, savaş sanayisinin önemli bir bileşeni olan silahlara, bilim ve teknolojiye ilk başvuranların her zaman egemen sınıflar olmasıdır. İkincisi de bu silahların, kendini kullananları kuşatıp dönüştürmesi ve kendisine benzetmesidir.
Kapitalizm, Kendini Kopya Eder
Marx, kapitalizm kendi suretinde insanlar üretiyor demişti. Buna benzeterek kapitalizm koşullarındaki bilim ve teknolojinin de, insanı kendine benzettiğini söylemek mümkündür. Marcuse’nin “tek boyutlu insan” betimlemesini de bu çerçevede anmak yanlış olmaz. Kapitalizmin, bilim ve teknolojinin önüne geçilmezse Akbelen’in akıbeti hiç de iyi olmayacaktır.
Bu yüzden, proletarya yalnızca iktidarı almakla ve yeni bir devlet kurmakla yetinemez, kültürü, bilim ve teknolojiyi de yapısal bir dönüşüme uğratmayı amaçlar. İşçi sınıfı ve ezilen halklar için başka bir dünya, eşitlikçi bir toplum mümkündür derken de kastedilen budur. Başka bir dünyada sanat, felsefe, politika ve bilim eski dünyadaki gibi kalamaz, bunlar da değişime uğrar ve nitelik değiştirir. Uzun vadede (komünizmde) sorun olmaktan, gerçeklik ya da fenomen olmaktan çıkarlar.
Doğa Felsefesi ve Akbelen
Pazar akşamı (1 Ağustos 2023), Komünar Tv’de Ali Kemal Fırat’ın Akbelen’deki orman kıyımı ve doğa talanına ilişkin sorularını yanıtlarken burada söylediğim ifadelere benzer düşünceler damgasını vurdu programa. Doğa felsefesi bakımından konuya açıklama getireyim derken konu bilim ve teknoloji eleştirisine dek genişledi. Bir tür alternatif bir bilim ve teknoloji felsefesine dönüştü. Metalurji mühendisi Cemalettin Küçük ile birlikte konuştuğumuz programın içeriğinden bir kaç açıklama ve analiz daha vereyim.
Akbelen, Akbelen’den ibaret değildir dedik programda. Çünkü günümüzde doğa sömürüsü ve tahribatı Akbelen ile sınırlı değil. Biz programda iken Cudi ve benzeri Kürt bölgelerinde de orman yangınları “sessiz sedasız” sürüyordu ki, basının bunları neden vermediğine de dikkat çekildi programda. Türk-sermaye basını böyle konularda eskiden beri yalnızca Ege ve Akdeniz merkezli hadiselere yoğunlaşır.
Yeniden Köylü Mücadelesi
Doğa ve toplum karşıtlığı kendini çeşitli biçimlerde gösterir. Alandaki köylülerle kapitalizm arasındaki çatışma, sınıf çatışmasının ilgili mıntıkada aldığı yeni bir biçimidir. Köylü, mücadelesinin ve devrimciliğinin modern bir görünüm kazanması, bir bakıma nitelik değiştirmiş yeni biçimidir Akbelen’de olan. Dolayısıyla da hadiseyi, sınıf sorunundan ve emek-sermaye çatışmasından izole ederek ele almak yanlış olur. Bu, sosyal ve siyasal açıdan böyle olduğu gibi doğanın diyalektiği bakımından da böyledir. Çünkü kesilen, yok edilen yalnız ağaç da değildir.
Cemalettin Küçük’ün de programda işaret ettiği gibi toprak ve hava da bu yıkımdan payına düşeni alır. Ormanlık alanda yaşayan börtü böcek de aynı durumdadır. Adına “uygar insan” denilen varlık, bilim ve teknoloji ile tüm doğayı yağmalamayı, kendisine bağlamayı ve sömürmeyi marifet ve kendine hak sayıyor. Bunun adına da böbürlenerek “insan merkezlilik”, eş deyişle “hümanizm” diyor. Doğanın tek sahibinin “kapitalist insan” ve toplum olduğunu sanıyor. “Hümanist medya” canlı olarak yalnızca insanı gördüğü ve ormanda, havada, toprakta yaşayan bitki ve hayvanları canlı saymadığı için “can kaybı olmadı” diye haberler yapıyor. Bu nedenledir ki, çok övülen insan merkezli bakışın da bir burjuva ideolojisi olduğunu söylüyor ve bilim ile teknolojinin yanına koyuyoruz. Akbelen özgülünde doğanın akıbeti, kapitalizm, bilim ve teknolojinin akıbetine bağlıdır.
Antik – Modern Karşıtlığı
Kapitalizm diyorum, çünkü önceki toplumlar doğaya karşı bu kadar acımasız ve vahşi değillerdi. Çünkü doğayı yağmalayacak ve sömürecek denli bilim ve teknolojiye sahip değillerdi. Her şeyin kapitalizm ile birlikte ortaya çıktığını söyleyebiliriz bu durumda. Eski toplumlar için doğa canlı bir dost idi. “Toprak ana” denilir. Dağlar, ormanlar insanların sığındığı mekanlardı. Sabahattin Ali “Benim meskenim dağlardır” demiştir. Herakleitos “bir nehre iki kez girilmez” diyerek suya dikkat çekerken Thales, varlığın özünü, insanın doğasını, doğanın arkhesi’ni su’da bulmuştur. Bilime göre yaşam su’da başlamıştır. Ne var ki bu canlı doğa tasarımı Yeniçağ başlarında bozulmuştur. Merkez İngiltere idi!
