Geçen haftalarda başını Mehmet Akkaya hocamızın çektiği bir tartışma yaşandı: Felsefe nedir, filozof kimdir? Buradan hareketle Mehmet Akkaya’nın filozofluğu da sorgulanır oldu.
Mehmet Akkaya filozof mudur? Memlekette felsefe ile biraz ilgili olan hemen herkesin, bu tartışmaya cevabı şu olacaktır: “Bizde (Türkiye’de) hiç filozof yok ki Mehmet Akkaya da filozof sayılsın!” Bu cevap, çok genel olarak ana akım felsefi anlayışın etkisinde olan kişilerin, yani filozof kavramını çok başka yerlerde, mesela fildişi kulelerde görenlerin anlayışıdır. Şahsen ben de çok yakın denilecek bir zamana kadar bu anlayıştaydım. Çünkü Mehmet Akkaya ile (bu tarz bir bakış açısıyla) tanışmamıştım. Fakat belirtmeliyim ki Akkaya’nın çalışmalarını yakından izlemeye başladığımdan beri, egemen bilinçten kaynaklanan felsefeye ilişkin birçok yargımda değişiklikler oldu. Bu metni yazmamdaki motivasyon da sanırım buradan kaynaklanıyor.
Mehmet hocamız, bu tartışmaya -özellikle Marksist, diyalektik materyalist bağlamda- çok sade bir açıklama getiriyor aslında. Ne mi diyor? Şöyle diyor kabaca: Varlığı kavramsal planda açıklamaya çalışan kişiye filozof denir. Sizlerin kafasına kazıtılmış filozof kavramı ise “ünlü unvanlı filozofluktur” ki ben bu anlayışa karşı çıkıyorum. Bu filozoflar egemen sınıfların sözcüleridir. Ki unutmayın bu kesimler Karl Marx’ı da filozof olarak anmazlar! Ben ise Marx’ın söylediği anlamda tam da bu kesimleri “sefalet” içinde görüyorum. Çünkü bu kişiler, anlayışlar; varlığı sosyal yaşam üzerinden, yaşanılan somut durumlar üzerinden değil de ruh, idea, töz, arke, irade, geist, sezgi, varoluş, söylem, zihin, biyopolitika gibi idealist kavramlarla açıklamaya koyulurlar. Ve dolayısıyla da bu kesimlerden sınıf sorununa, açlığa, asgari ücret, çevre, kadın sorunları, ezilen uluslar-mezhepler sorununa karşı, resmi ideolojinin dışında tek bir kelime duyamazsınız!
Akkaya’nın bu açıklamaları, özellikle Marksist çevrelerde çok doğal karşılanması gerekirken, ülkemizdeki Marksist hareketin bu sade anlayışı bile bilince çıkartamamasından dolayı, hocamız ‘tek başına’ kalıyor bu mecrada, ne yazık ki. Zaten kendisine Marksistim diyen bireylerin ya da parti, grup, dernek, vakıf yöneticilerinin hemen hepsi bu anlayışı tartışıp derinleştirecekleri yerde, tartışmayı suskunlukla geçiştiriyorlar. Burada da tam bir sefalet durumu yaşanıyor açıkçası.
Bilemiyorum, belki de Akkaya dışında sol çevrelerde filozoflarımız ve felsefe yapanlarımız vardır. Varsa ben de bir fen bilgisi öğretmeni olmanın yanında, bilim-edebiyat-felsefe-politika üzerine kalem oynatan birisi olarak; bu kişi ya da kişileri bilmeyi, tanışmayı, takip etmeyi çok isterim. Bilen varsa söylesin, sevinirim.
Felsefe Nedir, Filozof Kimdir?
Sözünü ettiğim “Felsefe Nedir, Filozof Kimdir?” başlıklı polemik yazısında konuyu genişçe tartıştıktan sonra, şu açıklamayı getiriyor Akkaya hocamız: “…Buradan bakıldığında “feylesof”, “filozof” veya “felsefeci” sözcüklerinin anlamdaş olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla felsefe yapan birine, ben veya bir başkasına filozof demek, bir lütuf değil, onun mesleki formasyonuna vurgu yapmak anlamına gelir.”
