Hukuk Felsefesi Geliyor / HAKİKAT BİLİNCE ÇIKIYOR!
Filozofça bakış, hukukta şöyle bir denklem görür: Kullandığımız haklar + özgürlükler = ödenen toplumsal bedeller. Bu formül de, kaynağını ekonomik ve sosyal temelde yani ücretli emek sisteminde bulur. Buna göre emekçilerin yürüttüğü sınıf mücadelesi = işçi sınıfının ücretleri. Hukuk Felsefesi adlı bu yeni kitaptaki hukuk düşüncesi ve hukuk mücadelesi bu denklem ve formül üzerine kurulmuştur (Belge Yayınları, Kasım-2022). Buna göre kitap “adil ücret talebi” ile “adil yargılanma talebi” arasında bir paralellik kuruyor ve bunun aşılması gerektiğini ileri sürüyor. Dolayısıyla kitabın alt başlığının “Marx ve Engels’in Hukuk Teorisi” biçiminde düşünülmüş olması anlamlıdır.
Kulağa hoş gelen bir kavram olan hukukun tarihi ve felsefesi, düşünce çalışmalarının merkezi bir sorunsalı olarak her zaman olduğu gibi günümüzde ve ülkemizde de oldukça aktüeldir. Hukukun felsefi açıdan ele alınması veya felsefesinin yapılması, esasen kapitalizm şartlarına bağlı olarak olgunlaşmıştır. Dolayısıyla günümüzde tematik çalışmalar yapan pek çok filozof kendisini zorunlu olarak hukukun içinde bulmuştur/bulmaktadır.
Filozoflar kendilerini zorunlu olarak tematik çalışmalar içinde buluyor; çünkü başta sınıf sorunu (proletarya) olmak üzere Kürt realitesi, ezilen inanç ve cins mücadelesinin sıcaklığı, siyaseti olduğu gibi -bilhassa bizimki gibi ülkelerde- felsefeyi ve hukuku da eleştirme ve mobilize etme işlevi görmektedir. Bu nedenle de savunduğumuz hukuk felsefesi, sınıf mücadelesi yanında dünya sorunlarını, emperyalist savaşları ve savaşlardaki yasaklı silah kullanımını, insanlık suçlarını ve kitlesel sivil cinayetleri sorguluyor. Bu sorgulama sonucunda tüm bu insan, sınıf ve dünya sorunlarının hukukileştirilmesine itiraz ediyor. Kitap, hukuku ortaya çıkaran kapitalist-emperyalist sistemin ortadan kaldırılmasını öneriyor.
Hukuk felsefesinden evvel hukuk, ondan evvel de iktisadi, sosyal ve üretim ilişkileri vardı. Sosyal yaşam kurallarından hukuk kurallarına geçiş komünal toplumdan sınıflı topluma geçiş sürecine paralel olarak var olmuştur. Demek ki hukuk, modern/uygar toplumun bir icadıdır. Uygar dünyanın sınıfsız topluma evrilmesiyle de son bulur! Kitapta yer verilen mahkemeler, siyaset kurumları, kışlalar, karakollar ve elbette ki hapishaneler de komünizm koşullarında tarihe karışacaktır.
Diğer kitaplarımda olduğu gibi Hukuk Felsefesi adlı bu kitap da büyük oranda tarihsel süreci de içine alarak yazıldı. Bu yüzden de ana akım hukuk felsefesi tarihine geniş bir yer verildi. Urgakina ve Hammurabi kanunlarından Farabi’nin hukuk anlayışına dek geniş bir alanın felsefesi yapıldı. Keza Batı hukuk tarihinde önemli bir yoğunlaşma oldu. Hugo Grotius’tan Hans Kelsen’e; Hobbes, Locke, Montesguie ve Kant’tan Dworkin, Radbruch ve Fuller’e dek pekçok hukuk filozofu kitapta yer aldı. Ana akım hukuk filozofları bir yandan açıklandı ve bir yandan da onlarla polemiğe girildi.
