Devlet sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla birlikte doğmuş bir silahlı, savaşçı, eli kanlı ve aynı zamanda -yasal/hukuki- bir çetedir. Ortaçağ filozofu Augustinus’a göre adi, basit çetelerle devleti birbirinden ayırmak zordur. Onun yazdıklarına göre Büyük İskender, bir korsana sorar, sen denizlerde yağma yapmaktan korkmuyor musun, utanmıyor musun? Korsan yanıt verir: “Sen benim bir tane gemiyle yaptıklarımı bırak, asıl sen bunca deniz ve karaları yağmalanaktan utanmıyor musun? Belki de İskender’i, meşru kılan belli bir hukuka dayanan bir kurumun başında olmasıdır.
Birçok siyaset ve devlet filozofuna bakarsanız, devletler “sosyal sözleşme” ile kurulmuşlardır. Oysa bu görüş gerçekleri yansıtmıyor. Böyle bir anlayış, burjuva-liberal felsefelerin kötü niyetiyle ilgili değilse derin bir yanılgıdan kaynaklanır. Toplum sözleşmesi derken Hobbes, Locke ve J. J. Rousseau adlarını mutlaka anmak gerekiyor. Bunlarla birlikte Kant ve Hegel’in siyaset felsefesi açısından da devletin, basit çetelerden tek farkı, yapıp ettiklerini belli bir hukuka bağlamasıdır. Oysa Marx ve Marksizm açısından devletler, sınıf ilişkilerine bağlı olarak ortaya çıkarlar. Sınıfların son bulmasıyla devletlerin de sönümlenip müzelik olacağı varsayılır.
Devlet felsefesi iddiasıyla olmasa da devlete yönelik entelektüel çalışmaların tarihi, modern öncesi dönemlere gider. Sokrates, Platon ve Aristoteles, zorunlu momentlerdir. Antik Yunan felsefesi ve ütopik devlet tasarımı denildiğinde mutlaka anılması gereken isim ise Platon’dur. Devlet ve Devlet Adamı adlı kitaplarında yazdıkları bu konudaki en iddialı ve kapsamlı siyaset felsefesi metinleri olarak bilinir. Ayrıca Platon, yalnız siyasal bir teorisyen değil siyasal aktivite gösteren birisi olarak da bilinir. Dolayısıyla bu hafta (21 Mart, Salı akşamı TSİ 21.00) Platon ve Devlet Felsedesi başlığıyla Komün TV’de olacağız.
İdea merkezli epistemolojisine uygun olarak ideal bir devlet tasarlar Platon. Bu tasarıda Sparta’nın katı devlet biçiminin etkisi vardır. Toplumda üç sınıf yer alıyor. Yöneticiler, askerler ve çalışanlar. Ona göre devleti filozof-krallar yönetmelidir. Bunlar, altın soyundandır. Yönetenlere özel mülkiyet yasaklanmalıdır. Askerler, gümüş soyundandır, bunlara da mülk yasak olmalıdır. Çalışanlar ise mülk edinebilirler. Bunlar, daha önemsiz olan bakır soyundandır. Platon’a göre doğaldır ki, sınıflar arası geçiş söz konusu olamaz.
Devlet felsefesi, bir bakıma siyaset felsefesinin alt dalı gibidir. Platon’dan sonra bu alanda büyük gelişmeler oldu. Devletler çoğaldı ve güçlendi. Nice yeni devletler ortaya çıktı. Nice savaşlar çıkartıldı, nice çağlar devrildi. Platon ve Aristoteles, site/şehir devletlerinin felsefesini yapmakla yetinmişlerdi. Sonra imparatorluklar çağı başladı. “Din devletleri” ortaya çıktı. Bunlar da yerlerini modern devletlere bırakmıştır. Rönesans yılları ve Machiavelli’yi anmamız gerekiyor bu noktada. Prens’te yazılanlar, yeni ve modern devletin habercisidir. Elbette tüm bu devletlerde emekçi sınıfların ve ezilenlerin, kadınların yerleri ve adları yoktur.
Devlet, egemen sınırların devletidir. Artı değer sistemini ve feodal veya burjuva mülkiyetini korumak için vardır. Yönetenler de, üreten sınıflardan değil sömürenlerden oluşur. Bu anlayışların tersine çevrilmesi, nispeten yenidir. Felsefenin tersine çevrilmesi toplum anlayışına da eşlik etmiştir.
Marx ve Marksizmle birlikte ilk defa “üreten biziz yöneten de biz olmalıyız” şiarı ön plana çıkmıştır. Böylece felsefede de bir eksen değişikliği yaşanmıştır. Çünkü Platon ve Hegel gibi filozoflarda sömürücü sınıflara verilen yönetim, onların elinden alınarak çalışan emekçi sınıflara, kapitalizm koşullarında ise proletarya sınıfına verilmiştir.