ÜTOPİK DEVLET FELSEFELERİ
More, Campenella, Bacon
Devlet, söylenenin tersine güçleniyor. NATO’ya girmek için yarış da var. Finlandiya ve İsveç örneklerini görüyoruz. Özgürlükçü devlet söylemde kalırken totaliterlik ön plana çıkıyor. Pekçok siyaset filozofuna bakılırsa Thomas Hobbes’un Leviathan’ı yeniden hortlama eğilimi gösteriyor. Ne var ki bu despotik eğilim ve uygulamalar ezilenlerin mücadele ve direnişini kıramıyor. İki örnekle yetineyim. Doğu’da İran, Batı’da ise Fransa. Her iki ülkede de despotik uygulamalara rağmen mücadele aylardır devam etmektedir. Dolayısıyla Leviathan ve Prens’ten komünist devlete, partiye ve kadrolara/filozoflara dek pek çok problematik siyaset felsefesinin odağında yer alıyor.
Gramsci nerede konumlanır? Althusser’in devleti ve devletin ideolojik aygıtları da açıklanmayı bekliyor. Tüm bu konulara, ana hatlarıyla da olsa önceki programlarda açıklamalar getirmiştik. Bu hafta Ütopik Devlet Felsefeleri üzerinde durmak sanırım önemli bir eksiği giderecektir. Bunun için Başta Thomas More olmak üzere Campenella’nın Güneş Ülkesi ve F. Bacon’un Yeni Atlantis’inde bir komünizm arayışına çıkmak ilginç olacaktır.
Devlet deyince halkın şu sözü akla geliyor: Bir deli bir kuyuya taş atar kırk akıllı onu çıkaramaz. Devletin kurulması da öyle. İlkel koşullarda kuruldu ama bütün ezilenler binlerce yıldır mücadele ediyor ama devlet yok edilemiyor. Üstelik devlet, devletten nemalanan kişi ve kesimleri de gün geliyor köle yapıyor veya ortadan kaldırıyor. Kendi tarihimizden Adnan Menderesi örnek vermekle yetiniyorum.
Devlet deyince öncelikle Doğu dünyası ve özellikle de Mezopotamya ve Sümerler akla gelir. İlk devlet örnekleridir. Yazılı kanunları ilkin bu coğrafyada görüyoruz. MÖ 3000’lerde Urgakine kanunları ve MÖ 2000’lerde ise Hammurabi kanunlarını görüyoruz. Her devlet adeta yıkılmak üzere kurulmuştur/kurulmaktadır. Toynbe’nin de dediği gibi fethedenler fethediliyor. Bu durumun temel motivasyonu ise ezenlerle ezilenler arasındaki sınıf çatışmasıdır. Çatışmalar, aynı zamanda analiz ve açıklamaları gerektiriyor. Bunların kavramsal çerçevede yapılanları için felsefe terimini kullanıyoruz. Genel olarak felsefenin özel olarak da siyaset felsefesinin sınıf, devlet ve sosyal çatışmaya bağlı olduğu da apaçık ortaya çıkmış oluyor.
Ekonomik ve sosyal olguların statik olduğunu düşünemeyiz. Buna paralel olarak toplumların üretim biçimine uygun düşmek üzere devletler de dönüşüme uğruyor. Mezopotamya ve Yunanistan’da ortaya çıkan polis (şehir) devletlerinin yerini imparatorluklar almıştır. İmparatorluklar, kendilerine özgü devlet ve siyaset felsefelerini de beraberinde getirmiştir. Bu süre zarfında devlet, genellikle kutsanmıştır. En azından ana akım siyaset ve sosyal tarih kiraplarına göre böyledir.
Platon, Augustinus ve Farabi gibi filozoflar alternatif devletler tasarlamış olsalar da “devletsizlik” düşüncesinden çok uzaktırlar. Genellikle devlet yok edilmesi gereken bir kurum değil onarılması, reform edilmesi, düzeltilmesi gereken bir kurum olarak değerlendirilmiştir.
Devletin, ortadan kaldırılması değil de devletin bir bakıma düzeltilmesi, kaba sabalığının giderilmesi anlayışı Rönesans’ta da geçerli olmuştur. Ünlü ütopyalar da Rönesans döneminde (15. – 17. yüzyıl arası) yazılmıştır. Üç tanesi çok popülerdir. Sırasıyla söylersek Thomas More’un yazdığı Ütopya, Campenella’nın yazdığı Güneş Ülkesi ve F. Bacon’ın kaleme aldığı Yeni Atlantis.
