Bilmenin motivasyonu değiştirmektir. Bilmek ve değiştirmek de iki olguya gönderme yapar. Bunlardan birisi, insan ve toplumun maddi yaşam süreçleri ve standartlarıdır. Diğeri ise kültürel süreçler ve standartlardır. Felsefi düşünce formunun bu noktadan neşet ettiğini ileri sürmek mümkündür. Bu yüzden de felsefe etkinliğinin tüm düşünce biçimlerini öncelediğini ileri sürebiliriz.
Bu etkinliğin içinde bilgi sorunsalının diğer felsefe disiplinlerini ve bilim, din, sanat, siyaset, hukuk ve ahlak türünden değişik düşünüş şekillerini öncelediği ve bunların ön tarihi olduğu söylenebilir. Düşünce tarihinin serüvenine bakarak tüm fikir formlarını dört kümede ele almak olasıdır: Felsefe, bilim, politika ve sanat. Bu bağlamda salı günü, Komün TV’de yapacağımız programda filozofların bilgi felsefelerini konu etmeyi planlıyoruz.
Platon ve Episteme
Bilgi felsefesi ya da diğer adıyla epistemoloji, felsefenin ontoloji ile birlikte temel teorik disiplinlerinden birisidir. Felsefenin öncelikle varlık felsefesi (doğa) olarak başladığı biliniyor. Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Herakleitos, Anaksagoras ve Empedokles gibi pre Sokratik filozoflar varlığın kökenini, eş deyişle arkhe’sini araştırdılar. Su, apeyron, hava, ateş türünden elementlere ulaştılar.
Sokrates’in felsefeyi gökyüzünden yeryüzüne indirdiği söylenir. İnsan, felsefenin merkezine konulur. Bilme olayını kapsamlı olarak ele alan filozof Platon olmuştur. Platon duyum ve akıl ayrımı yapar. Daha da önemlisi yazının başlığında da görüldüğü gibi episteme ve doksa ayrımı yapıyor. Episteme Grekçede “hakiki bilgi” anlamına gelmektedir. Akıl ile ilgilidir. İnsanda doğuştan bulunur! Doksa ise yanılgılı bilgidir. Duyulardan gelir. Duyulardan gelen bilgi ise sofistlerin de iddia ettikleri gibi doğru bilgi değildir. İzafidir, kişiden kişiye, ortamdan ortama değişir. Platon için duyulardan yükselerek idealar dünyasına ulaşmak gerekir. Bu da varlıkların idealarına, özlerine ulaşmayı gerektirir. Duyarak değil düşünerek epistemeye temas edilir.
Aristoteles ve Bilgi Anlayışı
Aristoteles, ideaları varlığın dışında değil içinde aramıştır. Varlığın kategorileri yani ilinekleri vardır. Ona göre her varlık birisi töz olmak üzere 10 kategoriden oluşur ya da bunları içerir. Diyelim ki bardak. Bardak bir tözdür. Onun bir niceliği, niteliği, zamanı ve uzamı vardır. Ayrıca etkinlik, edilginlik, izafiyet, durum ve sahiplik. Aristoteles varlığın oluşumunu da dört nedenle açıklar: Maddi neden, formel neden, etkin (fail) neden ve ereksel neden.
Ortaçağ’ın Bilgi Felsefesi Yok mu?
Ortaçağ sorunu, önemli bir felsefi sorundur. Antikçağ ve Yeniçağ yüceltilir ama Ortaçağ karanlık, geri ve gerici olduğu gerekçesiyle eleştirilir. Felsefe tarihi kitaplarında Ortaçağ’a dair güçlü epistemoloji, ontoloji, siyaset, bilim ve sanat bilgisine rastlamak mümkün değildir. Bu durumun elbette sorgulanması gerekir: Nasıl olur da 1000 yıl sürdüğü düşünülen bir çağda düşünce adına bir canlı iklim söz konusu olmaz. Belki de burjuva-liberal bir karalama ve yok saymadan kaynaklanıyor. Zira Ortaçağ, Platon ve Aristoteles’in görüşlerinin çeşitli yorumlarıyla doludur.
Plotinos’tan Augustinus ve Thomas Aquinas’a dek pekçok filozof felsefe yapmıştır Ortaçağ’da. Bunların varlık felsefesinden hareketle yaratıcıyı kanıtlamaya çalıştıkları söylenir. Bunlara göre bir gerçek vardır, o da Tanrı’dır. Bilmek öncelikle Tanrıyı bilmek anlamına gelir. “Saçma olduğu için inanıyorum” veya “anlamak için inanıyorum” türünden açıklamalar da Ortaçağ’a içkindir. Nominalizm, konseptüalizm ve realizm tartışması baskın bir epistemoloji tartışmasıdır.
