JİN JİYAN AZADİ
(Dünya Emekçi Kadınlar Günü)
Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanıyor. Bu güne kutlama desek de, esasen dayanışma ve mücadele günüdür. 8 Mart kutlamaları tüm kadınları kapsıyor olsa da öncelikle emekçi kadınları anmak gerekiyor. Çünkü emekçi kadınların mücadelesi ve ödedikleri bedel olmasaydı 8 Mart gibi bir özel gün de olmayacaktı. Kadın hareketinin, somut bir güce ve sokak hareketine dönüşmesi, yüz yıllık bir hadise olsa da teorik ve pratik kaynakları daha eskilere gidiyor. Fransız devrimi dönemine dayanıyor diyebiliriz. İlk akla gelen isim Olympe de Gouges’dir. Ondan kısaca söz etmek istiyorum.
1748-1793 arasında Fransa’da yaşayan Gouges’i, Fransız burjuva devrimine karşı bir devrimci olarak değerlendirmek umarım yanlış olmaz. Çok övülen Fransız Aydınlanması’na, burjuva filozoflarına, ana akım hukuk kurallarına karşı isyan bayrağı kaldıran ender kişilerden bildirisidir. Gouges, kadını izole eden “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”ne itiraz etmiş ve kadını da kapsayan yeni bir “Bildirge” kaleme almıştır.
Gouges, burjuva feminist hareketlerden farklı olarak belki de meseleye, emekçi erkekler ve emekçi kadınlar açısından bakan ilk kişiydi. Ataerkil/uygar toplumu ve hukuk sistemine devrimci bir eleştiri yaptı. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’ni yetersiz bulup yeni bir “toplum sözleşmesi” yazan da Gouges’ten başkası değildi. Kısacası Fransız İhtilalcileri tarafından katkedilmesi için yeterli sebep vardı!
Bilindiği gibi Gouges, Robespierre ve arkadaşları tarafından idam edildi. İdama giden süreç, yargılanma ve katledilme tarzı da Gouges’i haklı çıkarmıştır. Çünkü yargılama sırasında, çok övülen Aydınlanmacı hukuk anlayışı Gouges’e avukat hakkı tanımadı. Tüm ezilenlere ve emekçilere tanımadığı gibi.
Gouges, mahkemede savunmasını kendisi yaptı. Burjuva hukukunu ve dünya görüşünü mahkum etti. Mahkemenin tehdidine ve ölüm cezası vermesine karşı da pes etmedi, asla pişmanlık dilemedi. Kapitalizmin demokratik, modern, uygar görünümlü vahşetine karşı şöyle seslendiği söylenir: Kadının, idam edilmesi gibi bir “hakkı” varsa, kürsülere çıkıp slogan atma, devrim yapma hakkı da olmalıdır.
Gouges, idam cezasına karşı yeni ve hümanist hukuk anlayışları getirirken devrimci demokratik bir çizgiyi temsil etmiş bir düşünür oldu. Sanat ve edebiyat alanında da göze girmiş biridir. Aile kurumuna karşı özgür aşkı, serbest cinsel birliktelik türünden anlayışları da savunup tatbik edendi. Burjuva/feodal tabuları yıkıp devirdiği gibi idam sehpasını da deviren Gouges idi. Bu yüzden de Gouges’i, çağının önünde yürüyen bir kadın ve emekçi kadın mücadelesinin de ön tarihi olarak okumak mümkündür.
Olympe de Gouges’ten 50-60 yıl sonra kadınlar bir kez daha tarih sahnesine çıktılar ki, eşi benzeri görülmemiş bir direniş ve peşinden gelen katliam ile adeta dünya tarihini yerinden oynattılar. Bu kez ABD’nin New York kentinden seslendi kadınlar. 1857’deki emekçi kadınların direnişi kanla bastırıldı.
8 Mart’ın tarihi hem ülkemiz açısından hem de dünya tarihi açısından 150 yıl öncelere gidiyor. Birleşmiş Milletler 1975’de Dünya Kadınlar Günü’nü kabul etse de, sosyalistler Dünya Emekçi Kadınlar Günü demeyi tercih ediyorlar. Rusya’daki Şubat devrimi önemlidir 8 Mart için. Şubat devriminin fitilini ateşleyenlerin kadınlar olduğu söylenir. Şubat devrimi eski takvimle 8 Mart 1917’de başlamıştır.