Filozof kavramını felsefeci kavramıyla bir tutan, dolayısıyla kendisine de fildişi kulelerde bakmayan bir anlayış! Bu sade, anlaşılır, kendisini “bizlerin anladığımız anlamda” filozof kavramı ile anlatmayarak, tam tersine kendi anladığı anlamda kavramları yerli yerine oturtup kendisini “büyük” göstermektense, bizleri ayağı yere basar bir konuma gelmeye zorlayan bir bakış açısı! Daha ne olsun?
Tekrara düşmek pahasına da olsa şunu belirtmek gerekir: Akkaya’nın bu anlayışına, yani kavramları-tanımları yerli yerine oturtmasında, karşı çıkılacak bir yan göremiyorum. Ve yine vurgulamak gerekir ki, kendisini dev aynasında gördüğü yok! Peki, buna rağmen, neden kişiler bu anlayışı anlamaya çalışmak yerine, “Sayın hocam ben sizi filozof olarak görmüyorum, felsefe öğretmeni ya da felsefeci olarak görüyorum!” derler? Çünkü bu kişiler Akkaya’nın çok yerinde tahlillerini anlamak yerine, kendi ezberlerini sürdürmek istiyorlar. Bu kesimlerin önemli bir kısmının da kendisini sol-sosyalist cenahta görmesi, sefaletin bir başka yanını gösterir!
Kendince bizlerin “kavram yanılgılarını” düzeltmeye çalışan Mehmet hocamız, farkında olmasa da çok zor bir uğraş içinde bulunmaktadır. Çünkü yanlış yerleşmiş kavramları düzeltmek, yeni kavramları öğretmekten çok daha zordur.
Fakat ben daha önceki yazılarında ya da konuşmalarında felsefe öğretmeni, felsefeci ve filozof arasında küçük de olsa bir ayrım yaptığını hatırlıyorum Akkaya’nın. O açıklamalarında şöyle bir anlayış vardı hatırladığım kadarıyla: Felsefe öğretmeni adı üstünde bu konunun öğretmenliğini yapmaktadır ve kişi kendisini böyle tanımlıyorsa bir sorun yoktur. Bir de felsefe üstüne düşünen ve kimi konulara kimi açıklamalar getiren kişilere de felsefeci denilir. Oysa diyordu: “Bir de benim gibi, konulara kavramlarla yeni yorumlar getiren kişiler vardır ki onlara da filozof denilir.” Acaba bu hatırladığım ayrımı, yanlış mı anımsıyorum, bu konuya bir açıklık getirirse iyi olur. Çünkü polemikteki yargısı çok kesin: Feylesof, filozof ve felsefeci anlamdaştır!
Felsefeye Yeni Bir Boyut Getirmek
Akkaya’yı filozof olarak görmeyenlerin önemli bir kısmı ise Akkaya’nın en azından bir ya da birkaç özgün kavram icat ederek, felsefesini buna göre örmediğini öne süren kişilerdir. Bu kesimler kısaca şunu derler:
Örneğin Sokrates “çürütme-ebe tekniği”, Platon “idealar dünyası”, Aristoteles “gruplandırmaları ile”, Descartes “aklı öne alması”, Kant “epistemolojik idealizm” ile Hegel “idealist diyalektik anlayış”, Marx “materyalist diyalektik anlayışla”, Lukacs “sınıf bilinci teorisi”, Derrida “yapısöküm”, Foucault “iktidar tertibatı” gibi kavram ya da anlayışları ile tanınırlar. Bu kavramları/anlayışları felsefe tarihine kazandırmışlardır, onun için filozoflardır. Peki, Akkaya hangi kavram ya da anlayışı ile bir özgünlük getirmiştir de ona filozof diyelim? O, genel olarak iyi bir Marksist felsefeci olarak anılmalıdır, o kadar!
Bu bakış açısı, yabana atılmayacak bir anlayıştır. Aslında bu anlayışa da cevap veriyor Akkaya. Ama bu konuya özel, daha net bir cevap bekleyebiliriz sanırım.
Akkaya’nın Kimi Özgün Düşünceleri
Yukarıda, Akkaya’dan özgün yanlarını kendisinin belirtmesini istesem de tartışmamızı derinleştirme adına, görebildiğim kimi özgün yanlarını sıralamak isterim. İşte onlardan bazıları:
1-Ana akım felsefenin bilgi türlerini gündelik, teknik, dinsel, sanatsal, felsefi ve bilimsel bilgiler olarak ele almasına karşılık, kendisi sanatsal-bilimsel-felsefi ve politik bilgi türü olarak ele alır.
