Perşembe akşamı yemek yerken televizyona bakayım dedim; açtığımda TİP Genel Başkanı Erkan Baş ile Enver Aysever’i gördüm (25 Ağustos 2022). Parti, devrim, emek, barış, özgürlük gibi sözcükler beni provoke etti ve tam zaplayacakken kumanda elimden yavaş ve sessiz bir biçimde kaydı. Programı izlemeye başlayınca söylenen sözlerin, savunulan görüşlerin sığlığı, sıradanlığı beni daha da tahrik etti ve kendine bağladı.
Ülkemizin sol siyasal iklimine dair bir “genel sorunun” parçası gibi görününce, “programı izleyeyim, yazarım” dedim. Genel bir sorun, çünkü son yıllarda ülkemizin sol/Marksist hareketlerinde seçimlere, popülizme ve parlamentoya “heves” sınıf mücadelesinin doğasına ters düşecek bir şekilde iyice arttı. Bu yüzden de başlığı, programın sınırlarını da aşaçak şekilde geniş tuttum.
Bugünkü TİP’in, kopuş yaparak içinden geldiği “devletçi/milliyetçi sol” geleneğe oranla ileri bir noktada bulunduğu sanırım devrimci-demokratik kamuoyunun genel görüşüdür. Benim açımdan da öyle. Buna rağmen kendisini işçi partisi (komünist) olarak düşünen bir partinin Genel Başkanı olan Erkan Baş’ın, konuk olarak katıldığı programda ileri sürdüğü görüşleri ikna edici olmuş mudur, diye de sormadan edemiyorum. Bence ikna edici olmamıştır. Bana kalırsa savunulan görüşlerin komünizmle, sosyalizme çok dolaylı bir ilişkisi var; o kadar.
Programda sosyalizme gitmek için çizilen yol haritasının da devrimci bir yol haritası olduğunu söylemek kolay değil. Başkana göre laiklik önemli bir sorunmuş; çünkü laikliği kavgayla yeniden kazanacaklarını söylüyor: Hoş geldiniz 18. yüzyılın liberal ve aydınlanmacı düşünürleri.
Faşizme Karşı Yeni Bir Demokrasi:
Proletarya Demokrasisi
Yaklaşık 30-40 dakika boyunca dikkatle, merakla izledim, notlar aldım. Baş’ın konuşmasına uzlaşmacı bir siyaset ve felsefe hakimdi. Tek düşmanı vardı Genel Başkanın: Bugünkü hükümet! Tekçi yönetim, tek parti diktatörlüğü idi temel hadise. Sorun sanki 20 yıllık, kendi deyişiyle “dinci yobazlık” dönemidir. Ah hele bir “laik yobazlık” dönemine geçelim ülke nasıl da ilerleyip özgürleşmiş olacaktır! Oysa devrimci, özellikle de kendisine işçi partisi ve komünist diyen bir partinin yalnız hükümetleri değil, yalnız 20 yıllık faşist uygulamaları da değil, bunlara temel teşkil eden ekonomik ve sosyal sistemi bir bütün olarak hedef alması gerekir.
Programda, devrimci bir demokrasi ya da proletarya demokrasisi için konuşan sosyalist bir partinin lideri değil de sanki dine, teolojiye karşı mücadele eden liberal, demokrat, bir burjuva aydını vardı. Yine de, bu görüntüsünü aşıp tekelci sermayeye karşı olduğunu söylemesi değerliydi.
Genel Başkanın emperyalizme yönelik/karşı söylemleri de oldu ama ülkemiz halklarına kan kusturan yüzyıllık yürürlükte olan faşist sistem/düzen, Baş’ın baş sorunu değildi; faşist rejim merkezde de değildi. Dert baş bugünkü hükümetti! Burjuvazinin iktisadi ve politik gücünden ziyade Başkana göre Türkiye ve Kürdistan’ı cemaat ve tarikatlar yönetiyor sanırsınız. Onun optiğinde bugünkü hükümet de iktidar gibi algılanıyor ve değiştirilirse adeta her türden sömürü ve zulümün sona ereceğine inanılıyor. Oysa seçimle gelen, 1971’de Şili’de yapılan bir uygulama biliniyor.