Ortaçağ’ın önemli bir ayağı da Doğu Ortaçağı’dır. Ana akım felsefe tarihi kitapları İslam felsefesi diyor. El Kindi, Farabi, İbni Sina, Gazali ve İbni Rüşd isimlerini anmak gerekiyor. Aslında bu çerçevede yapılan felsefeler de Antik felsefeden ve Batı felsefesinden çok aşağı değildir. Diyeceğim şu ki, Ortaçağ’ın tarihsel materyalizm açısından yeni bir okumasını ve araştırmasını yapmalıyız. Burjuva-liberal bakış açısından ayrı olarak yeniden yazımını yapmak gerekir diye düşünüyorum.
Locke ve Tabula Rasa
Bilim ve teknolojinin motor ve motivasyonu ihtiyaçlar olduğu gibi felsefi gelişmelerin ve konumuz olan epistemolojinin motor ve motivasyonu da ihtiyaçlardır. İhtiyaçları sahte ve gerçek olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Moda, sigara, alkol, din, ün, ünvan, lüks tüketim… Bunlar gerçek ihtiyaçmış gibi görünüyor. Kapitalizm, bunları ihtiyaç olarak üretmektedir. Daha önemlisi kapitalizm, oluşturduğu sanayi toplumu ve modern yaşamı üretmek üzere bilim ve felsefeye ihtiyaç duyar/duyuyor. Bu da yeni ihtiyaçlar demektir. Temel amacı (hedef) sermaye ve kardır diyebiliriz.
Yeni ihtiyaçlar yeni felsefeleri ve epistemolojileri gerektirir. Sanayi üretimi, tarımsal üretimden farklı olarak deney, gözlem, nicelikler, ölçme, aletler, sayısal veriler demektir. Aynı zamanda hız demektir. Rönesans ve Yeniçağ denilen 15 ve 17. yüzyılın özelliğinde bu türden yenilikler görüyoruz. Mesela tabula rasa terimini epistemoloji tarihine (bilgi felsefesi) miras bırakan John Locke’u mutlaka anmamız lazım. Ona göre Sokrates, Platon hatta Aristoteles’in zannettiği gibi zihinde doğuştan bilgi yoktur.
Dahası durum, Descartes, Leibniz ve Spinoza’nın sandığı gibi de değil. Zihin boş bir levha. Latincesiyle söylersek tabula rasa. Locke’a göre insan deneyim içinde bu boş bilinci dolduruyor. Deney ve deneyim arttıkça insan bilgisi de artmaktadır. “İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme” adlı kitabı epistemolojik konulara ayrılmıştır.
Kant ve Kategoriler
Bilgi felsefesi deyince Kant’ın adını da mutlaka anmak gerekiyor. Felsefenin bir çok temel kavramını düşünmek zorunlu oluyor. A priori, aposteriori, fenomen, numenon bunlardan bazıları. Kant iki epistemolojik anlayışı miras almıştır. Bunlar, akılcı (rasyonel) gelenek ve deneyci (empirist) gelenektir. İki anlayışı birleştirmek isterken eleştirel bir tutum alır. Almanca bir terimle söylersek onun felsefesine kritisizm de diyebiliriz. En ünlü eseri “Saf Aklın Kritiği” olarak bilinir. Kant’a göre bilgi deneyle başlar; amma ve lakin zihinde a priori yapılar vardır. Bilgi bu yapılar tarafından adeta yapılandırılan bir olgudur. Zihnin yapısal birimleri için kategori terimini kullanan Kant, Aristoteles’in mirasını devralmış gibidir.
Hegel: Doğal Bilinçten Öz Bilince
Büyük filozoflar kuşağının son temsilcisi olarak Hegel’i biliyoruz. O da Kant gibi Alman tarihinin ve topraklarının ürünü oldu. Her şey gibi bilgi de geist’ın somutlaşmış formudur. Doğal bilinçten öz bilince yükselme var. Öz bilinçten de ussal olana doğru ilerliyoruz. Tarih gibi insan zihni ve bilgisi de bir gelişim içindedir. Ne var ki bu gelişim burjuva çağında son buluyor! Marx’ın itirazı da bu noktada ortaya çıkar. Geist, yerini maddi ilişkilere bırakır ve sosyal süreçlerin yönü komünizme doğru ilerler…