2-Bilginin “keşif” değil de “icat” olduğunu ortaya koyması, bu konuyu vurgulaması önemlidir. Marx’ın iktisadi kriz teorisini bilgi felsefesine transferle “epistemolojik kriz teorisi” gibi yine kendine has bir ifade icat edilmiş oluyor.
3-Bilgi-Bilinç diyalektiği ana başlığı altında savunduğu bilgi anlayışını, Diyalektik Bilgi Kuramı olarak ortaya koyması ve kendi önerdiği kuramın da tarihsel yanına işaret etmesi. Bilinç deyince de felsefi-ideolojik sınıf bilinci ifadesinin altını çizmesi belirleyicidir. Ve bu vurgu, Kaustky ve Lenin’in bilinç anlayışından kimi farklılıklar içerir. (Bu farklılıkları görebilmek için ise “Bilgi Kuramı” kitabını okumak yeterlidir.)
4-Ülkemizde sanat alanında “beş büyükler” olarak Yılmaz Güney, Ruhi Su, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ve Muzaffer Oruçoğlu’nu görmesi ve bu görüşünü Epistemolojik Kopuş adıyla, 350 sayfayı bulan bir kitap özelinde gerçekleştirmesi gayet özgündür.
5- Felsefenin sınıflı toplumla başladığını sınıfsız toplumda sönümleneceği görüşü de dikkat çekicidir. Bu durumun sanat, politika ve hatta bilim için de geçerli olduğunu söylüyor ki, bu görüşlerinin de çok kışkırtıcı olduğu ortadadır.
6- Akkaya’nın yazılarında felsefe, ana akım felsefe ve anti felsefe olmak üzere ikiye ayrılıyor. Filozoflar ise ana akım filozoflar ve toplumcu-gerçekçi filozoflar olarak sınıflanıyor. Dikkat edilirse sanat alanındaki bir terim olan “toplumcu-gerçekçi” kavramı felsefeye transfer etmiş. Bu yaratıcılığın bir neticesi olarak Akkaya’ya göre sanat, sınıf mücadelesinin estetik araçlarla sürdürülmesi olarak vurgulanıyor. Son söylediğim cümledeki savunu, sosyalist anlayışa içkin olmasına rağmen, Akkaya’nın bunu kendi özgünlüğü ile felsefesinde sürdürmesi başlı başına önemlidir.
7- Eğitim felsefesinden hareketle özgün açıklamalar görüyoruz: Analitik epistemoloji, diyalektik epistemoloji ayrımının yeni bir terminoloji olduğu anlaşılıyor. Buna paralel olarak analitik pedagoji ve diyalektik pedagoji terimlerini görüyoruz. Psikoloji terimlerinin yaratıcı bir şekilde felsefe düzlemine taşındığını görüyoruz. Cinsel libido terimine benzetilerek “felsefi libido”, “estetik libido”, “epistemelojik libido”, “politik libido” bunlardan bazıları.
8- Din Felsefesi adlı kitabında Kızılbaş/Alevi inancını klan ve kabile toplumlarından başlatması, tasavvufun beş büyüklerini tespit etmesi (İbn Arabi, El Ravendi, E. Râzî, Hallaçı Mansur, Suhreverdi) dikkate değerdir. Aynı kitapta “İslam felsefesi” yerine “Doğu Ortaçağ felsefesi” ifadesini kullanması da not edilmelidir.
9- Son zamanlarda kullandığı “dinci gericilik” ile “laik gericilik” terimleri ve “bunların özü aynıdır” demesi ve buna bağlı olarak “felsefi cemaatler” ile “dini cemaatlerin” benzer olduğuna dikkat çekmesi, önemsiz midir? Bu anlayışlar özgünlük değil midir?
10-Tüm verili dünya tarihinin “resmi olanına” karşı çıktığı gibi, ülkemizdeki resmi tarihe de kendi felsefi terimleriyle ve tutarlı olarak karşı çıkması da özgünlük değil midir? Hele de akademi dünyasının neredeyse tamamının bu konularda suskunluk içinde kaldığı günümüzde!
