Dünya Öğretmenler Günü nedeniyle, eğitimci dostlar şarkılı türkülü, konuşmalı, sohbetli, şaraplı, çerezli bir gece düzenlediler. Ben de davet edilenlerdendim. Toplumu, çok küçük yaşlardan itibaren eğik büken, hizaya getiren bu topluluğu böyle etkinlikler sırasında anlamak daha ilginç olabilir düşüncesindeyim. Geçirdiğimiz, entelektüel boyutları da olan neşeli gece sırasında ve sonrasında eğitim kavramına, eğitim kurumuna ve eğitmene dair zihnimden geçenleri kısaca da olsa yazıp paylaşayım dedim. Hatırlayacağınız gibi darbeci generallerin 24 Kasım dayatmasına karşı Eğitim Sen, kendi kutlamasını 1994’ten beri 5 Ekim’de yapıyor. Kutlamaların, UNESCO ve ILO’nun önerisiyle yapıldığı biliniyor. Başta beni davet eden Timur hocamın, mahalleden dostum Sunay beyin, yakın arkadaşlarım olan edebiyat öğretmeni Arif, matematikçi Hüseyin Avni ve Mustafa hocalarım başta olmak üzere tüm eğitim emekçilerinin Öğretmenler Günü’nü kutlarım.
Eğitimin Diyalektiği
İyisiyle kötüsüyle başımıza ne geliyorsa öğretmenlerin yüzünden geliyor diye başlamak istiyorum söze. Onların sermaye sistemi içinde bir unsur oldukları, düzenin payandası olmakta üzerlerine düşeni yapmakta geri kalmadıkları doğrudur. Öte yandan örgütler, dernekler, partiler kurarak veya kurulu olanlarda rol alarak hatta bazen bu yapılarda merkezi görevler üstlenerek düzen için yok edilmesi gereken birer “tehlikeye” dönüştükleri de doğrudur. Kahvehanelerde hoşça vakit geçirdikleri, kumar, yalan türünden lümpen alışkanlıkların taşıyıcısı oldukları gibi sermaye düzeninin yabancılaştıran kirli-kültür geleneğine karşı halkı uyardıkları ve öğrencileriyle birlikte mücadele ettikleri de görmezden gelinemez. Dahası var.
Nice bilim insanının yetişmesinde, düşün ve sanat adamının ortaya çıkmasında belirleyen dinamik olan öğretmen/eğitmen öbeğinin, toplumdaki sömürücü unsurların yetişmesinde, işkenceci, katiller sürüsünün var olmasında da rolleri az değildir. Sorular muhteliftir: Toplumun en dinamik kesimini eğitimcilerin oluşturduğu söylenebilir mi? Onları küçük burjuva, emekçi veya aydın olarak mı değerlendirmek gerekir? Yaptıkları mesleğe kutsallık yüklemek doğru mudur? Eğitim sonsuza kadar sürecek bir uygulama mıdır, yoksa tarihsel ve dolayısıyla geçici bir olgu mudur? Bu türden felsefi diyebileceğimiz sorular ve sorunlar, tıpkı eğitimcilerin sorunları gibi boyutlu ve karmaşıktır. Buna eğitimin diyalektiği diyebiliriz.
Karmaşık konuları bırakıp gecenin yalın pratiklerine gelsem iyi olacak. Opera ağzıyla okunan türkülerle diyardan diyara gidip geldiğimiz anları, özenle giyinip gelen kadınlı erkekli eğitimcilerin sahnedeki danslarını anmadan olmaz. Dansları konuşmalar takipederken müziği, müzik öğretmenlerinin sürdürdüğü görüldü. Salondaki uğultuya bakarak “dikkat sorunu, eğitimciler için de geçerli” diyesim geldi içimden. Yine de sanırım sendika şube başkanının kısa ve özlü konuşması eğitimci dostların dikkatini çekmiştir. Konuşmacı eğitim ile ekonomik olgular arasında, sosyal sorunlarla bağlantılı analizler yapıyor ve bir takım sonuçlara ulaşıyor ve önerilerde bulunuyordu. Sunum anadilde eğitim ve Kürt kentlerindeki kayyumlara kadar uzanıyordu.