Bildiğiniz gibi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün tarihi, demin de dediğim gibi daha da eskilere gidiyor. 1857 yılına ve Amerika’ya gitmek gerekiyor. New York’taki bir tekstil fabrikasında çalışan kadın işçilerin direnişine dayanmaktadır. Tarihin en şanlı direnişini kadınların başlatması çok anlamlıdır. Çalışma saatlerinin azaltılmasını, iş düzeninin kolaylaşmasını, ücretlerin artırılmasını ve çocuk işçiliğinin son bulmasını istemişlerdir.
Kapitalizm, kadınların çocuklarıyla birlikte sömürüldükleri sistemin adıydı/adıdır. 16 saat olan çalışma, erkekler gibi kadınlara da dinlenecek, eşleriyle, çocuklarıyla geçirecek zaman bırakmıyordu. New York’un emekçi kadınları için bıçak kemiğe dayanmıştı. Grev, direniş ve ayaklanma en büyük silahları oldu işçi kadınların.1857’deki bu başkaldırı sırasında bazı kaynaklara göre 129 kadın işçi katledildi.
Emekçi/proleter kadınların istekleri kanla bastırılmış fabrika sahibinin ve polisin kadınlara saldırısı sırasında yangın çıkmış ve yüzlerce kadın yakılarak katledilmişti. Belki de dünyada faşizm ilk defa görülmüş ve kadınlara uygulanmıştı. Aynı yıllarda 1856’da erkek işçiler de, bu defa Avustralya’da benzer taleplerle direnişler başlatmışlar ve bu direnişler de işçi ve emekçilerin dayanışma günü olan 1Mayıs’ın temelini atmıştır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 1 Mayıs’ın ikiz kardeşidir diyebiliriz. Çünkü ikisinin tarihteki serüveni birbirine paralellik arz etmektedir.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 1910 yılında İkinci Enternasyonal’in toplantısında karara bağlanmıştır. Öneriyi bildiğiniz gibi Klara Zetkin getirmiştir. Komünistlerin onayıyla kabul edilmiş ve 1911’de resmiyet kazanmıştır. Ekim Devrimi’nden sonra ise Sovyetler Birliği’nde resmi tatil olarak kutlamalar yapılmıştır. Sovyetik Birliği’nde 8 Mart’ın ve kadın haklarının gelişmişliği emperyalist ülkelerde olduğu gibi Türkiye ve benzer yarı sömürge, yarı feodal ülkelerde de yankı bulmuştur. Türk egemen sınıfları kadınlara, önemli olmasa da seçme hakkı vermek zorunda kalmıştır. Elbette Osmanlı feodalizmine ve cumhuriyet faşizmine karşı kadınların sürdürdüğü mücadeleyi de unutmamak gerekir.
Türkiye’de ise 1920 öncesi bir kaç yıl kutlanabilmiş, Cumhuriyetle birlikte yasaklanmıştır. Yeniden kutlanması 1 Mayıs kutlamalarına paralel olarak 1970’li yıllardan sonra olmuştur. Son yıllarda emekçi kadınlarla birlikte Alevi/Kızılbaş kadınları ve Kürt kadınlarının da desteğiyle çok etkili gösteriler organize edilmektedir. Alevi ve Kürt kadınların 8 Marta duyarlı olmaları da anlamlıdır. Çünkü onlar hem ekonomik olarak sömürülüyor hem de inançlarından ve ezilen ulus oldukları için baskılara maruz kalıyor. Bu da kadınların ayrım yapmaksızın bir bütün olarak birleşmelerini gerektirmektedir.
Kadınların, ezilme ve buna karşı mücadele etme özelliklerini şu yaşadığımız depremler pratiğinde de görüyoruz. Deprem herkes için yıkım ve acı getirse de özellikle kadınlar için emekçi kadınlar için, Alevi kadınları için ve Kürt kadınları için daha büyük acılar getirmiştir. Buna rağmen deprem felaketine karşı en büyük destek ve dayanışmayı da kadın canlarımız, emekçi kadın kardeşlerimiz göstermiştir. Kadınların bunca mücadele ve yaşama katkısına rağmen egemen sınıflar onları yok saymaktadır. Halen sosyal yaşamda olduğu gibi sınıflar mücadelesi tarihinde de adları anılmıyor. Oysa sanatta, bilimde, felsefede, politikada isim yapmış nice kadın canımız bulunmaktadır.