11- Akademide veya serbest alanda kavramsal çerçevede entelektüel faaliyet yürüten herkese ‘filozof’ demesi de Mehmet hocamızın bir diğer özgünlüğüdür. Ki makalemizin konusu da budur!
Aklıma gelen bu başlıklar içinde gördüğünüz gibi onlarca konu, tez, kavram, kuram ve bakış açısı yer alıyor. Bu bakış açılarının bir tekrar ya da en iyi haliyle, sadece küçük bir katkı olduğunu düşünenlere ise şunu söylemek isterim: Günümüzde herkesin filozof olarak kabul ettiği kişilerin hemen hepsi “küçük” katkılarla ilerlemiyorlar mı? Bugün hangi filozofta bir Kant, Hegel, Marx kapsayıcılığını görebiliyoruz ki? Kaldı ki Akkaya, kendisini açık açık özgün bir Marksist filozof olarak değerlendirmelidir. Öyleyse sorun nedir?
Yine Akkaya’nın kuramsal kitaplarının yanı sıra onu, 1 Mayıs ve Newroz gibi kitlesel gösteriler başta olmak üzere, hemen tüm sosyal eylemler, konferanslar, paneller ve tartışmalarda görmemiz; onun “felsefe yapmaktaki” özgün yanını görmemizi kolaylaştırmıyor mu? Şahsen ben Akkaya’yı izlerken, İstanbul sokaklarında dolaşan bir tür “Devrimci Sokrates” görüyorum. Eeee, yüzyıllar öteden, hem de çoğu düşüncesine katılmadığımız Sokrates’i, filozofluğu ile övüp duracağız da Akkaya’yı niye beğenmeyeceğiz? Anlamıyorum!
Marksist Anlayışta “Yeni Filozoflar” Çıkabilir mi? Nasıl?
Bilindiği gibi Marx, Felsefenin Sefaleti kitabı başta olmak üzere pek çok eserinin kimi yerlerinde de özel olarak felsefeye değinmiştir. Ve temel olarak o, idealist anlayışları mahkum ederken kendi materyalist anlayışını ve diyalektik anlayışının özgünlüğünü dile getirmiştir. Son olarak da “Feurbach Üzerine Tezler”in 11.sinde, “Filozoflar şimdiye dek dünyayı yalnızca yorumladılar, oysa asıl mesele dünyayı değiştirmektir!” diyerek, kendince son noktayı koymuştur. Yani Marksizme göre, gözümüzün önündeki maddeyi ya da sömürüyü görmeden kelimeler, kitaplar yazmak boştur; dolu olan, sınıfsız ve sınırsız dünya özlemi içinde “yeni” kavramlar yaratmaktır! Yani Marksist filozof olmaktır aslolan! Ki bu tanımı o bazen; “diyalektik tarihsel materyalist filozof”, bazen de “toplumcu gerçekçi filozof” olarak anlatsa da durum budur!
Peki, bu anlayış içerisinde “filozof” olunabilinir mi? Çünkü dikkat ederseniz -ki benim de savunduğum anlayıştır bu- yukarıda özetlenen bakış açısına göre, neredeyse Marx’a kadar tüm felsefe tarihi “boş” olarak görülür, doğru mu? Tam da böyle değildir aslında durum. Çünkü değiştirmek için, yorumlamak da gerekir. Yorum yapmak (teori) için de kendi karşıtlarınızı da değerlendirmek, kimi “doğru” yanlarını kabul etmek, anlayışınızı şekillendirmede onların görüşlerini kullanmak gerekir. Ki Akkaya da yazılarının çoğunda bunu yapar aslında. Mesela onun “1 Mayıs mitingini” ya da “çevre eylemini” değerlendirirken, bir bakmışsınız kendinizi Aristoteles’te bulursunuz, bir bakmışsınız Hegel’de! Bu kişilerin (felsefeci/filozofların) isimleri arttırılabilir. Bence bu yazılarda da birçok filozofu hayran bırakacak yaratıcılıklar mevcuttur. Bu yazılara bakmanızı, hiç değilse bir kaçını sosyal medya sayfalarından ve kendi resmi web sitesinden okumanızı öneririm. Ancak tüm bu atıflara rağmen, Akkaya’nın dönüp dolaşıp söyleyeceği şey bellidir aslında: Emekçilerin birliği şarttır; tüm sorunlar gerçek anlamda, sınıfsız sınırsız dünyada hallolabilir! Peki, bu bakış açısı içinde, felsefe var mıdır, varsa, bu felsefe nasıl bir felsefedir?