Şili Sosyalist Partisi ve lideri Salvador Allende, iki yıl bile sürmeden faşist bir yolla alaşağı edildi. Edilir, çünkü Sosyalist Parti’nin kendisine özgü ve kendisinin olan bir devrimci teorisi, kadroları ve daha da önemlisi silahlı bir gücü, askeri, kızılordusu bulunmuyordu. Kaldı ki Rusya ve Çin devrimlerinin arkasında güçlü kızıl/halk orduları olduğu halde bile emperyalizm koşullarında ancak 30 yıl yaşayabildiler. Bu tecrübelerden bihaber konuşmaların olduğu program boyunca siyasetin gündelik sorunları ve görüntüleri ele alındı. Oysa sorunlara, ülke ve dünya tecrübeleri, Marksist tez ve teorilerin ışığında bakılması gerekirdi. Sol, ne yazık ki giderek teoriyle arasına mesafe koyuyor.
Sosyalizm ve Küçük Burjuva Siyaseti
Teori-pratik diyalektiği gözardı edildiği sürece ülke ve dünya gerçekliği fark edilemeyecektir. Bu yüzden devrimci teori olmadan devrimci pratiğin olmayacağını bilmek gerekir. Hele hele seçimleri hiç abartmamak lazım gelir. Hem Enver Aysever hem de Baş, seçimlerle neredeyse sosyalizm kurulacağına inanıyorlar. Halbuki böyle bir sonuç olmayacak ve kitleler lüzumsuz yere moral çöküntüsüne maruz kalacak ve belki de devrimci kültürden soğuyacaktır. Diyeceğim o ki, daha ihtiyatlı bir söylem belirgin kılınmalı ve seçim sonrası da dikkate alınarak toplumla bu söylem üzerinden temas kurulmalıdır. Nihayet Lenin’e göre devrimi yapmak ve yaşamak, devrim üzerine kitaplar yazmak ve saatlerce güzel söz söylemekten daha değerlidir.
Bildiğimiz gibi Erkan Baş ve arkadaşları (biri hariç) HDP listelerinden ve elbette ki esasen bu partinin seçmenleri tarafından meclise taşındı. Dışarıdan baktığımızda alınan oy ile TİP’in oyu arasında bir bağın söz konusu olmadığı aşikar. Gönüllü, ittifak temelli bir seçim olduğu için 3-5 bin oyu olmasına rağmen 200-300 bin oyla seçilmiş milletvekillerinin bulunması bir sorun olarak görülmemelidir. Son süreçte TİP’in oylarında bir artma da olmuş olabilir. 10 binleri de bulabilir şimdiki oy sayısı. Ama bir milletvekili çıkarabilmek için imkansız bir nicelikte olduğu da bir realite. Çünkü daha önce birçok çevre bunu denedi. Başarısız olundu. Baş ise TİP’in oyunun en az bir milyon olduğunu söylüyor ki, gülmemek için insan kendini zor tutuyor.
Genel Başkanın konuşmalarına bakılırsa hiç de bu gülümseten gerçekliğin farkında olduğu söylenemez. Baş’ın, programdaki konuşmasına bakınca “uçmuş, ayakları yerde değil” dedim. Bu “uçuş”, sunucuya da problemli gelmiş olacak ki, “ciddi misiniz?” diye sormak zorunda kaldı. Zira Baş, kendi partisi için yüzde üçlük beşlik oydan, onlarca milletvekilinden söz ediyor. Diyeceğim şu ki Türkiye halen küçük burjuvalar ülkesi. Küçük burjuvazi, kendisini dev aynasında görür ve her şeyi de kendisiyle başlatır kendisiyle bitirir! Küçük burjuvazi olmazsa insanlık bir adım bile ileri gidemez!
HDP Adayları Desteklenebilir
Ha… Ben bu eleştirel bakışı getirsem de halen ülkemizin siyasal arenasında HDP’nin içinde ve başında olduğu TİP’in ve diğer sol çevrelerin oluşturduğu yapıyı devrimci-demokratik çizgi olarak görüyorum. Seçimlerde de sermayenin “seküler faşist” ve “dinci faşist” partilerine karşı HDP adaylarının desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Seçimleri Baş kadar önemseyen birisi olmasam da, düşüncem bu şekildedir. Şunu da eklemek gerekir ki, genelde söylendiği üzere, Baş’ın da zannettiği gibi mücadele üç blok arasında değil iki blok ve sınıf arasında olacaktır: Sermaye partilerinin tabanını da harekete geçirip kendisine çekmesi gereken, bileşenleriyle birlikte HDP ve diğerleri.
