Ülkemiz bir seçim sürecine daha girdi. Konuya ilişkin tartışmalara siyasal çevreler gibi demokratik kitle örgütleri de dahil oluyor. Bunun tarihi bir seçim olduğu iddiası, epeyce dikkat çekmektedir. Sol kesimler, genellikle HDP, YEŞİL SOL GELECEK ya da “Emek ve Özgürlük İttifakı” çevresini destekleme eğilimi gösteriyor. Doğrusu da budur. Bununla birlikte sınıf dinamiği ve sınıf mücadelesi olgusu üzerinden bakıldığında düzene angaje olmamak gerektiği de önemli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Bugün Yaşam Ağacı Derneği’nde katıldığım bir toplantının içeriğinden söz ediyorum (kısaca). Derneğin düzenlediği toplantıda konu 14 Mayıs’ta (2023) gerçekleşecek olan parlamento ve cumhurbaşkanlığı (CB) seçimleri idi. Genç-yaşlı, kadın-erken çok sayıda arkadaş konuştu. Seçimlere katılım esasen savunulsa da düşülen şerhler de az değildi. Ben de seçimlerin “tarihi bir seçim” olmadığını hatırlattım. Tarihi şartların her zaman özgünlük gösterdiğini filozoflar da dile getirir. Mesela Descartes, kendi koşullarının “özel” olduğunu söylemiştir. Hegel de, tarihi bir dönemde olduğunu savundu. Keza Marx da kendi çağının devrimci olduğu kanaatindeydi: Katı olan her şey buharlaşıyor! Bu analizin bugün de geçerli olduğu açıktır.
Toplantıda ortak bir fikir söz konusu değildi. Devrimci-demokrat adayların desteklenmesini savundum özetle. Seçimlere katılım sağlamanın doğru oldugunu ama birçok genç arkadaşın da işaret ettiği gibi bunu abartmamak gerektiğini de sözlerime ekledim. Bununla birlikte yani HDP adayları desteklenebilir ama 6’lı Masa’ya oy vermek gerekmiyor türünden bir yaklaşım da taraftar bulmuş oldu.
TİP’te çalışan dostların açıklamaları çok dikkat çekiciydi. Bana bulanık, tutarsız ve bir o kadar da düzen içi bir tavır gibi geldi. Toplantıda epeyce de zaman aldı bu TİP tartışması. Sonra boykot konusu da açıldı ama anladığım kadarıyla pek ilgi görmedi. Oysa devrimci örgüt ve gelenekler hiç olmazsa CB seçimini boykot etmeyi tartışabilirler. Bununla birlikte HDP bileşenlerinin niteliği de tartışmaya açıldı ve düzen içi tutumlara eleştiriler de yapıldı. TİP’li dostlara yönelik de sistemin bu partiyi şişirdiği yönlü yorumlar da yapıldı; buna Maçoğlu örneği de eklendi. Söylemeye bile lüzum yok ki, salona her halükarda demokrasi ve düşünce özgürlüğü egemendi.
Yine ilgimi çeken bir görüş de koşulların tahliline ilişkindi. Devrimci güçlerin geri çekildiği bir süreçten geçiyoruz denildi. Bu nesnel durumun, Kürt Özgürlük Hareketi için de geçerli olduğu vurgulandı. Bu yüzden de devrimci ilkelerden ne yazık ki taviz de verildiği ileri sürüldü. Seçim sürecine ihtiyatlı bakmak gerektiği de aynı konuşmacı tarafından savunuldu. Bana göre bu analizdeki isabeti, son yıllardaki küçük burjuva devrimci örgütlerin çoğalmasından ve belki güçlenmesinden de anlayabiliyoruz. Keza buna devletçi, milliyetçi soldaki özgüveni de eklemek yanlış olmaz.
Ben de 6’lı Masa’nın devlet partisi olduğunu anımsatırken iki faşist kliğin varlığına dikkat çektim. Buradan hareketle, büyük sermaye ve tekelci burjuvazinin politikayı belirlediğini, dolayısıyla proletaryanın ve ezilen halkların devrimci yoldan yürümesi gerektiğinin altı çizildi. Bu noktada iki faşist klik arasındaki durum için “yesinler birbirini” ifadesi de kullanıldı. Ülkemizin şeriat tehlikesi altında olduğu, bu yüzden de 6’lı Masa’nın desteklenmesi gerektiği düşüncesi de benim açımdan yanlış bir analiz olarak görülmüştür.