“Hangi Felsefe Nedir?”
Bu konuda filozof Mehmet hocamızın yukarıda anılan makalesinde söyledikleri şunlardır: “Kendisi de meslekten bir felsefeci olan K. Marx ile ana akım filozofları -salt kavramsal çerçevede düşündükleri için- aynı kefeye koyamayız. Bu yüzden “felsefe nedir?” sorusuyla “hangi felsefe nedir?” sorusu birbirinden ayrılıyor. Sınıflı uygar toplumun durumunu kavramak, açıklamak, anlamak ve yorumlamakla yetinen felsefe ile (bilgiyi bilgiden çıkaran), sınıflı uygar toplumu kavrayıp aşma hedefi gözeten felsefeler (bilgiyi somut ve sosyal olaylardan çıkaran) birbirinden farklıdır… Gerçekçilik denildiğinde, onu muhafaza eden tutucu gerçekçiliği değil tabir yerindeyse toplumcu gerçekçiliği savunuyoruz… Toplumcu gerçekçi felsefeyle yani Marx ve Marksizmle birlikte gerçekçi filozofun, yerini toplumcu gerçekçi filozofa bıraktığını ileri sürebiliriz.”
Anlaşılacağı üzere, o, çevresinde gerçekleşen her olayı, her eseri, her politikacıyı, her hareketi, “toplumcu gerçekçi felsefe” ile yani kendi yorumladığı şekliyle, Marksizm ile “yorumlamayı” gerçek felsefe olarak algılıyor. Ki günlük yaşadığı olayları bile kaleme aldığı makalelerde bu filozof yanını görmemek elde değildir. Kendisi her ne kadar mütevazı olsa da bizler onun gerçek değerini söylemekten geri duramayız. Neredeyse tüm anlatılarında, yazılarında; özgün, filozofça bakış açısı gayet yerinde, öğretici ve zihin açıcı bir şekilde bizlerde çeşitli izler bırakmaktadır.
Akkaya’nın Dilindeki Yakınlık
Dil olarak bazı kitaplarını kimimiz “ağır” olarak değerlendirirken kimilerimiz çok “basit” olarak değerlendirebiliriz. Ancak dikkat edilecek olursa, o, kendi ideolojik-felsefi anlayışına uygun olarak hem ‘derin’ hem de ‘anlaşılır’ bir dil tutturma peşindedir.
Değilse, şu anki birikimine göre çok basit bir şekilde “kafasından uydurduğu” kavramlarla, çok karışık, çok “felsefi” yazılar, kitaplar yazabilir pekâlâ. Ama o özellikle bu yolu tercih etmiyor. Ancak yine de bizler ondan, felsefenin kimi dallarına yönelmesindense, bizzat felsefe-filozof üzerine, yine anlaşılır olmak kaydıyla, daha “felsefi” bir kitap isteyebiliriz sanırım.
Sosyalist Cenahta Bütünsel, Eleştirel Bakışın Eksikliği
Bahsettiğimiz kişi olan Akkaya’nın belki de en temel kitabı “Bilgi Kuramı” (Belge Yayınları, İstanbul, 2019) kitabıdır. Ve bu kitap ‘bilgi’ sorununu, “eleştirel bilgi felsefesi tarihi içinde diyalektik materyalist epistemolojik” bakış açısı ile ele alır. Yani filozofumuz konuyu -kendi özgün yorumunu elden bırakmadan- Marksist bakış açısı ile ele almıştır. Ki bu kitapta yazarımızı; Lenin ve Mao başta olmak üzere, günümüzün kimi Marksist felsefecileri ile de bir hesaplaşma içinde görürüz. Yani kitap, olabildiğince hacimli, eleştirel, sentezci ve özgün bir eserdir. Din Felsefesi kitabı da, alanında “yeni” bir kitaptır. Hayat ve Sanat, Politikanın Evrimi, Dil Felsefesi adlı kitaplar da sadece “aktaran” eserler değildir. Epistemolojik Kopuş da öyle! Bu eserler okunduğunda, Mehmet hocamızla daha isabetli diyaloglar kurabilir ve ona daha güçlü eleştiriler getirebiliriz kanaatindeyim. Değilse, hoca ile sadece sosyal medya üzerinden hesaplaşmaya kalkışmak, çok basite kaçmak olur diye düşünüyorum.