Erkan Baş’ın, kendisine yöneltilen soruları elli yıl, yüz yıl gerilere giderek yanıtlaması da bana ilginç geldi. Bugünün ülke ve dünya sorunlarını 1970’lerden hareketle çözmeyi önermesi düşündürücü. Elli yıl önceki TİP yüzde üç oy aldığı için Türk egemen sınıflarına kök söktürmüş, aynı oy bugün de alınırsa benzer sonuç çıkarmış! Baş’a göre TİP tecrübesini artırıyor ama Türk egemen sınıfları yerinde sayıyor galiba! Sınıf mücadelesi, işçi sınıfı devrimi türünden soruları 1923’lerden yola çıkarak yanıtlaması da başka bir handikap.
Erkan Baş, 1923’ü devrim zannettiğine göre bugünkü hükümeti devirmeyi de devrim zannediyor sanırım. Devrim teorisindeki bulanıklık gibi genel bir bilinç bulanıklığı da kendini hissettiriyor. 1923’e atıf yaparak; komünistlerin öncülüğünde olacak bir devrimin bu şekilde karikatürize edilmesi oldukça düşündürücüdür. Bir yandan Deniz, Kaypakkaya, Mahir gibi isimleri andı programda hemen ardından da Mustafa Kemal’i ekledi. Baş’a göre Türkiye’de devrim yapmak mümkündür; çünkü zaten ilki 1923’te yapılmışmış! Gülünç!
Kürt Ulusu Kürt Halkından Fazladır.
Acaba Kürt sorunu ve Kürt ulusal hareketi için ne söyleyecek diye beklerken “Kürt halkının büyük sorunları var” diyerek devam etti konuşmasına. Sonra Türk ve Kürt emekçilerinin birleşmesinden yana olduğunu vurguladı. Bu noktada da “Kürt ulusu” yoktu, “Kürt emekçileri” vardı konuşmasında. “Halk”, “emekçi” ve “ulus” gibi kavramları umarım dalgınlıkla birbirine karıştırmamıştır. Çünkü ittifak ettiği parti yalnızca Kürt halkı ve Kürt emekçi sınıfları için değil Kürt ulusunun talepleri için de mücadele ediyor. Kürt ulusu Kürt halkından fazladır.
Baş’ın, çizdiği yolu ve hayal ettiği sosyalizmi düşününce HDP merkezli bu oluşuma katkı yapan hareketlerin, dolayısıyla ittifakın nicelikten çok niteliğe ihtiyacı olduğunu bir kez daha düşündüm. Yani çok sayıda grubun bir araya gelmesindense ve yüzlerce milletvekili çıkartmaktansa Lenin’in dediği gibi “az olsun öz olsun” siyasetini benimsemek en doğrusu.
Yine bir soru üzerine Baş’ın, HDP’yi sınıfsal talepler için de mücadele eden hareket olarak değerlendirmesi, eğer inanarak söylediyse, bence önemli oldu. Program boyunca Aysever’in manalı, bazen de kışkırtıcı sorularına karşılık “HDP, düzen partisi değildir, düzenin hedefindeki partidir, binlerce üyesi zindanlardadır” demesi, Baş’ın programdaki en ileri ifadeleri oldu. İttifaka neden dahil olduklarını açıklarken de “zaten sokaktaki mücadelede beraberiz. Parlamentoda da beraber olmamız doğaldır” dedikten sonra şunu belirtmesi de dikkatlerden kaçmadı: HDP’nin mecliste verdiği önergelerin yüzde 15-20’si ulusal talepler içinse yüzde sekseni Türk ve Kürt emekçileri içindir.
Bu düşünceleri çerçevesinde Baş’a bakılacak olursa onun, son günlerde birleştikleri söylenen sözümona komünist ve sol partilerin -sosyal şovenist güç birliği- zihniyetine oranla elbette ki ileri ve doğru bir çizgide olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Egemen siyasete karşı emekçilerin siyasetini savunacağız demesi de sanırım izleyicinin ilgisini çekmiştir. Keza sosyalizme inancının tam olduğunu söylerken de samimi bir ruh dünyasındaydı denilebilir. Ne var ki, gevşek ve genelleme içinde de olsa söylenen bu anlamlı ifadeler uzlaşmacı, sistem içi görüşler içinde buharlaşmıştır.