Ben sözü uzatmadan dünyadan ve ülkemizden bir kaç kişiyi anmak istiyorum. Hem ülkemiz tarihinde hem de dünya tarihinde nice kadın isim yapmış; bunlar, beylere, paşalara olduğu kadar feodal ve burjuva uygarlığına karşı da savaşmış, bedeller ödemiştir. Biz bugün kullandığımız pek çok hak ve özgürlüğü kadınların ödediği bedellerden dolayı kullanıyoruz. Bu yüzden birkaç kadın kahramanı huzurunuzda anmak isterim.
Klara Zetkin’i başta söylemiştim. Rosa Lüxemburg’u unutabilir miyiz? Ona Alman devleti ve yargıçları Kızıl Rosa demişlerdir. Dosta ve düşmana unutmayacak bir şiar bıraktı Rosa: Vardım varım var olacağım! Yerini yeni devrimci kadınlar aldı. Bunlardan birisi de Almanya’da adını şehir gerillası olarak yazdıran Ulrike Meinhof idi. 1976’da faşizmin zindanlarında katledildi. Alman egemen sınıfları onun hücresinde intihar ettiğini söylese de Alman proletaryası buna asla inanmadı.
Aleksandra Kolontay da, adını tarihe yazdırmıştır. Marksist liderlerinin eşleri ve kızlarını da saymak gerekir. Çünkü kadınlar, yalnızca eş, sevgili olmaktan daha büyük yeteneklere sahiplerdir. Mesela Marx’ın eşi, Jenny Marx, kızları Laura Marx ve Eleanor Marx’ı anmak gerekir. Genel olarak sınıf mücadelesi ve özel olarak emekçi kadın mücadelesinde önemli rol oynamışlardır. Aldıkları miras Marx ve Engels’in teorisiydi. Nitekim Engels’e göre burjuvazi-proletarya karşılığında kadın proletarya konumundadır.
Krupskaya, Lenin’in eşi olarak tanınır. Doğrudur ama büyük bir sosyal bilimci ve eğitim uzmanıdır. Onun görüşleri, Lenin’in kadınlar katılmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadınlar özgürleşemez, şiarıyla aynı doğrultuda olmuştur. Jiang Çing de Mao’nun eşi olarak tanınmıştır. Önemli bir sanat insanı ve Çin Komünist Partisi’nin liderlerinden birisiydi. Çing, Mao’nun “kadınlar göğün yarısıdır” sloganını kadınların bayrağına yazan birisiydi.
Ülkemiz de kadın açısından zengindir. Öncelikle Mustafa Suphi yoldaşımızın enternasyonal devrimci eşi Maria’yı hatırlatmak isterim. Behice Boran, ülke ve dünya çapında bir sosyolog ve politik aktivist olarak yaşadı. Sanatçı Şuat Derviş, TKP’nin yiğit kadınlarından birisiydi.
İnsan hakları mücadelesi denilince Didar Şensoy mutlaka akla gelir. Faşist cuntanın halen hüküm sürdüğü koşullarda insan hakları savunucusu olarak sürece müdahale yapan bir aktivist olarak yaşamını yitirdi. Dersim’de 1993’te kaybettiğimiz partizan gerillası Barbara Anna Kistler halen yüreğimizdedir. Sakine Cansız ve daha niceleri… Sakine Cansız’ın çizgisinde ilerleyen kadın hareketi mücadele tarihine bir de miras bıraktı: Jin Jiyan Azadi! (Kadın Yaşam Özgürlük)
Jin Jiyan Azadi, şimdi tüm dünyanın sokak, cadde ve işyerlerinde yankı buluyor. En çok da son bir kaç aydır İran’ın sokaklarında yankılanıyor. Dinsel, sınıfsal, cinsel baskıya maruz kalan İranlı kadınların dilinde, ruhunda, bayraklarında “özgürlük özgürlük özgürlük!” sloganına dönüşerek dalga dalga yayılıyor.