Bir kaç yıl evvel Köln’de katılmıştım işçi ve emekçi sınıfların birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’a. Yağmurlu bir gündü. Buna rağmen coşkulu bir yürüyüş ve miting olmuştu. Dolayısıyla Avrupa’daki 1 Mayıslara yabancı sayılmam. Bu sene, 2023’ün 1 Mayıs’ına ise pekçok arkadaşla birlikte Fransa’da (Strasbourg’da) katıldık. Mitingden ziyade yürüyüş tarzında oldu. Yaklaşık 5 kilometre yürüdük. Yürüyüşe anarşist gruplar damgasını vurdu diyebiliriz. Alandan ayrılırken Strasbourg sokaklarında çatışmalar devam ediyordu. Anarşizmin başlı başına konu edilmesi gerekir. Dolayısıyla ben kısaca gözlemimi yansıtmakla yetineceğim.
Abdurrahman Şanlı ve sevgili Fatih ile beraberdik 1 Mayıs sabahı. 1 Mayıs burada erken başlayıp erken bitiyor sanırım. Cumhuriyet meydanında (Rebuplic place) bir araya gelindi. Öncelikle Türkiyeli örgütler ilgimi çekti. Niceliksel olarak zayıftı. Yağmur da çiselediği için moral ve motivasyon olarak güne kötü başlamıştık denilebilir. Yarım saat içinde cadde dolmaya başlamıştı ki, yağmur da durmuş ve yerini az bulutlu, güneşli bir havaya bırakmış oldu. Zaman ilerledikçe Fransız sendikaları, emekçiler, göçmenler caddeyi neredeyse hınca hıç doldurdu. Yürüyüş saati geldiği halde bir hareketlilik söz konusu değildi. Elbette ki öbek öbek Enternasyonal Marşı çalıyordu. Fransızca, Türkçe olanları ayırt etmek zor değildi. Kitle dans ediyordu. Slogan atma Türkiye’deki denli yaygın değildi. Yine de – öz olarak- ülkemizdeki 1 Mayıslarla bir benzerliği vardı.
Kortejlerin başına doğru yürüyelim dedik ama epeyce uzun olduğunu görüp döndüğümüzde arkadaki topkuluklar da harekete geçmişti ki, bir haber dolaştı: Son 20, 30 yılın en kitlesel 1 Mayısıymış. 30 bin kişilik bir katılımdan söz ediliyordu. Talep ve temaları anlamaya çalıştım. İşsizlik, yoksulluk, kapitalizm karşıtlığı, anti savaş, anti faşist bir söylem ön plandaydı. Emekçi sınıfların üretimden gelen gücüne dikkat çekiliyordu.
Önümüzde partizan marşlarıyla, araç, pankart ve flamalarıyla Türkiyeli devrimciler yürüyordu. Arkamızda ise Emekçi’nin Özgürlük Mahkumları türküsünü söyleyerek gelen Alevi kurumları vardı. Abdullah Öcalan ve İbrahim Kaypakkaya posterleri dikkat çekerken, gözlerim Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve Mazlum Doğan posterlerini de aradı. Varsa bile yakın mesafede göremedim.
Yürüyüş sırasında, Fransız işçi sınıfı ve halkının ilgisi arttıkça arttı ve çoğunluk haline geldi. Kısacası Fransa’nın büyük sendikaları alandaydı. Yürüyüş boyu topluluk, çevreden ve balkonlardan da izleniyor ve alkışlanıyordu. Tüm bunlar burjuva-liberal teorileri çürütüyor elbette. Liberalizmin çizdiği pembe dünyanın sahteliğini kanıtlıyor. Çünkü bunca protest tavır toplumun hiç de kendini güvende hissetmediğinin göstergesidir. Dünya proletaryası gibi Fransız proletaryasının kapitalizmden memnuniyetsizliğini ve yeni bir dünya arayışını, merkezi bir talep olarak önüne koymuş olduğunu anlıyoruz. Yürüyüş boyunca proletarya enternasyonaline vurgu yapıldığını da anımsatmak isterim.
Yürüyüş güzergahının sonuna yaklaşıyorduk ki, nispeten yorulmuştuk. Ansızın bir hareketlilik oldu: Anarşistler! Ön taraftaki kitlede bir dalgalanma görüldü. Sol tarafa doğru pozisyon alıp ileri baktığımda ortamın olağan, alışıldık, monoton yapısına zıt diyebileceğimiz bir manzara vardı. Simsiyah kıyafet ve bayraklarla, yan şeritten bize doğru sert adımlarla yürüyen bir kitle görüldü. Daha yakından görmek üzere kitlenin yürüdüğü yola yöneldim. Ön tarafta siyah elbiseli, siyah maskeli, siyah sırt çantalı birkaç kişi yol açarak yürüyordu. Benzer özelliklere sahip bir kitle de peşlerinden geliyordu. Ellerinde boş bira ve şarap şişeleri, her an saldırıya ve savaşa hazır bir kitle. Üstelik sakin bir ruh hali vardı. Yaş ortalaması, en fazla otuz. Düşündüğümden büyük bir radikal kitle ile karşılaşınca şaşırmadan edemedim. Binlerce kişiden söz ediyorum zira.
Tabii “anarşist yürüyüşe” hayranlık duymadım, romantik duygularım kabarmadı desem yalan olur. Sevgili Fatih ise benden de çok etkilenmiş olacak ki, neredeyse gruba katılacak oldu! Bir anda tüm yürüyüş kortejinin psikolojisi değişti diyebiliriz. Çünkü arkadaşların dediğine göre anarşistler demek – biraz sonra- savaş, saldırı ve polisle çatışma anlamına geliyor. Nitekim öyle de oldu. Çünkü polisin bulunduğu yere, onların üzerine doğru yürüyorlardı.
Anarşistlerin değişik bir taktikleri vardı sanki. Kortejin önüne dek yürüdükten sonra yeniden dönmüşlerdi. Yani kitle mersine giderken anarşistler adeta tersine gidiyorlardı. Bu ters gidiş sırasında kendilerini kitleye “selamlatmayı” ve “alkışlatmayı” da ihmal etmemişlerdi. Kitlenin, alkışını ve sempatisini kazandıktan sonraki – göremedim ama- durakları bankalar ve onların koruması olan polisler oldu. Anlaşılan kendilerini polise de “selamlatmak” istiyorlardı.
Arkamıza baktığımızda bir anda havai fişek patlamaları oldu, dumanlar ve Türkiye’den yabancısı olmadığımız zehirli gazlar tüm caddeye yayılmaya başladı. O ana dek kendilerini pek de fark ettirmeyen polisler de ortaya çıkmıştı. Binlerce anarşist ve polis Strasbourg sokaklarına yayılmış oldu. Kitle ve sendikalar yürüyüşü tamamladığında Strasbourg sokakları, yağmur, çatışma, güneş, polis ve anarşistlerin birlikte var olduğu bir mekan görünümündeydi.