Düzeniçi Programlar ve Düzeniçi Sorular
Aysever’in, Baş’ı sıklıkla 6’lı masa ve Kılıçdaroğlu lehine konuşmasını istediği de gözlerden kaçmadı. Baş ise her halükarda bugünkü hükümete karşı pozisyon alacaklarını, “uygun aday” olursa daha ilk turda bile 6’lı masanın adayını destekleyeceklerini söyledi. Bu yanıt Aysever’i rahatlattı! Yine düzeniçi sorulardan birisi de Baş’ın, bir cenazede neden elini havaya açarak dinsel bir poz verdiği oldu. Konuk, soruyu olgunlukla karşıladı ve kanımca makul bir de yanıt verdi. Bu tartışmayı duyunca da dedim ki, Türk egemen sınıfları eskiden olduğu gibi toplumu halen “dinci gericiler” ile “laik gericiler” arasında bölmeye devam ediyor.
Sorular gibi programda bana kalırsa düzeniçi bir programdı. Çünkü Aysever ısrarla Kılıçdaroğlu’nu, Baş’a onaylatmak istiyordu. Konuk da “ılımlı” yanıtlarla sunucunun gönlünü okşamayı ihmal etmedi ve genellikle “evet” dedi. Peşinden Meral Akşener’i de onaylatmaya kalkışınca sanırım Genel Başkan “bu kadarı da olmaz” dercesine itiraz etti ve Akşener ile karşıt kutuplarda yer aldığını söyledi.
Sosyal Şovenizme Karşı Sosyalizm
Zaman zaman Marksizm ve komünizm gibi terimlerin de havada uçuştuğu programda olası bir komünist devrimin nasıl da yasal, uzlaşmacı, parlamenterist bir çizgide var kılındığını umarım izleyiciler de fark etmiştir. Genel Başkan, emek, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin de seçimlerle ve parlamento ile ilişkisini kurarken “Komünist başkan Maçoğlu” ifadelerini kullandı ki sıradanlığın, popülizmin bu kadarına pes doğrusu. Baş, komünizmi nasıl bir sistem zannediyor acaba diye sormadan edemedim. Elbette bunlar Marx, Lenin, Mao gibi teorisyen ve eylemcilerin sosyalizm anlayışıyla ilgili değil.
Benim anladığım Baş, kamuculuğu, belediyeciliği, parlamentoya girmeyi komünizmle ilişkilendiren, bir nevi Post-Marksist görüşleri savunuyor galiba. Oysa Mao Zedung, Çin’deki sınıf mücadelesinden çıkardığı tecrübe ile şunları savunmuştur: “Devrim, bir ziyafet vermek, bir makale yazmak, bir resim çizmek veya bir nakış işlemek değildir. Devrim o zariflikle, o rahatlık ve naziklikle veya o kadar tatlılık sevecenlik, terbiye, ihtiyat, ruh cömertliği ile başarılamaz. Devrim, bir ayaklanmadır, bir sınıfın başka bir sınıfı devirdiği bir şiddet hareketidir.”
Bana öyle geldi ki Genel Başkan, ittifak yaptığı partiyi bile detaylı tanımıyor, yeterince bilince çıkarmış değil. HDP’nin arkasında ve paralelinde 50 yıldır radikal bir mücadele yürütüldüğü, her gün her an nice bedeller ödendiği de detaylı bir şekilde biliniyor değil. Yine de TİP’in ve Erkan Baş’ın, birçok küçük burjuva devrimci dergi, gazete, örgüt türünden hareketlere oranla ülke gerçeklerine temas ettiği söylenebilir. Zira birçok kafasını kuma sokmuş sol, marjinal çevrelerin “devrim yapacağız Kürtleri özgürleştireceğiz” türünden sosyal şövenist politikalarına karşı, devrimci bir çizgide yer almaktadır.
Bitireyim. Seçimler ve parlamentoya girmek önemlidir ama bu asla herşey değildir. Baş ve arkadaşlarının mecliste olması değerlidir; fakat bu durum “her şeyin çok güzel olacağı” anlamına gelmez. Seçimlerin tecrübesinden yararlanmak gerekiyor. Örneğin son İstanbul seçimlerini düşünelim. Bu seçimlerde bilindiği gibi sermaye partisinin adayı desteklendi; “yanlıştı” demiyorum ama öte yandan “her şeyin çok güzel olduğu” da söylenemez. Bu nedenle seçimlerin devrim ve sosyalizm ile ilişkisini kurarken ölçülü ve ihtiyatlı olunması gerektiği kanaatindeyim.