Peki, memlekette bu kitaplar başta olmak üzere Akkaya’nın eserleri ile hemhal olmuş bir sosyalist hareket mevcut mudur? Asıl soru budur aslında! Bu eserler eleştirel olarak değerlendirilmeyecek de hangi kitaplar ele alınacak? Oysa ülkemizde kendisine Marksist diyen onlarca dergide Marx’ın felsefesine, diyalektik materyalist anlayışına dair gerek eğitime yönelik, gerek yoruma yönelik yüzlerce sayfa vardır. Peki, kendi memleketimizdeki bir filozofun, bu konular üzerine güncel bir kitabı neden gereğince ele alınmaz?
Benim bildiğim kadarıyla bu tür eleştirel, değerlendirme yazıları hemen hemen hiç yoktur. Varsa bizleri bilgilendirsin Akkaya dostumuz. Yoksa, neden olmadığını da değerlendirirse iyi olur tabii ki.
Dikkat ederseniz burada, felsefe öğretmenlerini, felsefe öğrencilerini, “felsefecileri”, ana akım akademisyenlerini saymadım bile. Sadece işin somut muhatapları ile yetindim. Belki haklı belki haksız! Size kalmış!
Akkaya Her Konuda Son Noktayı Koymuş mudur?
Bu arada Akkaya ile belki de en fazla tartışan kişi benim, bunu da belirteyim. Yani her söylediğine katılmak zorunda değilim ve katılmıyorum da. Mesela ben de resmi tarihe mesafeli olmama rağmen onun kadar keskin “yok saymaları” kabullenmiyorum. Yine “burjuva kültürünün” belirli dönemlerde, belirli durumlarda ileri yanlarını kabul ederken, o karşı çıkar. Bazen, “Salt felsefe yapmak boştur, asıl mesele sınıfsız dünya için mücadele etmektir!” diyerek, kendi kimi makalelerini de boşa düşürme yoluna gider ve ben de bu anlayışına karşı çıkarım doğal olarak. Yine bazı gezi ve toplantılarını kaleme aldığı yazılarında derinliği az olan kimi yazılar yazabilir ve onları eleştirebilirim. Gibi gibi…
Yani demem o ki her dediğine katılmak zorunda değiliz, ancak savunduğu görüşlere ‘dikkatle eğilmek’ zorundayız. Çünkü yıllarını bu işe vermiş, devrimci çaba içinde bir düşünürümüz, filozofumuz var karşımızda, dikkat! Şunu da belirteyim ki ben Mehmet hocayı konu ettiğim durumlarda ya da ülkemizde özgün düşün insanlarını sorguladığımda, mutlaka Selahattin Hilav, Alaeddin Şenel, Fikret Başkaya, İsmail Beşikçi, Korkut Boratav, Sibel Özbudun gibi özgün isimleri de hep anarım. Onlar da kendi alanlarında birer put kırıcı ve özgün düşünürümüzdürler. Bunu da belirteyim. Ve bu özgün düşünür, iktisatçı, bilim insanı, filozoflarımızın değerini bilmemiz, onların fikirlerini yaymaya çalışmamız şarttır.
Son olarak hem sizlere hem kendisine şu soruyu sormuş olayım: Memlekette, şu anda, diyalektik materyalist anlayışla, hemen her güncel olayı yorumlamanın yanında, kuramsal kitaplar da çıkaran başkaca filozoflarımız (felsefecilerimiz) var mı acaba?
Bu soruyu, bir “göze sokma” ya da Mehmet hocamızın “tek olduğunu gösterme” amaçlı değil, sadece bilmek için soruyorum. O kişi ya da kişilerden faydalanmak benim için birer mutluluk kaynağı olacaktır.
Bitirirken… Felsefi yolun, yolumuz, açık olsun sevgili Mehmet Akkaya…