İkisi İngiltere merkezlidir, Güneş Ülkesi ise İtalya çıkışlıdır. More ve Campenella, çözümü sosyal reformlarda görürken Bacon ise çözümü akıl, deney, gözlem ve nihayet bilimin gelişmesinde görmektedir. Bununla birlikte her 3 metinde de devlet ve aile kurumu, savaş ve sömürü varlığını sürdürüyor. Yine de komünizmi andıran uygulamalara da rastlamak mümkündür. Bu yüzden de örneğin Ütopya kitabındaki toplum Marx, Kaustky ve Lenin gibi kişilerce de önemsenmiştir.
Biraz karşılaştırma yapacak olursak Platon’un yönetime dikkat çektiğini, filozofların toplumu yönetmesi gerektiği görüyoruz. Bu yöneticilere özel mülkiyet edinmek yasaktır. More ise bununla birlikte daha çok özel mülkiyetin tümden kaldırılması gerektiğine inanıyor. Bacon’a bakılırsa toplumsal sorunlar ancak bilimin gelişmesiyle mümkündür.
Din ve skolastik yerine bilim ve teknoloji sürekli gelişiyor. Campenella, öncekilere itiraz etmemiş olsa da bilhassa aileye dikkat çekiyor. Platon’dan da katı bir şekilde ailenin varlığına son verilerek özgürlüğün ve eşitliğin inşa edileceğine inanıyor. Campenella’nın aile karşıtlığı Şeyh Bedreddin’in (Börklüce de deniliyor) “kadınlar hariç herşey ortaktır” yaklaşımını andırıyor. Campenella’yı diğer ütopiklerden farklı şekilde dönemin bir politik aktivisti olarak da tasvir etmek mümkündür.
Campenella da tıpkı Platon ve Bedreddin gibi ütopyasını gerçekleştirmek için siyasi aktivite göstermiştir. Politik biyografisine bakıldığında siyasi baskılara uğramış, 27 yıl da hapislerde tutulmuştur. Kendisinin yaşadığı Kalabriya kenti İspanya sömürgesindedir. Buranın özgürlük ve bağımsızlığı için bir ayaklanma düzenleniyor. Campenella da buna katılıyor ve belki de etkin rol alıyor. Plan uygulamaya konulmadan ihbar oluyor ve militanlarla birlikte Campenella da tutsak ediliyor. Günlerce yapılan işkencelerden sonra ayaklanma planı içinde olduğunu kabul ediyor. Sonra deli taklidi yaparak idamdan kurtuluyor. 27 yıl zindanda kalıyor.
Campenella’nın görüşleri dinsel topluluklarda da ilgi görüyor. Cizvit papazları 1639’da Paraguay’da Campenella’nın ütopyasına uygun bir ülke kuruyorlar. Bu toplum 100 yıl varlığını sürdürüyor. Çocuklar herkesin çocuğu, mülk tüm toplum adına Tanrınındır. Çocuklar aileyi değil de toplumu sevecek şekilde yetiştirilir. Dinsellik belirgindi bu devlette. Zaten diğer ütopikler gibi Campenella da yönetimi bilge bir monarka vermek ister. Bu monarklar seçimle gelmeli. Daha bilge biri çıkarsa yönetim ona verilmelidir. Nüfus iki yüz bin civarı idi. Demokratik özerk yönetim uygulanıyordu.
3 ütopik metnin optimist duygularla yazıldığı anlaşılıyor. Bunların karşıt ütüpyalarla (distopya) dengelenmesi içinse 20. yüzyılı beklemek gerekmiştir. Rus asıllı Yevgeni Zamyatin’in kaleme aldığı “Biz” , İngiliz A. Huxley’in kaleme aldığı Cesur Yeni Dünya ve G. Orwel’ın 1948’de yazdığı “1984” adlı distopik eserleri anmak gerekiyor.
Ütopik eserler Yeniçağ’ın (burjuvazinin) yükseliş sürecine karşılık geldiği için iyimser eserler vermiştir. Distopyanın köyümserliği ise kapitalizmin gerici özünün vücut bulması üzerine ortaya çıkmıştır. Bu kötümserliğe paralel olarak dünya savaşları, Nazizm ve faşizmi görüyoruz. Ütopyalar sosyalist yönetimlerde vücut bulurken distopyalar dünya savaşı, nazizm ve faşizm ile görünüşe çıkmış oluyor.