İlk modern bilim filozoflarının, deneycilerin (empirizm) İngiltere’de çıkmış olması rastlantı değil. Francis Bacon, doğaya ve doğanın kıtaları olan ormana/ağaçlara, toprağa, denizlere, dağlara ilk neşteri atan, teleskopu tutan, baltayı vuran kişi oldu. Doğayı bilmek, bilmek için parçalamak ve ona egemen olmak gerekiyordu. Bilginin kaynağı burası, doğa bilimlerinin temeli burada yatıyordu. Bilgi, doğanın bilgisi olmalı idi. Bilgi güçtür felsefesi de Bacon’ındır.
Modern Burjuva Bilimi Kan ve Zulümle Geldi
İnsanlığın işine de yaradı doğanın bu bilgisi. Etlerin soğukta bozulmadığını kanıtlayan da, bu deneyi yaparken üşütüp zatürre olduğu için ölen de aynı Bacon’dı. Belki de modern dönemin ilk “bilim şehiti” oydu. Bilim ve teknoloji, görünürde bir ilerleme gibi görünse de Marx’ın dediği bu aynı zamanda, sömürü, kan, gözyaşı ve yıkımları da beraberinde getirmiştir. Burada Bacon’ın adını anmakla yetinsek de sınıflı toplumlarda ve sermaye çağında genel olarak filozofların da, bilim ve teknolojinin de masum olmadığını biliyor ve söylüyoruz. Bilim ve teknolojinin eşitlik ve özgürlük getirdiği/getireceği burjuva-liberal teorisyenlerin yüz yıllardır uygurduğu bir yalandır. Bilimi yüceltme, dijital teknoloji, robot çağı ve yapay zeka kavramları, kitleleri, sınıf mücadelesinden ve devrim talebinden uzaklaştırmak için icat ettikleri bir ideolojidir.
Kartezyen Felsefeye Karşı Rizomatik Felsefe
Felsefeye ağaç metaforunu sokarak Kartezyen felsefeyi başlatan Descartes’ın çabası da modern bilime hizmet gibi görünüyor. Descartes’a göre felsefe ağaca benzer. Kökleri metafiziktir, gövdesi fiziktir, dalları ise etik, mantık, estetik, hukuk vs. Felsefe 21. yüzyıla, ağaç metafaronuna yani Kartezyen felsefeye alternatif olduğu düşünülen rizomatik felsefeyle girdi. Ağaç metaforunun yerini G. Deleuze ve F. Gattari’nin rizomu (kök sap) almıştır. Filozoflar rizomu söküp atmanın daha zor olduğunu düşünmüşlerdir sanırım. Oysa Akbelen’de bir kez daha görüldüğü gibi sermaye, bilim, teknoloji, hükümet, iktidar ve savaş sanayisi, her birlikte ağaç/rizom ayrımı yapmadan önüne geleni söküp atıyor. Engel olan köylüleri ve onlarla ittifak içindeki devrimci, demokratik halk yığınlarına şiddet uyguluyor.
Marx ve Engels: Doğanın Diyalektiği
Programda bir sayfa da Marx’ın ve Marksizimin doğa felsefesi için açtık. Marx’ın, doğa sorunlarını görmediği, kadının ev içi emeğinden habersiz olduğu, devlet teorisi yazmadığı, sanat kuramı için mesai harcamadığı ileri sürülür (Ekolojik Marksizm, Eko sosyalizm). Bunların doğruluk payı vardır. Konunun detayı bir yana yine de Marx’ın, bu alanlara yaptığı müdahaleler dikkate değerdir. Örneğin Marx’ın doktora tezi, bir bakıma doğa felsefesi üzerinden yazılmıştır. Tam adını söyleyelim: “Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefelerinin Karşılaştırılması”.
Marx fiziksel doğayı birinci doğa, dosyal dünyayı ise ikinci doğa olarak düşünmüştür. Ona göre belirleyici olan ikinci doğadır. Doğanın anlamı, sosyal dünya tarafından belirlenir. Hatta doğa üretilen ve kurulan bir fenomen olur. “Doğa krizi” veya “iklim krizi” denilen olgular da esasen kapitalizmin krizidir. Kapitalist artı değeri yükseltmek için canlı emekten ziyade doğayı sömürmek ister. Çoğu zaman canlı emek sömürüsü (işçi, işgücü) “pahalıya” mal olur. Bunu doğa talanıyla gidermek ister. Akbelen’de olan da budur. Detaya girmeden, anımsatmakla yetiniyorum. Doğanın Diyalektiği’ni de Marksizmin bir diğer kurucusu olan. F. Engels yazmıştır.
Programı bitirirken de doğa-toplum diyalektiğine dikkat çekildi. Doğanın, ancak kapitalizmden kurtulursa özgürleşeceğini savunduk. Bu yüzden de kapitalizm koşullarında doğa-toplum çatışmasını, sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele almak gerekiyor. Dolayısıyla da, yalnızca doğayı koruyarak değil, ancak ona düşman olan kapitalizmi ortadan kaldırmakla doğa korunabilir. Aksi halde kapitalizm var olduğu müddetçe bugün Akbelen’de, Cudi’de yaşanan kıyımlar yarın başka mekanlarda tekrar edecektir. Akbelen’in, Cudi’nin bugünkü akıbeti, komşu coğrafyaların da akıbeti olacaktır.