Benim hukuk konusuna ilgimin başlangıcı yaklaşık on yılı buluyor. Özgür Üniversite”de hukuk üzerine sunumlar yapan, kendisi de bir hukuk aktivistti ve düşünürü olan Ercan Kanar’ı takibim sırasında başlamıştır. Sunumlar, söyleşi ve tartışma biçiminde ilerlerken alternatif bir hukuk arayışı da kendisini bir ihtiyaç olarak göstermişti. Konu ve konuya ilişkin sunumlar, felsefi açıdan kafamda çeşitli ufuklar açtı. 2016’daki askeri ve sivil darbe süreçleri hukuka olan motivasyonumu daha da artırdı. Kitap, gerekli okumalar yapıldıktan sonra pandemi sürecinde yazıldı.
Gerekli okumalar içinde en kritik olarak Hegel ismini anmam gerekiyor. Daha da önemlisi Marx ve Engels’in hukuk felsefeleri incelendi ve Sovyetik süreçlerle ilişkisi kuruldu. Bu yüzden de kitabın en kapsamlı ve iddialı kısmını, Marksizm ve Hukuk Felsefesi bölümü oluşturuyor diyebiliriz. Vurgulanan tez ise Marx ve Engels’in yeni bir hukuk önermediği, tersine hukukun sönümlenmesini, son bulmasını savunduklarıdır. Ercan Kanar’ın, Sunuş yazısında dile getirdiği eleştirel görüşler de dikkate alındığında kitabın tartıştığı gerilimler daha iyi anlaşılacaktır. Hakikat da bu çerçevede bilince çıkabilecektir.
Hukuk ve hukuk felsefesini skolastik bir mesele olmaktan çıkarmak için sosyal pratiğe odaklanmak gerekiyor. Oysa ana akım felsefe ve onun bir alt disiplini olan hukuk felsefesi sosyal pratiği paranteze almaktadır. Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi büyük filozofların bile hukukun kaynağını idea veya töz benzeri metafizik kavramlarda aradığı bilinir. Hegel içinse hukuk, geist’ın görünüşe çıkmasıdır. Bu noktada Marx’ın ünlü sözünü anmak gerekiyor: ‘Şimdiye kadar filozoflar dünyayı yalnızca yorumladılar esas olan dünyayı değiştirmektir’. Biz de bu sözün sentaks ve semantiğini değiştirerek şöyle söyleyebiliriz: ‘Şimdiye kadar hukukçular hukuku yalnızca yorumlamakla yetindiler oysa olması gereken içinde yaşadığımız dünyayı değiştirmektir’.
Hukuk sorunu temelde mülkiyet ilişkilerini yansıttığı için Marx’ın hukuka mesafeli durduğu anlaşılıyor. Marx’ın hukuka mesafeli oluşunda onun kişisel yaşamındaki karşılaştığı hukuksal hadiseler de etkili olmuştur. Üniversiteden sessizce ötelenmesi, yazdığı gazetelerin yasaklanması, yazılarının sansürlenmesi, daha da önemlisi ülkesinden sürülmesi, gittiği yerlerde de siyasal baskılara maruz kalması bunlara örnek verilebilir. Kitapta Marx’ın entelektüel arka planı için yeterli bilgilendirme yaptığımı düşünüyorum. Somut yaşanmışlıklar onun için vesile olmuş olsa da, hukuka bakış tarihsel materyalist teorinin bir sonucu olarak var olmuştur. Diyeceğim şu ki, ancak bu bakış açısı hakikati bilince çıkartabilir.
Tarihsel materyalizme göre üretimin ortaya çıkması, gelişmesi toplumda değişiklikler yarattı. Marx ve Engels’in de birçok yerde ve bağlamda değindikleri bireysel mülkiyetin sınırlarının aşıldığı bir evreye varılınca sınıflar doğdu. Bunun anlamı şudur: emeğin verimliliği artmış, toplumsal artı ürün ortaya çıkmıştır. Şimdi bunun sevk ve idare edilmesi için yeni kurumlara ihtiyaç duyulmuştur. Devlet ve hukuk bu kurumların başında gelmektedir. Buna göre şu sonuca ulaşabiliriz: Sınıflarla birlikte var olan burjuva, feodal mülkiyet son bulduğunda hukuk da lüzumsuz hale gelir ve Engels’in dediği gibi çıkrık ve taş baltanın yanında yerini alarak müzelik olur.