Eğitimin Doğası, Doğada Eğitim
Böyle ortamlarda müzik ne denli nitelikli olsa, konuşmalar ne denli dinamik olsa da izleyiciyi salonda tutmak zordur. Salonların oldum olası böyle itici bir yanı vardır diye düşünenlerdenim. Bu salon ister konser, konferans salonu olsun isterse sınıf olsun. İnsanı, öğrenciyi salonda tutmanın, insan doğasına aykırı olduğunu iddia edeceğim. Nitekim J. J. Rousseau da (Ruso) “Emile” aldı kitabında öğrencilerin doğada eğitilmesini önermektedir. Biraz aşırıya giderek salon ile hapishane arasında bir fark yoktur diyeceğim. Gramsci, Althusser ve Foucaultd gibi yeni kuşak filozofların ideolojik aygıtlar içine hapishane ile okulu da koymuş olmaları didaktiktir. Neyse yeniden salona dönelim.
Öğretmenler Günü kutlamasının bu kaçıncısı, hatırlamıyorum. Yine gözlerim Hasan hocayı, bizim mahalleden Salih dostu, Fırat’ı, Zeynep hocayı ve Yasemin’i aradı. Hepsi orada, ama benimle pek ilgilenen de yoktur doğrusu. Hoş geldin, kısa bir hal hatır sorma dışında herkes birbirine laf yetiştiriyor. Onları anlamak zor değil. Sorunları yoğun bir toplumsal gruptan söz ediyoruz çünkü. Emek sermaye çelişkisi, bu kesim için de temel çelişkidir. Konuşulanlara kulak kabartanlar, sorun ve çelişkinin bundan ibaret olmadığını görecektir. Öğretmenlerle müdür ve benzeri türden yöneticiler arasındaki çatışma da yabana atılamaz. Sermaye, insanı insana yabancılaştıran bir sistem olduğu için eğitimciler arasında da bir rekabet olduğu anlamına gelir.
Kokteyl: Dolup Boşalan Kadehler
Eğitim Sen, işi kolay olmayan sendikalardan birisi. Bana sorarsanız, ülkemizde eğitim alanındaki tek sendikadır. Sermaye düzeni, Eğitim Sen’e karşı birden fazla “sendika” daha örgütlemiş olsa da, bunların toplumda bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Türkiye ve dünya kamuoyu bunların nasıl ve ne amaçla kurulduğunu ve kullanıldığını iyi biliyor. Eğitim dünyasında gerçekler göründüğünden de derin anlaşılan. Mesela sunumda ve serbest konuşmalarda kulağımda kaldığı kadarıyla son üç yıl içinde elli bine yakın öğretmen ihraç edilmiş, on bine yakın akademisyenin işine son verilmiş, elli öğretmen atanamadığı için veya işten çıkartıldığı için intihar etmiş. “Eğitim Sen ve Öğretmen Günü”nü düşünürken en çok bu konular kafamı kurcaladı. Eğitim Sen: Sermayenin savaş açtığı, başedemediği yerde karşısına yeni –sarı-sendikalar çıkardığı bir organizasyon. İşten atmalar dışında gözaltı ve tutuklamalar, birçoğuna verilen hapisler… Neyse kokteyl faslına geçsem iyi olacak.
Konser sürerken kitle yavaş yavaş kokteyl salonuna akmaya başlamıştı. Bu seneki kutlamada şarap neyse ne de, kuruyemişin kalitesi iyice düşmüştü. Bir açıklayan olsa diye düşünürken imdada yeni tanıştığım eğitimci dostlardan Murat, beni kapıda karşılayanlardan Hüseyin hoca Barış ve Aysun yetişti. Söylenenlere bakılırsa üyelerin büyükçe bir kısmı işten atıldığı için gelir azalmış. Üstelik işsiz eski üyelere katkı yapıldığı için de bütçede para kalmamış. “Sponsor bulunsaydı” dedim. Birçok yere başvurulmuş, Eğitim Sen olduğundan dolayı ya sınırlı katkılar olmuş ya da hiç katkı yapılmamış. Kokteyl alanına başımı çevirdim, önce servis kürsüsünde Fırat öğretmeni gördüm ve devamına baktım: Şarap şişelerinin biri doluyor biri boşalıyor, insanların ellerindeki kadehlerin isebiri inip biri kalkıyordu.
