Devrimcinin eskisi olur mu diyeceksiniz. Olur. Dünyada olduğu gibi özellikle bizim gibi ülkelerde de eski devrimci, eski solcu sözü sıklıkla kullanılır. Gerçekte de çevremize baktığımızda eski devrimcilerin yenilere oranla epeyce fazla olduğu görülecektir. Hiç değilse günümüzde böyle. Umarım zamanla değişir. Eski devrimcilerden birisi de Abdülkadir Konuk idi. Bir dönemin politik aktivisti, militanı, eğitimci, öykücü, yazar A. Kadir Konuk yaşama veda etti (19 Temmuz 2023). Kendisine, ölümü nedeniyle hakkında yazılanlara, ölüm olgusuna ve bizim toplumdaki etkisine siyaset felsefesi ve siyaset sosyolojisi açısından bir bakış atmak istiyorum.
Önce şunu söyleyeyim ki, Anadolu ve Ortadoğu toplumlarında ölüye büyük bir hayranlık ve düşkünlük var. Eğer ilgi görmek istiyorsak, yüzlerce insan sağımızda solumuzda dolaşsın ve cesetimize (tabuta) dokunsun istiyorsak ölmek en iyisi! Sosyolojinin kurucusu sayılan A. Comte’un bir sözünü anmak ilginç olabilir: Yaşayanları ölüler yönetir! Hastalanmak, yatağa mahkum olmak da epeyce ilgi çeker bizim toplumda. Ayrıca bizde geleneklere bağlı olmak da son derece önemlidir. Bu geleneklere aykırı düşenler kınanır, ayıplanır. Oysa Rönesans filozofu F. Bacon geleneksel olana soy sop idolleri der, zihinden atılması gerektiğini söylerdi. Bu idoller, hurafeler yüzyıllardır zihinden atıldı mı peki? Ne gezer…
Gelenekler içinde kalarak, mesela düğün dernek yaparak, gelin damat olarak da yüzlerce belki binlerce insanın çekim merkezi de olabilirsiniz. Kadir Konuk için ölümünün ardından çokça yazılmasını da bu geleneklerin bir uzantısı ve gereği olarak okumak yanlış olmaz sanırım. Konuk’a bu yönelmenin nedeni, bıraktığı devrimci, entelektüel miras da olabilir, ölmüş olması da olabilir. İki nedenin de üzerinde düşünmek gerekiyor.
Benim için yaşarken öğretici bir tip olarak ilginç birisiydi Konuk. Öldükten sonra ona olan ilgi ve bu ilginin tarzı ve niteliği de öğretici oldu. Umduğumdan çok çok fazla bir meraklısı olduğunu fark ettim. Gerçi meraklıların merak duygusu iki gün bile sürmeden tükendi! Bunun da sorgulanması gerekir. Tüketim çağının gücünü de not edeyim. Konuk’un ölümüne bu kadar yakınlık gösterenlerin niyetleri, bilinç durumları, amaçları başlıbaşına siyaset psikolojisinin sorunu olmalı. İlgiyi görünce bir soru aklıma geldi: Eğer Kadir Konuk’un ölüm haberi değil de bir kitabının tanıtımı veya bir konferansının duyurusu söz konusu olsaydı ona ilgi nasıl olurdu? Cevabını onlarca kez test eden biri olarak söylüyorum ki, Konuk’a verilen önem, bu ilginin onda biri kadar bile olmazdı. “Hiç olmazdı” diyerek insanları zan altında bırakmak istemem.
Bir yazar arkadaş “okur acımasızdır” derdi. Yani yapmaması gerekeni yapar, yapması gerekeni ise asla yapmaz! Kadir Konuk’un şahsında da olan budur. Üstelik çoğunluk ona sağlığında ilgi gösterilmediği, mücadele yürüttüğü örgütün de Konuk’u sahiplenmediğini dillendirdi, dillendiriyor. Ezbere konuşuluyor diyeceğim kısacası. Çünkü Konuk’a olan ilgisizliğinin nedenini, başkasında aramak yerine kendisinde, kendinizde ve kendimizde aramamız daha makul olur kanısındayım. Ayrıca bir insanla kimse diyalog kurmuyor, ona yakınlık göstermiyorsa o kişinin kendisini bilhassa sorgulaması gerekmez mi? Tanıdığım kadarıyla Kadir Konuk, kendisini asla sorgulamazdı. Aynı ardından sempatiyle yazan hayranları gibi başkalarını sorgulardı. Örgütünü ve devrimcileri suçlardı. 2010 sonrası için söylüyorum, hep eleştirirdi. Belki 2010 öncesi de vardır. Kürt hareketini suçlardı, devrimci örgüt ve partileri suçlardı, kendi geleneğini ise hepten suçlar ve aşağılardı.
