Geçen hafta İsviçre ‘de ESP’li dostlarla bir araya geldik. Zürih’te Eğitim ve Kültür Merkezi’ndeki toplantının konusu Şeyh Bedreddin Devrimi ve Güncelliği idi. İtiraz ve eleştirilerin de olduğu programın moderatörlüğünü Kürdistan TV programcısı da olan değerli dostum Hüseyin İşli yaptı. Tartışmalı bir sunumun ardından, belleğimde kalan birkaç noktayı merak edenleri de dikkate alarak burada kısaca yazmak istiyorum.
Bedreddin, Anadolu, Mezopotamya ve Balkanlar deyince ilk akla gelen devrimci filozoflardan birisi. Felsefeyi, yorumlama etkinliği olmaktan çıkarmış değişme/değiştirme etkinliği ve devrim yapma faaliyeti haline getirmiş birisi. Bu yüzden de yakın tarihimizin önemli bir devrimci bileşeni olmayı sürdürüyor. Dolayısıyla Bedreddin demek bir yandan Torlak Kemal, Börklüce Mustafa demek olduğu kadar Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Kaykapkaya ve Mazlum Doğan anlamına da gelir.
Bedreddin’in mayıs ayının önemi bakımından da güncel bir yönü bulunmaktadır. Mayıs kahramanlarını, Bedreddin’in dikey planda akrabaları olarak değerlendirirsek Thomas Münzer (Almanya 16. yüzyıl başı) gibi halk kahramanlarını da yatay plandaki düşünce ve eylem arkadaşları olarak ele almak yanlış olmaz.
Marksizmi diğer akım ve anlayışlardan ayıran en önenli fark onun üretim ilişkilerinden, ekonomik faaliyetlerden ve sosyal gerçeklikten hareket etmesidir. Buna göre Marx ve Engels’in kapitalizm çağında ortaya koydukları tutum ve teoriyi, Şeyh Bedreddin ve arkadaşlarının feodalizm koşullarında ortaya koyduklarını söylemek mümkündür. Bedreddin’in, felsefeden, hukuktan ve islam düşüncesinden ziyade yoksul köylülere yönelmesi son derece önemli olmuştur. Kendisini sınıf mücadelesine verdiğini anlamak zor olmuyor. Marx ve Marksizmde içkin olan burjuvazi – proletarya çatışmasının prototipi olan serf-senyör çatışmasının da Bedreddin kültüründe içkin olduğu söylenebilir.
Bedreddin ile Marx’ın entelektüel bekraundlarındaki benzerliğe de dikkatinizi çekmek isterim. İkisi de, erken yaşlarında hukuk yoluyla toplumu ve insanlığı kurtaracağını düşündüler. Marx, Bonn’un yolunu tutmuştu bunun için. Felsefe, siyaset ve en sonunda ekonomi de karar kılmıştı. Meselenin teori ve bir dizi program değil dünyanın değiştirilmesi olduğunda netleşmişti.
Bedreddin’in de 14. ve 15. yüzyılda benzer bir yol izlediği anlaşılıyor. İslam ideolojisi içinde, Osmanlıyı daha yüksek noktalara taşımak için hukuk eğitimine başlıyor. Bunun için kültür başkentleri olarak bilinen şehirlere ve medreselere yolculuklar yapıyor. Edirne’den yola çıkan Bedreddin’in, Bursa, Konya, Halep, Şam, Kahire ve Tebriz yolculuğu biliniyor. Kahire, Bedreddin için bir dönüm noktası sayılabilir.
Bazı kaynaklara göre Bedreddin Kahire’de Kaygusuz Abdal, İbni Haldun ve Şeyh Hüseyin Ahlati ile bir araya gelmiştir. Bedreddin zaten sosyal gözlemlerle yoksul halkın gördüğü acı durumunu burada edindiği yeni fikirlerle test edip sentezleyerek adeta praksis felsefesine yükselmiştir. Bu yüzden emekçileri ve ezilen halkları ilgilendiren Bedreddin’in yazdıkları değil yaptıklarıdır. Teorisinden ziyade aldığı pratik pozisyondur.
Bedreddin’in, Osmanlı feodalizmine karşı harekete geçmesinde keşfettiği Kızılbaş/Alevi kültürünün eşitlikçi içeriği elbette ki etkili olmuştur. Bu yüzden de Kızılbaş toplumunun yaşadığı mekanlarda devrimin yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Aydın, Kütahta, Manisa, İzmir, Karaburun ve Balkanları anmakla yetinelim. Modern bir terimle söylersek bu coğrafyalarda demokratik özerk yönetimler kurulduğu, komün benzeri uygulamalara başvurulduğu anlaşılıyor. Yarın yanağından gayri herşeyin ortak olması gerektiği iljesinin de Bedreddin Devrimi’nden miras kaldığı düşünülür (Nazım Hikmet: Şeyh Bedreddin Destanı).
Bedreddin devrimi, dinlerden hareket etmediği gibi dinler arasında bir hiyerarşi de düşünmemiştir. Bedreddin devriminin dinler arasında hiyerarşiyi reddetmesi, sosyal dünyada da sınıfsal hiyerarşinin varlığını reddetmesine tekabül etmektedir.
Bedreddin hareketinin din, hukuk, ahlak ve toplum için de bir bütünselliğin olduğunu düşünmesi, kendine özgü bir varlık felsefesine (ontoloji) tekabül etmektedir. Alevi tasavvufundaki vahtedi vücut ve vahtedi mutlak anlayışına dayanır. Evren dışı yaratıcı reddedilir bu felsefede. Panteist diyebileceğimiz bir Tanrı anlayışına bağlanılır. Nitekim Hallaçı Mansur da “en el hak” diyerek, kendisinin ve her şeyin Tanrı olduğunu söylemiştir. Bu gelenekten hareket eden Bedreddin için de cennet cehennem bu dünyadadır. Ölümden sonra dirilme yoktur. Daha doğrusu ölmek de yoktur. Bunun yerine devriye anlayışı geçerlidir.
Bedreddin Devrimi’nin de gösterdiği Osmanlı tarihi aynı zamanda sınıf mücadeleleri tarihidir. Anadolu ve Mezopotamya topraklarındaki sınıf savaşları Babailer, Karmatiler ve Mazdekilere kadar eskilere gitmektedir. Bunlar modern sınıf mücadelesinin temellerini oluşturması bakımından önemlidir. Şöyle de denilebilir: Bedreddin Devrimi, burjuva-proletarya savaşının ön tarihini oluşturan devrimlere örnektir. Klasik ve modern sınıf mücadelesi bağlamında Hikmet Kıvılcımlı’yı da anmak gerekiyor. Kıvılcımlı, Bedreddin hareketi üzerine yazdığı bir makalede tarihsel devrimler ve sosyal devrimler ayrımı yapmaktadır. Üretim güçlerinin gelişmesiyle çağların değişmesi tarihsel devrimler olarak betimlenir. Sosyal müdahale ile gerçekleşen devrimler ise yeni tipte devrimlerdir. Kıvılcımlı’ya göre Bedreddin Devrimi, tarihteki ilk sosyal devrim özelliği taşımaktadır.