Öğretmenler ve İşçi Sınıfı
Kokteyl sırasında iki masaya konuk oldum, her masaya faklı eğitimcilerin gelip gittiğini gözlemlerken aklıma Avrupa’daki birahaneler geldi. Almanya ve Fransa’da birçok kez birahane ortamlarında bulundum. Avrupa emekçilerinin, gelip saatlerce büyük bir gürültü içinde konuştuklarını, dert döktüklerini, sabah işe bu koşullarda hazırlandıklarını gözlemlemişimdir. Buna göre baştan sorduğum soruların bazılarını da yanıtlamış oluyoruz: Eğitimciler işçi sınıfının bir parçasıdır, dahası kendisidir. Sınıfın evrensellik kategorisi de bunu gösteriyor.
Şaraplarımızı yudumlarken aklıma geçen seneki deneyim geldi. Geceden sonra işkembe içmeye gitmiştik. “Acaba” dedim, “bu sene de geceden sonra sallana sallana işkembe içmeye gidecek miyiz?” Yanıt aslında belliydi. Çünkü eğitimcinin sözü sorunu bitecek gibi değildi. Kiralar, öğrenci servisleri, kredi borçları, faturalar, pazar giderleri… Bunlar azmış gibi hiçbir işi gücü olmadığı halde evlenmeye hazırlanan oğlan babası ya da kız babası bir eğitimci… Şimdi ne yapsın? Felekten çalınmış bir gündür, sistem karşıtı bir gecedir olup biten. Aslında bir protestodan söz ediyoruz. Şarap, çerez, işkembe işin bahanesi.
Polis Emmiler: Kimlik Kontrolü
“Alkol şişede durduğu gibi durmaz” der, halkımız. Biraz fazla kaçırırsanız, bira, şarap türünden içecekler olsa da sizin kas dengenizi bozmaya başlar. Küçük ölçekli depremlerde sallandığınız gibi sallanırsınız. Nihayet gecenin sonuna doğru geldiğimizde, arta kalan birkaç şişe de, meraklılara pay edilirken bizim gruba da iki tane düştüğü gözlerden kaçmadı. Beş altı kişilik bir grupla ev diye çıksak da yola, dilimiz başka zihnimiz başka söylüyordu. Yönümüz görünüşte eve, gerçekte ise çorbacıya doğruydu. İki ya daüç kişinin elinde şarap şişeleri, eğitimin sorunları, gecenin yorumu, programın sunumu şarkılar, çalgılar konuşuluyor yürüyüş sırasında. Birçok konu tekrar ediliyordu ki, bir grup güvenlik (polis emmiler) yolumuzu kesti. Bize imrendiler mi desem, bize hain hain baktılar mı desem, kaba mı davrandılar, kibar mı davrandılar desem, bilemiyorum… Hepsini hissettik anlaşılan. Bir yandan kimliklere bakıldı, biraz genç olanı bizim sakallı hocanın elindeki şişeyi görünce, bıyık altından hafifçe gülümsedi.
Sokrates Kazanırsa Eğitim Müzelik Olur
Çok hafif sallanmalarla, dertleri, belaları, sorunları da kokteylin içinde iyice erittiğimiz için şen şakrak muhabbetlerle yola devam ederken tam düşündüğüm gibi oldu. Yönümüz geçen yıllarda olduğu gibi yine aynı işkembeciye doğruydu. Ben yeniden felsefe dünyasına daldım. Filozofların eğitimle ilgili pozisyonlarını hayal etmeye başladım. Çözümü ise Platoncu yöntemde değil Sokratesçi yöntemde buldum. Çünkü Akademiyi başımıza bela eden bizi bize yabancılaştıran, okul geleneğini başlatanın Platon olduğu aklıma geldi. Sokrates ise diyalog yöntemini savundu, okulda değil sokakta eğitimi benimsedi diye düşündüm. Düşünceler beni yeni hayallere götürürken günün birinde Platoncu sistemin yıkılacağını yeniden Sokratesçi sisteme dönüleceğini hayal ettim. Bu da eğitimin, öğrencinin ve de öğretmenin olmadığı bir dünya anlamına geliyor. Eğitim meselesi hayal dünyamda belki daha yeni ütopyalara sahne olacaktı ki, “çorba” vurgusuyla yeniden hocaların yanımda olduğunu duyumsadım. Çorba faslını, vedalar ve evelere yolculuk izledi.