İkinci temaya geleyim. Kadir Konuk bende hiç de, söylendiği gibi devrimci, büyük sosyalist, militan, örnek kişi izlenimi bırakmadı. Bunu, bütün mücadele tarihi için değil tabir yerindeyse “2. Dönemi” için söylüyorum. Anlatayım. 1989’da politik ortamlara ve kişilere sempatim başlamıştı. Kadir Konuk, cezaevinden hastaneye kaldırılmış ve burada devrimci, silahlı bir eylemle kaçırılıp özgürlüğüne kavuşmuştu. Basında büyük yer işgal etmişti; halkta olduğu gibi bende de büyük bir sevgi ve sempati oluşturmuştu. Dolayısıyla bu yazıda onun devrimci geçmişini ve ayrıca kalemini ve yazarlığını yok sayma ve küçümseme niyetinde değilim. Bu açıdan saygıyı hak ettiğini de “ama”, “fakat” demeksizin kabul ediyorum.
2000’li yıllarda sanat, edebiyat, şiir ve öyküye merak salmıştım. Devrimci sanatçılara karşı da büyük bir hayranlık besliyordum. Tanışmak istediğim sanatçılar vardı. Nihat Behram, Ozan Emekçi, Muzaffer Oruçoğlu ve Kadir Konuk bunlar arasındaydı. Ne var ki bu sanatçılar da Avrupa’da siyasi sürgün idiler. 2010’lu yıllarda Avrupa seyehatlerim sırasınsa bu saydığım kişilerle tanışma imkanı da buldum. Kendi sanatlarına ilişkin değerlendirmeler ve röportajlar da yaptım. Bu süreçte Konuk ile diyaloğum da güzel başladı ama güzel bitmedi! Köln civarında kaldığı belediye evinde kendisiyle tartışırken “Ben devrimci mevrimci değilim” deyişini unutamam.
Diyalog böyle olunca, o sırada hakkında hiç bir şey yazmayı düşünmedim ve yazmadım da. Bildiğiniz gibi önemli kişilerle, özgün platformlardaki tecrübelerimi yazan birisiyim. Bunu Konuk da fark etmiş olmalı ki, beni arayıp konuyu sordu. “Bugünkü koşullarda olumsuz bir yazı yazmak istiyorum” deyince olumsuz da olsa yazmamın, kendisi için değerli olacağını söyledi. Bunun üzerine sosyal medya hesabımdan aşağıdaki kısa notu yazdım. O da yazıya yanıt verdi. Yazışmayı buraya da ekliyorum.
“POLİTİK KAYITSIZLIK” ÖRNEĞİ OLARAKSOLINGEN`DE BİR DEVRİMCİ: A. KADİR KONUK
Mehmet Akkaya
Felsefeci ve edebiyatçılara düşkün olduğumu yakın çevremdekiler bilirler. Bu alanlarda derinlikli ve devrimci olanlara hayran olduğum kadar başka şeylere hayran değilim. Kanaatimce Kadir Konuk da önemli bir edebiyatçımız: Öyküleri, romanları var. Çok eleştirilen ve dışlanan birisi. Muhakkak görmeliydim.
Solingen’de (Almanya) yalnız yaşadığı bir evde buldum ve konuk oldum edebiyatçı Konuk’a. İdam mahkumu iken silahlı bir eylemle devletin elinden alınarak özgürlüğüne kavuşturulan kişiden pek de eser kalmamıştı. Polemikçi biri, her söylenene itiraz eden tipolojiye örnek. Alkole aşırı düşkünlüğü hoşuma gitmese de alçakgönüllü, azla yetinen biri olması ilgiye değerdi. Anarsist olarak da görülebilir. Halkın Kurtuluşu’nda (TDKP) siyaset yapmiş; ama simdi bir devrimci değil, Marksist siyaset bilimindeki bir terimle “politik kayıtsızlık” örneği sergilemektedir. Paylaşımcı olduğuna kuşku yok. Sanırım alkol masasında olmamak kaydıyla hukukumuz devam edecek.
Kadir Konuk’un yanıtı:
“Düşüncelerini açıkça yazman hoşuma gitti Mehmet. “Alkole asiri düskünlügü hosuma gitmese de” demişsin, benim “Alkole aşırı düşkünlüğüm” yoktur. Ayda bir yada iki kez içerim rakıyı. Bir “Alkolik” hiç değilim. O gün de “Birlikte içebiliriz” diye almıştım rakıyı, ama sen içmeyince ben rakı üzülmesin diye içtim. “Ama şimdi bir devrimci değil” demişsin. İnsanların devrimci olup olmadıklarına kimler karar veriyorlar acaba? “Politik kayıtsızlık örneği” saymışsın beni.
Sanıyorum savunduğun düşüncelere karşı çıktığım, hayalleri değil, gerçekleri savunduğum için bu damgayı hak ettim. Ben hala kendimi “Sosyalist” sayıyorum, bunun için de başkalarının mühürüne, iznine ihtiyacım yoktur. Ama önemli değil, bu güne kadar hakkımda çok daha değişik şeyler söylendi, HDP’yi desteklemediğim için beni “Faşist” ilan edenler bile oldu, ama yazan ilk sensin. Teşekkür ediyorum.”
