Başlık olarak yazdığım atasözü esasen eski toplumların duygu ve düşüncesini yansıtıyor. Kuşkusuz teknolojinin sınırlı olduğu koşullarda, uzak coğrafyalarda yaşayan insanların, birbirini bulması çok zordu. Bazen de imkânsızdı. Bu yüzden uzaktaki insanların birbirini bulması büyük bir hüner sayılmıştır. Atasözünün bu durumu açıklamak için icat edildiğini düşünmek yanlış olmaz. Şimdilerde öyle mi? Hiç bilmediğiniz insanlarla tanışabiliyor, dünyanın öbür ucundaki bir başka insanla bir araya gelebiliyorsunuz.
Uzakta ikamet eden yakın, dost ve arkadaşlarla bir araya gelmek hiç de zor olmuyor. Gurbet sıla gibi kavramların içerikleri de büyük oranda değişti. Çünkü mekan küçüldü, zaman kısaldı diyebiliriz. Asya, Afrika, Amerika ya da Avrupa’da biriyle konuşma, görüşme, buluşmanız hiç de zorluklar içermiyor. Özelikle de tanışma, görüşme, buluşma nedenleriniz varsa ve güçlüyse sizin buluşmanızı hiç bir güç engelleyemiyor. Sanal/dijital ilişki ve imkanlar gerçek somut ilişkilere dönüşebiliyor. Yeter ki hayali olanı gerçeğe, teorik olanı pratiğe dönüştürme yeteneğiniz olsun. Bu metinde, söylediklerimden hareket ederek geçen hafta tecrübe ettiğim böyle bir tanışma ve buluşmanın biçim ve içeriğinden kısa bir kesit sunmayı düşünüyorum.
Devrimci Sosyalist Bir Bilinç
Taaa Sivas’ın ötelerinden kalkıp benimle görüşmek için Malatya’ya kadar gelen bir çiftten, değerli dostlardan söz ediyorum. Abdurrahman Şanlı, sosyal medyadan tanıdığım birisi. Bir iki defa da telefonda konuşmuşluğumuz var, o kadar. Buluşma planlarımız oldu ama gerçekleştiremedik. Çünkü ben İstanbul’dayım; Şanlı Almanya’da yaşayan bir göçmen emekçidir. Aynı zamanda politik aktivite içinde olmuş bedel ödemiş birisi.
Kesişim kümesi/mekanı Malatya oldu bu yaz. Sivas’tan 300-350 kilometrelik yolu otomobiliyle aşıp Kangal, Hasançelebi, Hekimhan’dan geçerek Yazıhan’a ve şehir merkezine gelen değerli dostumun bir de güzel sürprizi oldu. Eşi, Döndü hanımı da birlikte getirmişti. Başörtülü bir kadın. Belli ki Sünni-İslam içinden gelen devrimci bir aile. Böyle realiteler, bizim modern, devletçi sol gelenek için paradoksal bulunabilir. Oysa ancak bu türden kişiler ve topluluklar incelenebilirse devrimci, sosyalist bir bilinçlenme olabilir.
Formel manada eğitimi olmayan Döndü hanımın yaşama, sınıf mücadelesine dair düşünceleri, devrimci-komünist önderlere karşı beslediği duygular çok düşündürücü oldu benim için. Bana kalırsa, yansıttığından daha zengin potansiyeller taşıyordu. Yani türbanlı ve muhafazakar görüntüsüyle düşünce ve duyguları arasında adeta bir tezat vardı. Marx’ın ünlü sözü aklıma geldi: Görüntü ile gerçeklik aynı olsaydı bilim yapmamıza lüzum kalmazdı.
Ana Akım Felsefe / Toplumcu-Gerçekçi Felsefe
Buluşmada biz, ataerkil kültürün de etkisiyle Döndü hanımı dinleyici pozisyonuna öteleyerek Şanlı ile daha “derin” mevzulara daldık. Uzunca bir bölümde felsefenin önemi üzerinde durduk ve ülkemizde neden bu damarın zayıf olduğunu sorguladık. Değerli arkadaşım sıklıkla konuları politik hatta çekti denilebilir. Politika tartışmaya eşlik edince konuşmalar daha da dinamikleşiyor. Ana akım felsefe ile Marksizm karşılaştırması yaptık ilkin. Ben felsefe sözkonusu olduğu için ana akım felsefenin karşısına toplumcu-gerçekçi felsefeyi koymak gerektiğini savundum.
