Seçimler, devlet ve demokrasi de diğer dinler gibi kutsal olmayan din işlevi görüyor. Devlet, demokrasi ve seçimler denildiğinde sınıflı toplumları anlıyoruz öncelikle. Klan demokrasilerinden söz etsek de bunun istisna olduğunu düşünmek lazım. Hukuk, felsefe, sanat, bilim ve siyaset de bu sürece karşılık düşüyor. Devlet, demokrasi ve seçimler derken yalnızca siyasal alandan söz etmiyoruz. Ekonomik altyapı tarafından belirlenen tüm üstyapı kurumlarını kastediyoruz aslında. Konuyu analiz edip tartışmak üzere bu hafta sonu Almanya’nın Darmstadt kentinde dostlarla bir araya geliyoruz (14 Mayıs 2023, Pazar).
Üstyapı kurumları dinamiktir. Bu dinamizm temelde altyapının dinamizminden ileri gelmektedir. Konumuz olan devlet, demokrasi ve seçimler her çağda değişik biçim ve içeriğe sahip olmuştur. Atina demokrasisinden Sovyetik demokrasilere dek çok çeşitli tarzları ortaya çıkmıştır. Üretim süreçleri, ekonomik krizleri tetiklerken bunlar da devlet ve demokrasiyi belirler. Mesela 1929 ekonomik krizi, faşizmleri doğurmuştur. İspanya, İtalya, Almanya, Portekiz, Japonya, Türkiye… Demokrasi suistimala çok açık bir kavramdır. Zira çoğu zaman faşist yönetimler bile kendilerini demokrasi olarak lanse etmişlerdir.
Devlet, kutsal bir kurum olmadığı gibi her zaman var olmuş bir kurum da değildir. Zor ile veya iradi olarak da kurulmuş değildir. Burjuva-liberal teorisyenlerin (Hobbes, Locke, Rousseau) ileri sürdüğü gibi toplumsal bir sözleşmeyle de kurulmuş değildir. Üretici güçlerin gelişmesinin bir neticesi olarak ortaya çıkmış bir oluşumdur. Sınıflarla birlikte varlık kazandığı besbellidir. Marx ve Marksizm bakımından sınıflar ortadan kalkınca devlet de müzelik olur. Devlet var olduğu sürece, temel olarak egemen sınıflara hizmet eder ve onların baskı aygıtı olarak işlev görür.
Devletin önemli bir bileşeni olan parlamento ise arka planda olup biteni gizleme fonksiyonu oynar. Konuşan milletvekili sanılır oysa gerçekte sermaye konuşur. Milletvekili sermayenin üzerini kapatma, kapitalizmi gizleme işlevi görür. Kapitalizmde sömürü gizlenmiştir denilmesi boşuna değil. Devletin bir diğer bileşeni olan demokrasi de öyle. Toplum zanneder ki, hükümeti kendisi değiştiriyor. Oysa kitleler sistemin seçimini onaylamaktan başka bir rol oynamaz. Elbette kitlelerin eğilimi, beklentisi ve gücü de önemlidir. Amma ve lakin bu durum, tali planda rol oynar.
Parlamento da üstyapı kurumu özelliği taşıyor. Felsefe, sanat, hukuk, bilim, din gibi esasen egemen sınıfların bir silahıdır. Öte yandan emekçi sınıfların çıkarını da yansıtır. Bir çok yasal düzenleme emekçi sınıflara da hizmet eder, ama bu durum talidir. Hem sınıf mücadelesi hem de rızalık almak için burjuva milletvekilleri bunları dile getirir ve savunur.
Proletarya partisi, düşün ve sanat dünyasına müdahale ettiği gibi parlamento ve seçimlere de müdahale edebilir. Çıkarları seçime girmeyi ve güçleri parlamenter çıkarmaya uygunsa bu mümkündür. Marx ve Lenin gibi kişiler bunu savunuyor. Oy hakkı için mücadele edildiği doğrudur. Rusya parlamentosuna giren Bolşevik milletvekillerinin olduğu da doğrudur.
Keza Bolşeviklerin Duma seçimlerini boykot ettikleri de bir başka tarihi realite olmuştur. Lenin’nin mantığı: Tek yanlı ve bir boyutlu değil çok yönlü bir mantıktır. Bu yüzden somut koşulların somut analizi önem kazanır. Koşullar değiştikçe analizler de buna uygunluk gösterir/göstermelidir.
Sorun esas-tali sorunudur. Parlamentoculuk sınıf mücadelesinin yerine ikame olur da, amaç (esas) haline gelirse gerici bir rol oynar. Zamanla sınıf mücadelesinin engeli haline gelir. Çünkü burjuva parlamentosu, komünistleri kendine benzetme yeteneğine sahiptir. Komünist milletvekilleri, kürsüyü sınıf mücadelesi için kullanmalıdır. Parlamenterler mümkünse işçi ve emekçilerden seçilmelidir. Bolşevik parlamenterler buna örnektir. Bu bağlamda değinmek gerekir ki, HDP/Yeşil Sol Parti milletvekillerinin de büyük oranda devrimci çizgide pozisyon aldıkları ileri sürülebilir. Bu yüzden de 14 Mayıs (2023) seçimlerinde Yeşil Sol Parti adaylarına oy verilmesi önerisi doğru bir öneridir.
Parlamento tarihinde kötü örnekler de az değildir. Parlamentarizm: II. Enternasyonal partileri, sınıf mücadelesini seçime ve sandalyeye (parlamentoculuğa) indirgeyerek ihanet ettikleri söylenmektedir. Alman Sosyal Demokrat Partisini hatırlayalım. Liderleri Philipo Scheidemann, Friedrich Ebert idi. Rosa Lüksemburg ve yoldaşlarının katliamından sorumlu tutulmaktadır. Yanlış da değil. Zira Alman komünistleri, işte bu sosyal demokratlar tarafından tasfiye edilmeye çalışıldı.