Alkol ile arasına mesafe koyduğunu söylese de bu inandırıcı değil. Alkol, sizi yönlendirip esir aldığı, ideolojik, politik mücadeleden kopardığı sürece bir burjuva ideolojisine dönüşür: Alkolizm. Dolayısıyla bunun bir kapitalist ve feodal ideoloji olduğunu bilmem hatırlatmama lüzum var mı? Konu bu kadar ve Kadir Konuk ile sınırlı olsaydı, bu metni yazmam yine de çok gerekmezdi. Lakin son yıllarda gördüğüm kadarıyla Kadir Konuk gibi kişiler tek olmaktan yani tip olmaktan çıkıp bir tipolojiye dönüşmüş durumda. Önceleri yürüttüğü mücadele ve ödedikleri bedelin kendilerine kazandırdıkları ayrıcalık ve prestijin sonsuza dek sürmesini istiyorlar. Yani ilgi ve desteğin mücadele dışındaki yaşamı da kapsaması bekleniyor. Bu beklenti, doğru mu? Bence değil.
Değer dediğimiz, ödenen bedel ve taşıdığımız önem kadar olmalıdır. Kaldı ki bu tiplerin, yani eski devrimcilerin büyükçe bir kısmı alkol belasının, lümpen yaşam biçiminin en aşağı unsurları olarak yaşamayı huy edinmişler. Bunların dünya malında gözleri olmayabilir, Kadir Konuk gibi mütevazi bir yaşamları da olabilir. Konuk’u ayrı tutarak söylemek gerekirse bunların bir kısmı mafyavari ilişkilere girmiş, hatta devrime, sosyalizme ve devrimcilere düşman şahsiyetler haline gelmiş olanları da az değildir. Kendi düşkün durumlarının sorumlusu olarak, özellikle içinden geldikleri devrimci, demokratik, sol, sosyalist örgüt ve partileri görüyorlar. Kanaatimce bunun, doğruluk payı olsa bile esasen yanlıştır. Konuk da öyleydi. Kendi hareketini reformist olmakla itham ederdi. Söylediği doğru olabilir. Fakat tartışmalarımızda şunu fark ettim ki kendisi reformist bile değildi.
Eski devrimci Kadir Konuk ile felsefe, sanat, edebiyat yanında aktüel siyasete, iç politikaya dair de konuşmuştuk. Hiç bir kişi ve yapıya değer vermiyordu. Onun nazarında her şey bitmişti. Anarşizm, Nietzsche, nihilizm, intihar, pesimizm ve pasivizm türünden bir “felsefesi” vardı, iç dünyasında bunalım egemendi. Devrimci moral ve motivasyonu bırakalım, kişisel bir morali bile yoktu. Anladığım kadarıyla morali ve mutluluğu alkolde buluyordu. İzlediğim kadarıyla bu alanda çok sayıda “eski solcu” var ve bir tipoloji söz konusu artık. Elbette bu gerileme, yabancılaşma ve umutsuzluğun asıl faaili eski devrimciler veya içinden geldikleri hareketler değil, esas olarak kapitalizmin kendisidir.
Yabancılaşma ve yozlaşmada gerçek fail kapitalizm olmakla birlikte proletarya ve onun ideolojisiyle hareket eden her birey bu sisteme karşı mücadele etmekle mükelleftir. Bu yüzden eski devrimciler, içki masalarında alkolik bireyler olarak ölmemeli. Yalnız olsa bile kendi koşullarında mücadele yürütebilmelidir. Dolayısıyla bu çevreye karşı yapılması gereken, öldüklerinde onları lüzumsuz yere abartan, yücelten sözler söylemek, yazmak yerine yaşarken onlara temas etmek, elbette ki hatalı ve zaaflı durumlarına karşı da felsefi-ideolojik mücadele yürütmek olmalı. Durumlarının tek nedenini geldikleri yapılarda ya da başkalarında aramak yerine öncelikle kendilerinde aramaları gerektiğini önermenin oldukça önemli olduğunu düşünmeliyiz.
Dünyada olduğu gibi ülkemizdeki devrimci, sol, sosyalist yapıların, eski devrimcilerin düştükleri durumdaki payları az değildir şüphesiz . Burada, anılan kusurları sayarak sayfayı doldurmak gerekmiyor. Ne var ki sol hareketlerin kusur, kabahat ve hatalı politikaları, eski devrimcilerin, alkol ve lümpen yaşam ilişkilerinin içine girmesinin bir gerekçesi olarak asla görülemez. Dolayısıyla eski devrimcilerin öldüklerinde haklarında hak ettiklerinden fazlasını söyleyerek gerçekleri çarpıtmamak da en iyisi.