Kısmi itirazlar olsa da Şanlı, benim felsefe anlayışımı ve felsefe yapma tarzımı temelde benimsediğini söylüyor. Benim felsefi faaliyetlerimi izledikten sonra kendisinde büyük felsefi, düşünsel değişiklikler de olduğunu belirtti. Analiz, açıklama ve kullandığı terminolojiye bakılırsa felsefede epeyce okuma yapmış birisi. Marksizm ve sınıf mücadelesi konusundaki samimiyeti beni çok ilgilendirdi. Özellikle Avrupa’ya (Almanya) bakışı, göçmenliği ve oradaki sınıf mücadelesini ele alış tarzı benim açımdan çok öğretici oldu. “Burjuva demokrasisi”ne övgü yoktu konuşmasında. Üstelik tersi örnekler vererek Avrupa’nın da “kurtuluş” olmadığının altını çizdi. Bunu da kendi tecrübesinden hareketle gerekçelendirdi.
Eşitlikçi Gelenekler ve Mütevazi İnsanlar
Şanlı çifti ile günboyu süren sohbetlerimiz sırasında pre-kapitalist dönemin toplum biçimleri, insan davranışları üzerinde yeniden düşündüğümü fark ettim. Çift üniversite görmemiş, modern eğitim kurumları içinde de bulunmamış. Bununla birlikte modern dünyanın sosyal, iktisadi ve siyasal meselelerini tartışıyor olmaları sanırım sizlere de enterasan gelecektir. Nereden geliyor bu özellik? Her şey kapitalizmin ürünü olabilir mi? Değil elbette.
İnsanlık, biliyoruz ki evveliyatında eşitlikçi bir dünyanın içindeydi. Bu eşitlikçi gelenekler küçülerek de olsa sürmüştür, sürmektedir. Bu değerlere yenilerini ekleyen insan, çağın etik, estetik ve politik bakımdan en ileri ve aynı zamanda en mütevazi insanıdır. Tüm yabancılaşmaya rağmen her toplumda olduğu gibi bizim toplumda da böyle bir kuşak vardır. Biz bu insanların dostları, yoldaşları, arkadaşları, öğrencileri, hocaları olduğumuz için de sanırım şanslı sayılırız.
Proleter Devrimler Çağının Felsefesi
Üniversite görmek, yüksek düzeyde formel eğitim almak, her şeyi bilmek marifet midir, bilemiyorum. Ama fedakar insanın, destek dayanışma psikolojisi içinde olan toplumun, kendini adamış özgecil insanın bilgili insandan daha üstün olduğunu bilir, buna inanırım. Bilmek de, insandaki bu yetenekleri bilmek anlamına gelir. Bu yüzden Şanlı’nın bilgi ve felsefe konusunda “eski anlayıştan uzaklaştım, felsefeye ve filozoflara eleştirel bakmaya başladım” demesi benim altını çizdiğim bir husus olmuştur.
Sonra bir soru ortaya atıldı: Emperyalizm ve proleter devrimler çağının felsefesi yapıldı mı? Abdurrahman arkadaş, bunun Rusya, Çin ve bizim toplumdaki karşılığını araştıran ifadeler kullandı, sorular sordu. Bence Avrupa, Rusya ve Çin’de bu sorunun yanıtı belli bir düzeyde verilmiştir. Lukacs ve Gramsci’nin yazdıkları, Lenin’in felsefi yazıları, Mao Zedung’un bir çok çalışmasında çağın felsefesini bulabiliyoruz. Aynı açıklamayı ülkemiz felsefesi için söylemek zordur. Ben yine de Selahattin Hilav ve Yılmaz Öner gibi isimleri andım. Şanlı, -sağolsun- beni de ekledi bu filozofların arasına. Yine de şu söylenebilir ki, çağımızın felsefesini yaptığımız ve Marksizmin felsefi kültürüne nitel bir katkı yaptığımız kanaatinde değilim. Konu sıklıkla politikaya geldiği için bu konuda da benzer bir durum yaşandı.
Bence çağımızın siyaseti, ülkemiz tarihinde 1920’lerden beri özgün diyebileceğimiz bir tarzda yapılıyor. Mustafa Suphi’yi öncelikle anmak gerekiyor ve Hikmet Kuvılcımlı, Mihri Belli gibi politik aktivistleri de unutmamak lazım. Konuşma sırasında bilhassa Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya da yad edildi. Bunların Türkiye ve Kürdistan koşullarına göre politik teoriler geliştirdiklerini ileri sürdük. Aynı durumun felsefede, bilimde ve sanatta da olması gerektiği, tespitlere eklendi. Şanlı, Kaypakkaya isminin altını bir iki defa daha çizdi.
Kebap, Soğuk Ayran ve Taze Pide
Zaman ilerleyip tartışma derinleştikçe içilen çay ve kahveye doyunca kendimizi lokantada bulduk. Malatya’da olup da kebap yemeden dönmek bence büyük bir eksiklik olur. Garsonun “bir mi, bir buçuk mu olsun” sorusuna, biraz kibar davrandık ve “bir” dedik. Almancı dostların “bir buçuk” demesine rağmen ben kibarlığımı korudum ve “bir”de direttim.
Dostlar haklı çıktı. Yemeğe de, felsefe ve politika tartışmaları damgasını vurunca yemek süresi uzadı ve “yarım daha” dedik… Şanlı, emperyalist burjuvazinin tecrübesinden söz ederken hakkıdır/haklıydı. Ülkemizdeki pekçok karşı devrimci hareketin, cuntaların ve komünistlere yönelik operasyon, saldırı ve katliamların Avrupa/Amerika merkezli olduğuna inanıyor. Bir çok saldırıyı emperyalist devletlerle Türk hakim sınıflarının birlikte yaptığının da altını çiziyor. Biz yemeğe dönersek kebabın yanında mutlaka tas içinde kepçeyle sunulan soğuk ayrandan içmeyi unutmayın. Taze açık pidenin lezzetini de tatmak şarttır.
Yemek sonrası zaman ilerlemişti, mekanı değiştirmiş olsak da konular değişmedi. Almancı dostlar gündelik politik dildeki kimi sorunlu anlayışlara da dikkat çektiler. Şanlı’nın hükümet – iktidar örneğini vermesi ilginçti. Hükümet, iktidar ve devlet gibi kavramların sol içindeki yanlış kullanımından, yanlış kavranışından söz açıldı. Büyük bir yanılgı! Hükümet gelip geçici ve seçimlerle kurulan bir organizasyondur. Oysa iktidar devlet gücüdür ve ancak komünist karakterli bir devrimle değişebilir. Sermaye, devlet ve iktidardan bağımsız düşünülemez. Hükümet düşünülebilir!
Sınıf Mücadelesinde Nicelik ve Nitelik
Sermaye, hükümet konusunda daha esnektir. Artıdeğer sermaye kasasına eklendiği sürece hükümette kimin, hatta hangi sınıfın olduğu bile önemli değildir. Abdurrahman arkadaş, burada tartışılan hükümeti, iktidar gibi göstermenin siyasette pasifizme, parlamentoculuğa, yasallığa ve reformizme neden olacağını düşünüyor ki, ben de aynı kanaatindeyim. Bu değerlendirmeye bağlı olarak şu anda Türkiye ve Kürdistan’daki sınıf mücadelesi de konuşuldu. Mücadelenin 7-8 yıldır düşüşte olduğu ileri sürüldü.
Bana göre bunun doğruluk payı olmakla birlikte açıklanmaya muhtaç bir boyutu da var. Sınıf mücadelesinde nitel (radikal boyut yönünden) bir düşüş olmakla birlikte niceliksel bir yükselme olduğu kesin. Yüzyıllık gerici, faşist tarihimiz boyunca ilk defa devrimci, demokratik kültürün tüm toplumu kucaklayacak şekilde yaygınlaştığı, niceliksel olarak da ilk defa bu denli kitleselleştiği görülüyor.
Ulusal ve Sınıfsal Talepler
Konuya buradan bakınca Abdurrahman Şanlı ile Kürt hareketi ve HDP’ye yönelik tartışmalar da yaptık. Bugünkü konumu, tezleri ve pratikleri itibariyle Kürt hareketinin tipik ve geleneksel bir ulus hareketi olmadığını söyledim. Çünkü bu hareket son on yıllardır devrimci-demokratik bir yönelim içine girmiş, ulusal taleplerle birlikte emekçi sınıfların ve ezilenlerin taleplerini de savunan bir harekete evrilmiş durumda. Bu yüzdendir ki Türkiye sol hareketinin de ilgisini çekiyor ve bunlar arasında birleşmeler, ittifaklar vs. son günlerde de (emek ve özgürlük ittifakı) olduğu gibi sıklıkla gündeme geliyor.
Radikal Bir Ruh Hali
Şanlı deyince aklıma ilk gelen, yazdıklarımı ve konuştuklarımı özüne uygun olarak anlayan, buna göre yorum ve analizleri olan az sayıdaki insanlardan biri olmasıdır. Bu buluşmada da bir çok düşüncemi sergileyerek sınama ve doğrulama sınavına tabi tutmaya çalıştım ki, bence oldukça faydalı bir buluşma oldu.
Kısa bir Malatya turu yaptıktan sonra gün karanlığa evriliyordu. Turan Emeksiz caddesi, elbette ki İstasyon meydanı ve Kışla caddesi yönüne bir yürüyüş yaptık. Güneydeki Beydağları, Kuzey/Sivas sınırındaki Yama dağları canlandı gözümde. Bu dağların gözü önünde kavuşmuş, buluşmuştuk. Dostlarla vedalaştık sonra.
Bir cümleyle günün özetini verecek olursak Almancı dostlar ve Abdurrahman Şanlı, politik meselelere aşırı duyarlı olmakla birlikte “radikal” bir ruh hali içindeydi; bense onu esasen desteklemekle birlikte daha çok felsefi jargonla konuşan, ihtiyatlı ve nispeten “esnek” bir psikoloji içindeydim.